Devrimci İşçi Partisi Programı
1. Giriş
20. yüzyılın sonunda Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da yaşanan çöküşler karşısında dünya çapında burjuvazi kapitalizmin ebedi zaferini ilan etmişti. Oysa 21. yüzyılın daha başında kapitalizmin kendisi uçurumun eşiğine geldi. 2008 yılında başlamış olan dünya ekonomik krizi, kapitalizmin tarihindeki üçüncü büyük krizdir. 19. yüzyılın son çeyreğindeki Büyük Depresyon kapitalizmin toptan yeniden yapılanmasıyla ve emperyalist aşamasına geçişiyle aşılmıştı. 20. yüzyılın ikinci çeyreğindeki Büyük Depresyon faşizmle, İkinci Dünya Savaşı’yla, ABD hegemonyasında yeni bir uluslararası sistemin kurulmasıyla aşıldı. Bugün içine girdiğimiz krizin çözümü için uluslararası sermaye yeniden büyük dönüşümlerin arayışı içine girmek zorundadır.
Sermayenin çıkarları açısından, ekonomik alanda işçi sınıfının ve bütün emekçilerin daha önceki dönemde büyük mücadelelerle elde etmiş olduğu kazanımların, mevzilerin, hakların sökülüp alınması gereklidir. Sermaye, bir kez daha, insanlığın ezici çoğunluğunun hem yaşam olanaklarını tahrip etmeye, hem de onları yoksulluğun ve sefaletin içine itmeye mecburdur!
Kapitalizmin büyük krizleri aynı zamanda savaşlara gebedir. Her kriz, sadece sermayeler arasında değil, başta emperyalist olanlar olmak üzere, devletler arasında da rekabeti keskinleştirir. Bugünkü büyük kriz için bu daha da geçerlidir, çünkü bu kriz, Sovyetler Birliği, Çin ve Doğu Avrupa’da kapitalizmin restorasyonu sürecinin kışkırttığı emperyalistler arası yeni bir paylaşım mücadelesinin ürünü olan “Sürekli Savaş” döneminin içine doğmuştur. Emperyalist kapitalizm insanlığı yeniden evrensel bir kıyım tehlikesiyle karşı karşıya getiriyor!
Tehlikede olan sadece insanlık da değil, bütün canlılar ve doğanın kendisidir! Kapitalizm, tarihi boyunca insanlığın üretici güçlerini yalnızca geliştirmedi. Sermayenin kâr hırsı ve burjuvazinin yarattığı sözde kaliteli hayat tarzı, doğanın acımasızca tahrip edilmesine yol açtı. Bugün gündeme büyük bir ağırlıkla oturmuş olan iklim değişikliği, bütün ülkelerde eko-sistemi altüst etme tehdidini yaratıyor. Yıkım ve yok oluş tehdidi sadece savaştan gelmiyor. Yaşanacak bir de dünya gerek!
Kapitalizmin ekonomik, askeri ve ekolojik krizleri, insanlığı bir uygarlık krizi ile karşı karşıya bırakıyor. “Gemisini kurtaranın kaptan” olduğu, “her koyunun kendi bacağından asıldığı” bir toplumda militarizmi, ırkçılığı, cinsiyetçiliği depreştiriyor.
Bütün bunlar Türkiye’nin dışında olup biten ve bize dayatılan şeyler değildir. 21. yüzyıl başında Türkiye kendisi de tepeden tırnağa kapitalistleşmiş bir toplumdur. Dünyanın dört bir köşesine ihracat yapan sanayisiyle, Avrasya bölgesinin en iddialı finans sistemlerinden biriyle, baştan aşağıya kapitalist sınıfın çıkarları doğrultusunda örgütlenmiş devletiyle, NATO üyesi olarak, dünyanın en büyükleri ve bölgenin en güçlüleri arasında yer alan ordusuyla, uluslararası şirketlerin Doğu Avrupa, Karadeniz, Kafkasya, Orta Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerindeki faaliyetleri için merkez üssü seçtiği bir ülke olarak Türkiye, kapitalizmin dünya çapındaki gidişatından bütünüyle sorumludur. Artık, başka ülkelerin kapitalistlerinin Türkiye’ye ne yaptıklarını değil, Türkiye’nin kapitalistlerinin, emperyalist ortaklarıyla birlikte bu bölgenin halklarına ne yaptıklarını konuşmak gerekiyor.
