Kimyasal Muammer için de referandum!
Bugün Türkiye’nin bütün sathına yayılmış olan isyan bir Gezi Parkı sorununu çoktan aşmıştır. Gezi Parkı da, Taksim de bu isyanı tetikleyen faktördür, doğru. Ama isyanın kendisi özgürlüğün ve onurun peşinde bir isyandır. Halk her muhalefeti ezebileceğini sanan bir despota özgürlük dersi veriyor. Halk her konuda kendini allamei cihan gibi sunan bir küstaha bir onur dersi veriyor. İşin bu yanı, Gezi Parkı üzerine bir referandumdan çok farklı talepleri üretiyor. Mesela “Kimyasal Muammer”in, yani içişleri bakanı Muammer Güler’in görevden alınması.
Kimsenin tanımadığı, kendileri kimseyi temsil etmediklerini söyleyen, örgütsüz, birbirleriyle de hiç ilişkisi olmayan, kimi Gezi Park’a yıllarca önce belki çay içmek için uğramış, kimi Hülya Avşar gibi belki hiçbir zaman uğramamış birtakım insanlara Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti başbakanı olarak son derecede değerli olması gereken zamanından uzun saatler ayrılıyor (11 kişiyle yapılan toplantı beş saat sürmüş!). Bunlar akıllarına geleni söylüyorlar. Elbette 11/76.000.000 oranında bir söz hakkı onların da var, söylesinler. Ama geri kalan 75 milyon 999 bin 989 kişinin fikrini temsil etmediklerine göre, bunun mantıksal sonucu başbakanın her 11 kişiye beşer saat ayırıp onlarla da görüşmesi olmalı. Hülya Avşar’la görüşmesine gelince, mesela Vedat Türkali ya da Yaşar Kemal’le de neden görüşmesin ki?
Bu kadar saçma bir halkla ilişkiler operasyonu olsa olsa başbakanın baş danışmanı Yalçın Akdoğan’ın ya da Akif Beki gibi bir aklı evvelin aklına gelmiştir. İçerik yok. Böyle olunca, içerik zayıfladıkça biçim öne çıkıyor; sonra biçimin önemi tek başına ön plana geçince biçim çarpılmaya başlıyor; sonunda gülünçlük tek özellik haline geliyor.
Yalnız bu gülünçlüğün ardına Tayyip Erdoğan’ın kendisini ziyaret edenlere söylediği belirtilen, ama sonra ısrarla AKP genel başkan yardımcısı ve sözcüsü Hüseyin Çelik’in sorumluluğuna bırakılan bir öneri gizlendi. Bütün bu operasyondan geriye kalan da elbette toplum için hiçbir önemi olmayan bu insanların fikirleri falan değil, bu oldu. Anlaşılan bütün bu halkla ilişkiler numarası, Erdoğan’ın (kendi “diklenmeden dik durmak” sözüne paralel olarak söyleyecek olursak) eğilmeden bükülmesi için bir operasyonmuş!
Referandummuş! Ne için? Bütün Taksim meydanı için bile değilmiş. Topçu Kışlası içinmiş. Bazıları buna “acaba dışarıdan seçmen getirirler mi?” düzeyinde yaklaşıyor. Oysa mesele bambaşka biçimde ele alınmalı.
Bir kere, bir büyük kitle hareketi, bir isyan dalgası, sandığı reddeder. Çünkü gücü kitleselliğinden, direnç gücünden, moralinden, fedakârlığından gelir. Kitle seferberliği bitecek, yaşanan her şey yavaş yavaş belleklerde bulanıklaşacak. O zaman kafalar da başka türlü işliyor olacak. Akıllıydınız değil mi, zamanı kendi yanınıza çekerek kazanacaksınız!
İkincisi, burjuva demokrasisi koşullarında referandumların ve benzeri oylamaların demokratik olmadığını bu kitleler adım adım öğreniyor. Parası ve iktidarı olan, medyaya her şeyi söyletebiliyor. Ağır bir propaganda taarruzu altında kalmış kitleler de serseme dönüyor ve o aşamadan sonra nereye oy kullandığı hiçbir anlam taşımıyor. Taksim’deki kitleler de, başka kentlerde onları destekleyenler de biliyor medyanın marifetini. Türkiye tarihinin en önemli halk hareketlerinden birinin yerine penguen gösteren bir medyanın fikirleri belirlediği bir dünyada demokrasi mi olurmuş? Tayyip Erdoğan ve şürekâsının 11 Haziran saldırısıyla birlikte devreye sokmaya çalıştığı “terör örgütleri”/”masum gençlerimiz” karşıtlığını papağanlar gibi tekrarlayan bir medyanın olduğu bir dünyada demokrasi mi olurmuş?
Üçüncüsü, “Taksim oylanmaz, sadece Topçu Kışlası oylanır” demek, kitle hareketine dönüp, “sizin Taksim’de bir daha miting yapamayacağınızı söylemiştim, bunda ısrar ediyorum” demektir. Taksim projesi sadece bir ticarileştirme projesi değildir. Aynı zamanda işçi sınıfına ve sola dönük bir gizli yasakçılık projesidir. Tek başına Topçu Kışlası’nın oylanmasına izin verilemez.
Dördüncüsü ve en önemlisi şudur: bugün Türkiye’nin bütün sathına yayılmış olan isyan bir Gezi Parkı sorununu çoktan aşmıştır. Gezi Parkı da, Taksim de bu isyanı tetikleyen faktördür, doğru. Ama isyanın kendisi özgürlüğün ve onurun peşinde bir isyandır. Halk her muhalefeti ezebileceğini sanan bir despota özgürlük dersi veriyor. Halk her konuda kendini allamei cihan gibi sunan bir küstaha bir onur dersi veriyor. İşin bu yanı, Gezi Parkı üzerine bir referandumdan çok farklı talepleri üretiyor. Mesela “Kimyasal Muammer”in, yani içişleri bakanı Muammer Güler’in görevden alınması. 28 Mayıs’tan bu yana devlet yüz kızartıcı suçlar işlemiştir. Beşar Esad’ın sivil katilleri Şabiha’yı aratmayan eli kalaslı kabadayılar tek başına polisin siyasi sorumlusu olan içişleri bakanının görevden alınmasına yeter de artar. Şimdi bu emniyet müdürlerinin, bu valilerin, en önemlisi bu içişleri bakanının görevden alınmasından, yargılanmasından ve cezalandırılmasından vaz mı geçeceğiz? Yoksa bir ikinci referandum yapıp Kimyasal Muammer’i de mi oylayacağız?
Geçiniz! Referandum dediğiniz, Erdoğan’ın bükülmeye başladığının kanıtıdır. Başka hiçbir anlamı yok. O eğilene kadar bastırınız!