Türkiye burjuvazisi, ister 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kök salan Batıcı-laik hâkim kanadıyla, isterse daha yakın dönemin hasadı olan İslamcı kanadıyla çoktan gerici bir sınıf haline gelmiştir. Ülke içinde işçi ve emekçileri köleleştirmeye dayanan politikalarla sermaye biriktiriyor. Atatürkçü de olsa, İslamcı da, Kürtlerin ezilmişliğini ortadan kaldırmayı kabullenemiyor. Bölgede ABD ve AB emperyalizmlerinin misyoneri, askeri ve diplomatı olarak çalışıyor. Geçmişin soykırım, katliam ve yağmalamalarını savunuyor. Osmanlı’nın tarihi topraklarında yaşayan halklar ile Türki halklar üzerinde hegemonya kurmak için yırtınıyor. Bencilliği yücelten, militarist, ırkçı, cinsiyetçi bir ideolojinin taşıyıcılığını yapıyor. Türkiye burjuvazisi 20. yüzyılın ilk çeyreğinde koşulların itişiyle iki kez kadim Osmanlı devletine karşı ayaklandı, devrimci bir atılıma girdi. Ama bu devrimlerde başarı ufukta görünür görünmez, derhal eski düzenin hâkim sınıflarıyla uzlaşmaya yöneldi, işçi ve emekçileri bastırdı, Türkler dışındaki bütün halkları kılıçtan geçirdi. Bu sosyo-ekonomik ve politik miras Türkiye burjuvazisini daha yükseliş döneminde kısmen gerici kılıyordu. Bugün ise dünya düzeninin önemli oyuncularından biri haline gelecek kadar yerleşik çıkarlara sahip olduğu için bu sınıftan ilericilik, demokratlık, anti-emperyalizm beklemek saflıkların en büyüğüdür. Her kim Türkiye’nin işçi sınıfına ve ezilen Kürt halkına burjuvazinin Batıcı-laik ya da İslamcı kanatlarından birini böyle gösterir, o ister istemez emekçilerin ve ezilenlerin yenilgisini hazırlıyor demektir.
Türkiye de dünya da bundan sonra burjuvazinin çıkarlarına ve güçlerine dayanarak ileri gidemez. Burjuvazi tarihsel olarak gerici bir sınıf haline gelmiştir. Dünyayı “küreselleşme” adı altında birleştirirken, aslında ilerici olabilecek bir yönelişi sömürünün temeli yapar. İnsan haklarını savunurken bunu emperyalist savaşın zemini kılar. Halkları kaynaştırır ve “dünya vatandaşları” yaratır gibi görünürken yabancı düşmanlığını, ırkçılığı, İslamofobi’yi körükler. Kültürü evrenselleştirirken tektip düzene sokar.
Kapitalizmin bir tek ilerici yanı kalmıştır: Dünya çapında gittikçe daha da genişleyen ölçekte proletaryayı üretmesi. İşçi sınıfının tarihsel misyonunun sona erdiği, hatta kendisinin ortadan kalkmakta olduğu iddiaları her geçen gün dünyanın dört bir köşesinde yeniden ve yeniden yalanlanıyor. Latin Amerika’dan Çin’e ve Güney Kore’ye, Güney Afrika’dan Avrupa’ya işçi sınıfı, sendikalısıyla güvencesiziyle, özel sektör işçisiyle kamu emekçisiyle, işsiziyle emeklisiyle uluslararası burjuvazinin saldırılarına karşı milyonlarıyla grevler yapıyor, sokaklara çıkıyor, çarpışıyor, yer yer devrimci atılımlara girişiyor. Türkiye’de de proletarya, sanayi proletaryası başta olmak üzere, her geçen yıl sayıca büyüyor. Zonguldak madencilerinin 1990-91’deki büyük grevi ve Ankara yürüyüşünden Tekel işçilerinin 2010’daki Sakarya Komünü’ne, kamu emekçilerinin 1990’da başlayan büyük sendikalaşma atılımından özel sektör işçilerinin sayısız fabrikada sendikalaşma için yaptığı sayısız direnişe, Türkiye proletaryası mücadele ediyor.
İnsanlığın geleceği büyük ölçüde milyarlarca kadın ve erkekten oluşan ve bu düzenden hiçbir çıkarları olmadığı için kolektif bir güç olarak kapitalizme alternatif bir düzenin sonuna kadar tutarlı tek savunucusu olabilecek olan proletaryaya bağlı. Yeryüzünde sömürülen, ezilen, horlanan, aşağılanan, lanetlenen bütün kitlelerin proletaryanın mücadelesinin çevresinde kenetlenmesi gerekiyor. Proletarya, sadece kendisine değil, kendisiyle birlikte mücadeleye kazanacağı bütün kitlelere kurtuluşun kapısını açacak olan sosyalizmin esas taşıyıcısıdır. Bunu reddeden, Marksizmin büyük tarihsel kazanımlarını terk etmiş demektir. Dünyada da, Türkiye’de de insanlığı kapitalizmin sadece sömürüsünden değil, hücrelerinde beslediği bütün ezme/ezilme biçimlerinden, savaşlardan, ekolojik yıkımdan, kısacası kapitalizmin barbarlığından kurtaracak olan, proletaryanın bütün sömürülen ve ezilen insanlığın önüne düşmesi olacaktır.
Bu büyük insanlık davasında proletaryaya yolu gösterecek olan, Leninist temellerde örgütlenmiş devrimci işçi partileri ve bunların oluşturacağı bir dünya partisi olacaktır. İnsanlığın bütün sorunları burada düğümlenmiştir. Devrimci İşçi Partisi, bu topraklarda bu büyük göreve katkıda bulunmak üzere kurulmuştur.
2. Amaç ve strateji
Devrimci İşçi Partisi’nin amacı, işçi sınıfını ve emekçileri kapitalistlerin ideolojik ve politik hegemonyasından kurtararak kendi çıkarları temelinde oluşturulmuş bir devrimci program etrafında birleştirmek, işçi ve emekçi kitlelerinin inisiyatifine dayanarak, sosyalist bir işçi iktidarı oluşturmaktır.
Kapitalizm, en büyüğünden en küçüğüne bütün kapitalistlerin, üretim araçlarının özel mülkiyeti temelinde işçileri ve emekçileri sömürerek bütün ekonomik gücü, politik iktidarı, ideolojik hakimiyeti elinde topladığı sınıflı bir toplumdur. Devrimci İşçi Partisi, toplumu ilgilendiren bütün kararları üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti temelinde işçi ve emekçilerin hep birlikte vereceği sınıfsız bir toplum olan sosyalizmi hedefler.
Kapitalistlerin işçi sınıfını sömürmekten ve bunun maddi temelini oluşturan üretim araçlarında özel mülkiyetten uysal biçimde vazgeçmeleri beklenemez. 1936-39 İspanya’sından 1970-73 Şili’sine kadar tarih, en reformist türden hükümetlere bile karşı kapitalistlerin yasadışı darbelerinin örnekleriyle doludur. Dolayısıyla, işçi iktidarı, burjuvazinin bu saldırganlığına cevap vermek üzere, başta işçi sınıfının çoğunluğu olmak üzere büyük kitlelerin, grevleri, sokak gösterilerini, özsavunmayı içeren seferberliği temelinde devrimci bir tarzda kurulacaktır.
Kapitalizm, özellikle emperyalizm çağında üretici güçleri bütünüyle ulusal sınırların ötesine taşımış, dünya ekonomisini ve politikasını birleştirmiştir. Sosyalist devrim tek tek ülkelerde zafere ulaşabilir, ama nihai zaferi, yani sınıfsız toplumun kurulması mutlaka dünya çapında olacaktır. Devrimci İşçi Partisi, sadece Türkiye’de değil dünya çapında sosyalist devrimin zaferi için enternasyonalist bir tarzda ve ulusal partilere paralel olarak inşa edilecek bir dünya partisi içinde mücadele eder. Programı, sosyalist dünya devrimi olarak özetlenebilir.
Kapitalizmin gelişmiş olduğu, devlet geleneklerinin köklü olduğu, yabancı işgalinin bulunmadığı bir Türkiye’de devrime giden yol, bilinçli, adanmış, cesur, ama kitlelerden kopuk bir öncünün düzene karşı isyanından değil, işçi, emekçi ve ezilen kitlelerin seferber olarak iktidar için mücadele etmelerinden geçecektir. Bilinçli, adanmış, cesur militanlardan oluşacak olan devrimci partinin rolü, kitlelerin mücadelesinin durgun, bilincinin ise hâkim sınıfların ideolojisinin etkisi altında olduğu dönemler de dâhil olmak üzere, işçi sınıfının ve ezilenlerin bütün mücadelelerinin yanında ve içinde olmak, kitlelere yol göstermek, bu mücadeleleri her zaman daha ileri bir örgütlenme düzeyi ile bağlantılandırmak, mücadeleler arasındaki ilişkiye ve bütün mücadelelerin özel mülkiyet sistemi ve devletle ilişkisine işaret etmek ve böylece işçi ve emekçi kitlelerin politik sınıf bilincini yükseltmek, işçi sınıfının öncüsünü ve başka sınıf ve katmanlardan gelen devrimcileri partide örgütlemek ve partiyi bir seçim makinesi olarak değil, bir devrim örgütü olarak güçlendirerek devrimci yükseliş anında sınıfa öncülük etmektir. Parti, burjuva düzeniyle uzlaşmayacak bir devrimci programı bütünüyle içine sindirmiş olmakla birlikte, soyut bir devrim ve sosyalizm propagandası ile yetinmek yerine, bütün mücadelelerde ve siyasi konjonktürlerde kitlelerin bir adım önünde yürüyecektir. Bu faaliyeti sırasında, en somut ve güncel talepler ile işçilerin iktidarı arasında bir köprü oluşturan geçiş programı yöntemini uygulayacaktır.
Devrimci İşçi Partisi, bütün tarihi deneyimin de gösterdiği gibi, işçi sınıfının öncülüğünde bir devrimin mutlaka sosyalist yönde adımlar da atmasının zorunlu olduğu gerçeğinden hareketle, devrim için herhangi bir ara aşama tanımaz. Türkiye’de burjuva toplumu çerçevesinde tamamlanmamış bazı demokratik görevler olsa bile, bu görevlerin yerine getirilmesi artık herhangi bir şekilde devrim yapması mümkün olmayan burjuvazinin de içinde yer alacağı bir demokratik devrimle değil, işçi sınıfının öncülüğünde gerçekleşecek bir devrimle olanaklı hale gelecektir. Başta toprak sorunu olmak üzere köylülüğün karşı karşıya kaldığı sorunlardan temel hak ve özgürlüklerin kazanılmasına, yargının sefaletine son verilmesinden kontrgerillanın ve “derin devlet”in ortadan kaldırılmasına, eğitim, kültür ve sanat alanlarında demokratikleşmeden MGK’nın lağvına kadar tüm demokratik görevleri ancak bir işçi iktidarı gerçekleştirebilir. Bu anlamda demokrasiye giden yol işçi iktidarından geçmektedir. İşçi sınıfının öncülüğünde bir devrim kaçınılmaz olarak demokratik görevlerle sosyalist görevlerin iç içe geçeceği bir sürekli devrim karakteri kazanacaktır.
İşçi iktidarı bir kez kurulduğunda, ülke içinde sosyalizmin inşasına girişirken aynı zamanda bütün toplumsal ilişkileri, insanın insanı ezmesine izin vermeyen bir tarzda yeniden düzenleyecektir. Kapitalizmden devralınan her türlü olumsuz mirasın yanı sıra, 20. yüzyıl sosyalist inşa deneyimlerinin çökmesine yol açan bürokrasinin siyasal ve sosyal anlamda hakimiyet sağlamasına ve işçi iktidarını yozlaştırmasına karşı mücadele de sosyalist devrimden sonra asli bir görev olacaktır. Devrimci İşçi Partisi, geçmişin deneyimlerinden öğrenen bir partidir. Devrimden sınıfsız toplumun kuruluşuna kadar geçecek süre içinde, toplumun içinden çıkıp ayrışarak kendine özgü ayrıcalıklar kazanacak bir bürokrasinin, proletaryanın iktidarını yozlaştırması ihtimalinin var olduğunu bilecek ve son güne kadar bu eğilimlerle yorulmazcasına mücadele edecektir. İnsanlık sınıfsız topluma ancak işçi sınıfının kendi elleriyle yönettiği bir işçi devleti altında ulaşacaktır. Devrimin ülke içindeki sürekliliği kendini bu biçimler altında ortaya koyacaktır.
Yeni iktidar, sosyalizmin tek ülkede yalıtılmasının felaketlere yol açacağının bilinciyle, bölgede ve dünya çapında da devrimi uluslararası bakımdan sürekli kılmaya yönelecektir.
Bütün bu anlamlarda, Devrimci İşçi Partisi’nin devrim stratejisi, sürekli devrimdir.
İşçi sınıfı, burjuvazinin özel mülkiyet zulmünün yeniden kurulmasına engel olmak ve sınıfsız bir toplum kurmak için varolan devlet aygıtını olduğu gibi kullanamaz. Başta kendi bağrından doğacak işçi konseyleri olmak üzere, emekçi ve ezilen kitlelerin vekillerinin oluşturacağı meclisler, işçi iktidarını burjuvazinin hakimiyet biçiminden farklılaştıracak temel organlar olacaktır. Sınıfsız topluma bu yeni devlet ile yürünecektir.
Eğer burjuvazi dünyada ve Türkiye’de gerici bir sınıf haline geldiyse, eğer insanlığın kapitalizmin günbegün yaratmakta olduğu barbarlığı önleyerek ileri doğru yürümesi için bütün ezilenlerin çabası gerekli olmakla birlikte işçi sınıfının mücadelesi belirleyici ise, eğer tarih devrimin “demokratik” denen aşamasının bir efsane olduğunu, işçi sınıfının iktidara geçer geçmez sosyalist önlemler almak zorunda olduğunu kanıtlıyorsa, o zaman işçi sınıfının devrimci partisinin temel görevi, her politik kavşakta işçi sınıfının burjuvazinin siyasi güçlerinden ve devletten bağımsızlaşması ve öteki emekçi ve ezilen gruplar ile ara sınıflar ve katmanlar üzerinde hegemonyasını kurması için bilinçli bir çaba göstermektir. Kapitalist toplumda burjuvazinin hegemonyasını kırabilecek tek bir güç vardır, o da işçi sınıfıdır. Devrimci İşçi Partisi, burjuvazi ile işçi sınıfı arasında tarafsız kalır gibi görünen bütün muhalif hareketlerin aslında burjuvazinin hakimiyetinin pekiştirilmesine katkıda bulunduğu bilinciyle, düzene karşı mücadele eden, mücadele etmek zorunda kalan bütün kitleleri işçi sınıfının etrafında kenetlenmeye çağırır.
3. Sınıf mücadelelerinde bir taraf
Burjuvazinin sillesiyle sarsılınca toplumun hareket yasalarını devlet ile sivil toplumun çelişkisinde bulmaya başlayanlar ne derlerse desinler, bütün dünyada ve Türkiye’de tarihin motoru hâlâ sınıf mücadeleleridir.
Her şeyden önce, modern dünyaya biçimini veren sermayenin özgül ürünü ve gerçek mezar kazıcısı proletarya, toplumun bütün sömürülen ve ezilen kesimlerinin kurtuluşunda stratejik bir role sahiptir. Proletarya, sanayi işçilerinden ibaret değildir. Ulaştırmadan turizme, bankacılıktan ticarete, kamu hizmetlerinden bilişime, hangi alan kapitalist temellerde örgütleniyorsa, ekonomik baskı altında emekgücünü satmak zorunda olduğu için o alanların her birinde kapitalist işletmelerde çalışan, sermayenin temsilcisi olmayan her emekçi bir proleterdir. Ayrıca, eğitimden sağlığa, vergi ve ulaştırmadan belediyelere, kamu hizmetinde çalışan ama iş süreci içinde doğrudan devlet adına karar vermeyen bütün memurlar da proletaryanın bir parçasıdır. Elbette, kapitalist ekonominin sinir merkezlerini oluşturan sektörler, başta sanayi olmak üzere telekomünikasyon, ulaştırma, bankacılık vb. işçi sınıfının mücadelesi açısından belirleyici bir konuma sahiptir. Ama proletarya farklı kesimleriyle sermayenin karşısında bir bütündür.
Günümüzde işçi sınıfının çalışma koşullarında ve örgütlenme kapasitesinde ortaya çıkan değişiklikler, kapitalizmin “küreselleşme” ve “post-Fordizm” temelinde yepyeni bir aşamaya girmiş olmasının ya da yeni teknolojilerin kaçınılmaz ürünleri değildir. Uluslararası burjuvazinin, 1970’li yılların ortalarından beri yaşamakta olduğu uzun krizini aşmak için işçi sınıfının bütün haklarını, mevzilerini, kazanımlarını söküp almak ve onu yenilgiye uğratmak için başlatmış olduğu bilinçli bir sınıf taarruzunun ürünüdür. Esneklik, yalın üretim, toplam kalite yönetimi, insan kaynakları yönetimi, Japon tipi üretim, adına ne denirse densin, sermayenin işçi sınıfını yönetmek için geliştirdiği bütün teknikler daha büyük miktarda artı-değere el koyabilmek için geliştirilmiş yöntemlerdir. Bütün bunların sonucunda işçi sınıfı mücadeleleri geçici olarak bir durgunluğa girmiştir, ama 21. yüzyıl başından beri bu durgunluk adım adım geride kalmaktadır. İşçi sınıfının bölünmüşlüğü, güvencesiz çalışma koşulları, sermayenin çeşitli hakimiyet yöntemlerine tutsak olması, gelecekte isyan etmeyeceği anlamına gelmez. Sınıf mücadeleleri tarihi, en zor çalışma koşulları altında bile işçilerin günü geldiğinde sınıf mücadelesine atıldığını gösteriyor. Dün “işçinin artık kaybedecek bir şeyleri var, isyan etmez” diyenler bugün “işçi elinde ne varsa kaybetti, isyan edemez” diyorlar! Oysa işçi sınıfı dün de isyan etmiştir, yarın da isyan edecektir.
Devrimci İşçi Partisi, proleterlerin örgütlenerek kendilerini sermaye karşısında güçlendirme doğrultusundaki çabalarına destek olur. Sendikalar, işçi sınıfının kendini sermayeye ve burjuva devletine karşı savunmasında ve geleceğin işçi iktidarına giden yolda eğitmesinde kilit rol oynar. Ancak kapitalistler sendikaları evcilleştirme konusunda sayısız teknik geliştirmişler ve geleceğin işçi demokrasisinin nüveleri olan bu işçi örgütlerini düzene bağlamakta önemli başarılar elde etmişlerdir. Bu kirli çabalarında en önemli yardımcıları, çoğunlukla işçi sınıfı içinden gelmekle birlikte, sendika yöneticisi olarak elde ettikleri maddi ayrıcalıklar dolayısıyla çıkarları işçilerden farklılaşmış ve burjuva düzenine bağlanmış sendika bürokratlarıdır. DİP, sendika bürokrasisini alaşağı etmek ve sendikaları işçilerin sınıf mücadelesi araçları haline getirmek için hiçbir çabayı esirgemez.
Sendikalar, son dönemde kamu emekçilerinin bağrında yaptıkları özel atılım dışında, özel sektörde işçi sınıfının gittikçe daha küçük bir kesimini örgütleyebilmektedir. Türkiye’nin gerçeği sendikasızlaşmadan da ibaret değildir. Aynı zamanda, güvencesiz ve kayıtdışı çalışma son derecede yaygındır, daha da yaygınlaşmaktadır. Devrimci İşçi Partisi, ister sendikalı ister sendikasız, ister “formel” sektörde çalışsın ister “merdivenaltı”nda, bütün işçileri mücadeleye çekmek ve devrimci programa kazanmak için mücadele eder. İşsizler ordusu da işçi sınıfının bir parçasıdır. İşsizlerin kendilerine özgü talepler temelinde örgütlenmek için gösterecekleri çabaya DİP bütün gücüyle destek verir. Gerek güvencesiz işçiler için gerekse işsizler için mücadelenin ateşinden doğabilecek değişik örgütsel biçimler karşısında parti, sekter olmayan bir tavırla, örgütsüz kitlelerin örgütlenmesine destek olur.
Kentlerin varoşlarına yığılmış kitleler arasında, kâh proleter konumunda çalışan, kâh işsiz kalan, kâh tablacılık, piyangoculuk, otoyol satıcılığı ve benzeri işlerle sefaletten kurtulmaya çalışan geniş bir kent yoksulları kitlesi mevcuttur. Bunlara eşini yitirmiş, çocuklarına bakmak zorunda olan vasıfsız ev kadınları, öksüz ve yetim çocuklar, yalnız ve dul kalmış yaşlılar ekleniyor. Bu sosyo-ekonomik ortamda özellikle gençlik isyan duygularıyla doludur. Türkiye devriminin kitlesinin önemli bir bölümünün kaynağı bu ortamdan gelecektir. Devrimci İşçi Partisi, gerek kentsel dönüşüm uygulamalarına karşı mücadelelerinde, gerekse günlük yaşam gailesine ilişkin taleplerinde bu kitlelerin yanında yer alır. Muhtaç durumda olan ailelere, sadaka nevinden değil bir hak olarak, düzenlenmesinde onların söz hakkının olduğu biçimler altında ve kolektif kanallara öncelik verilerek toplumsal destek verilmesini savunur, bu katmanların çalışabilen bireylerine iş bulunmasını önde gelen talep sayar.
Tarım artık “çokuluslu” olarak anılan bir avuç emperyalist şirketin ve yerli ortaklarının tahakkümü altına giriyor. Gübreden tohumluğa bütün girdiler aracılığıyla ve sözleşmeli tarım temelinde üretici köylülük “çokuluslu” şirketlerin boyunduruğuna koşuluyor. Köyler üretim gücüne sahip genç nüfustan yoksun kalıyor, Avrupa’da çalışan göçmen işçilerin yazlık sayfiyeleri haline geliyor. Tarımda iş sayısı her geçen yıl azalıyor. Geride kalan köylülük gittikçe yoksullaşıyor ve devletin tarıma desteğinin de ufalanmasıyla kapitalistlerin kölesi haline geliyor. Türkiye’nin belirli kırsal yöreleri, Kürt illeri, Doğu Karadeniz, Orta Anadolu’nun bazı yöreleri gibi yoksul bölgeler, Marmara, Trakya, Ege, Akdeniz karşısında başka bir çağdan kalmış gibi duruyor. Kırlar yoksulluk üretiyor. Mevsimlik işçilik, sefil koşullarına rağmen yoksul köylünün tutabileceği tek dal haline geliyor. İşçi sınıfının siyasi hareketi kır yoksullarının sorunlarına kendi sorunları gibi sahip çıkmalıdır. İşçi sınıfı ile yoksul köylülük arasında bir ittifak Türkiye emekçilerinin ortak kurtuluşunun anahtarlarından biridir.
Kapitalizmin yeni eğilimlerinden biri, üniversiteden mezun olmuş meslek sahibi katmanları çok farklı sınıflara ayrıştırmaktır. Üniversite diploması artık ekonomik bakımdan bir güvence olmaktan çıkmıştır. “Diplomalı işsizler” genel işsizler ordusunun kanıksanmış bir parçası haline gelmiştir. Öte yandan, geçmişte vasıflı emekleri sayesinde ayrıcalıklı konumda çalışan birçok meslek sahibi, adım adım proleterleşiyor. Mühendisler, mimarlar, avukatlar, doktorlar arasında ve benzeri mesleklerde, emekgücünü satarak ücret geliriyle yaşamak zorunda kalan emekçi sayısı her geçen gün artıyor. Plazalarda, bilgisayar sektöründe, reklam şirketlerinde, bankalarda çalışan üniversite mezunları için de benzer bir gelişme söz konusu. Bu yeni katmanların işçi sınıfının yanına çekilmesi, kaderini onun kaderine bağlaması siyasi bir meseledir ve bu meselenin çözüme kavuşturulması işçi sınıfına büyük güç kazandıracaktır.
Buna karşılık, üniversite mezunu vasıflı çalışanların bir bölümü giderek piyasanın olanaklarından daha çok yararlanarak modern bir küçük burjuvazinin saflarını dolduruyor. Özel muayenehanelerden mimari bürolarına, küçük ölçekli turizmden butik sektörüne, eğitimli, Batılı bir yaşam tarzını benimsemiş yeni bir küçük burjuvazi, düzenin en sağlam payandalarından biri haline geliyor. Devrimci İşçi Partisi, bu küçük burjuvazinin yaşam tarzının önyargılarının sosyalist hareket içinde belirleyici hale gelmesine karşı mücadele eder.
Buna karşılık, parti, kapitalist toplumun gelişmesi karşısında yoksullaşan, sosyo-ekonomik çöküntü içine giren esnaf ve zanaatkârın ve çok zor koşullarda ayakta durmaya çalışan pazarcı esnafının çıkarlarının işçi sınıfının yanında olduğunu onlara anlatmaya ve onları bu mücadelenin yanına çekmeye çalışır.
Devrimci İşçi Partisi, kapitalizmin sömürdüğü ve yoksullaştırdığı, onun gelişmesinden zarar gören bütün sınıf ve katmanları işçi sınıfının çevresinde toplayarak burjuvazinin iktidarına meydan okuyacak bir büyük toplumsal güç oluşturmaya çabalar. Proletaryanın hegemonyası bunu gerektirir.
4. Her türlü ezilmeye, horlanmaya, aşağılanmaya karşı mücadele
İnsanlık, tarih öncesini yaşıyor. Gerçek insanlık tarihini açacak olan sosyalist dünya devrimine kadar insanın insanı ezmesi sayısız biçim almaya devam edecek. Hâkim sınıfların sömürülen sınıfları ezmesinin yanı sıra, insan, insan üzerinde cinsiyeti, ırkı, ulusu, dini/dinsizliği, mezhebi, yaşı dolayısıyla sayısız biçimde tahakküm kuruyor.
Devrimci İşçi Partisi, sadece kapitalizmin sömürüsü altında yaşayan işçi sınıfının ve öteki emekçilerin kurtuluşu için mücadele etmez; aynı zamanda başka türden zulüm, baskı, dışlanma biçimleri altında ezilen, horlanan, aşağılanan toplumsal grup ve kategorilerin de özgürleşmesi çabasına omuz verir, daha da önemlisi, işçi sınıfının öncüsünün, bu özgürleşmenin öncülüğünü üstlenmek üzere bütün sınıfı seferber etmesi için çalışır. İşçi sınıfı ancak zalime karşı mazlumu savunarak iktidar olabilir.
Devrimci İşçi Partisi, bütün ulusların ve dillerin eşitliğini, ulusların kendi kaderini tayin hakkını ve halkların kardeşliğini savunur. Gerek bölgemizde gerekse dünyada ezilen ulusların haklı mücadelelerinin, emperyalizmin kullanabileceği bir yara haline gelmeden uluslararası proletaryanın desteği ile yürütülmesi için çaba gösterir.
Kürt halkı, I. Dünya Savaşı ertesinde, emperyalistlerin haritasını çizdiği bir Ortadoğu’da dört ülke arasında paylaştırılmış topraklarda yaşayan bir halktır. Dünyanın, tanımlanmış bir coğrafyada yaşayan ve kendi devleti olmayan en büyük nüfusa sahip halkıdır. Dolayısıyla, Kürt sorununun esas çözümü Ortadoğu çapında olmak zorundadır. Türkiyeli Kürtlerin politik, kültürel, ekonomik hakları için mücadeleleri bütünüyle haklı bir mücadeledir. Devrimci İşçi Partisi, bu mücadelede Kürt halkının bütün haklarının verilmesinden yanadır ve bu doğrultudaki bütün taleplerini kendi talepleri olarak görür ve sahiplenir. Parti, Türkiye’de devrimin ilerlemesinde kilit görev olarak mücadele içindeki işçi sınıfı ile kendi özgücüne dayanarak özgürleşme mücadelesine girmiş Kürt halkı arasında bir ittifak kurmayı önüne koyacaktır. Kürt halkı ileriye doğru yürüdüğü sürece bu ittifak işçi sınıfının devrimci politikasının anahtarlarından biridir.
Devrimci İşçi Partisi, Kıbrıs sorununu çözecek gücün Kıbrıs’ın Rum ve Türk emekçileri olduğu temel noktasından hareketle, Kıbrıs’ta iki halktan emekçileri kucaklayacak tek bir devrimci partinin kurulması mücadelesini destekler. DİP, Türk askerleri dahil olmak üzere tüm yabancı askerlerin adadan çekilmesini, emperyalist üsler Akrotiri ve Dikelya’nın kapatılmasını, Kıbrıs’ın kaderinin Kıbrıs halkı tarafından herhangi bir dış müdahale olmaksızın belirlenmesini savunur.
Devrimci İşçi Partisi, Ermeni halkına yönelik Türkiye (Anadolu ve Mezapotamya) topraklarında yapılmış katliamlarda asıl sorumluluğun Türkiye burjuvazisine ve onun siyasi temsilcilerine ait olduğunu kabul eder. Bu katliamlardan kaynaklanan her türlü hak için verilen mücadelede Ermeni halkının yanında yer alır.
Anadolu topraklarında Aleviler yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın hunhar baskısı altında yaşadıktan sonra cumhuriyet döneminde Kemalizme verdikleri desteğe rağmen bir dini inanç topluluğu olarak sürekli baskı altında yaşamışlardır. Sünniliği Diyanet İşleri aracılığıyla devlet dini haline getirmiş olan cumhuriyet, Alevilerin bir dini inanç topluluğu olarak eşitliğini hiçbir zaman kabul etmemiştir. Bunlar yetmezmiş gibi, Aleviler devletin ya da devlet koruması altındaki gerici güruhların saldırılarıyla defalarca katliama (Dersim, Maraş, Sivas, Gazi ve benzeri) maruz bırakılmışlardır. Bu katliamlarda Alevilerin çoğunluğunun cumhuriyetin ilk döneminden bu yana desteklemiş olduğu, başta CHP, Kemalist partiler hep iktidardaydı. Devrimci İşçi Partisi, bir yandan Alevilerin ezilen bir dini topluluk olarak eşit haklara kavuşma çabasına omuz verirken, bir yandan da Alevi toplumunun bugün yaşadığı muhafazakârlaşma eğilimlerine karşı Alevi işçi ve emekçilere kurtuluşlarının ancak bütün ezilme biçimlerine karşı mücadele edecek sosyalist işçi hareketiyle ittifak içinde bir işçi iktidarı yaratma yoluyla gerçekleşeceğini anlatmaya çalışacaktır.
İnsanlığın yarısı kadınlar, binlerce yıldır sırf kadın oldukları için erkek egemen ezme ve tahakküm sisteminin baskısı altında yaşamaktadırlar. Bu tahakküm, solda genellikle sanıldığının aksine sadece “feodal” bir baskı biçimi değildir, kapitalist toplum tarafından devralınmış ve bazı eski biçimlerin tasfiyesine paralel olarak yeni ezme biçimlerinin ortaya çıkması temelinde sermayenin hakimiyeti ile iç içe geçmiş bir toplumsal sistemdir. İçinde yaşadığımız toplumda bütün kadınlar ezilmektedir. Kadınların kurtuluşu için erkek egemenliğinin bütün sebep ve sonuçlarını ortadan kaldıracak mücadele bugünden başlayacaktır. Ama bu zulüm sisteminin kökleri maddi hayatta, aile ve toplum içi cinsiyetçi işbölümünde ve ev içindeki görünmeyen emekte yatar. Dolayısıyla, kadınların kurtuluşu aynı zamanda kapitalist iktidarın devrilmesini, özel mülkiyetin kaldırılmasını, kolektif bir ekonominin gelişmesini gerektirir. Öyleyse, bu mücadelenin öncülüğünü, hem sınıfsal hem de cinsel olarak çifte ezilme yaşayan ve erkek egemen kapitalist sistemin sürmesinden hiçbir çıkarı olmayan işçi ve emekçi sınıflardan kadınlar yapacaktır. Devrimci İşçi Partisi, kadınların kurtuluş mücadelesine hem kendi pratiğinde ve parti içi ilişkilerinde, hem de kadın kurtuluş hareketine destek vererek yandaş olacaktır. Bu mücadele aynı zamanda eşcinsel, transseksüel gibi cinsel yönelimleri dolayısıyla baskı altına alınan, horlanan, aşağılanan bütün grupların hâkim erkek egemen sistem karşısında savunulmasını da içerecektir.
Sınıflı toplumlarda gençlik geleneksel toplumun baskıları altında kalan bir katmandır. Ama kapitalizmin gelişmesi ile birlikte gençlik de kendi içinde aynen toplumun bütünü gibi sınıfsal farklılaşmaya maruz kalmıştır. Lise, dershane ve üniversite gençliği de sadece okul sınıflarına değil toplumsal sınıflara da ayrışmıştır. 60-80 kişilik dersliklerde eğitim gören milyonlarca lise ve meslek okulu öğrencisi ile yabancı, özel veya ayrıcalıklı devlet okullarında okuyan burjuva ve orta sınıf çocukları arasında bir uçurum açılır. Bu uçurum daha sonra yurtdışı, özel ve ayrıcalıklı devlet üniversitelerinde okuyanlarla yıllarca üniversite kapılarında sürünen veya derme çatma Anadolu üniversitelerine kapağı atan veya Açık Öğretim denen standart altı yüksek öğretime mahkûm edilen öğrenciler arasında daha da büyür. Devrimci İşçi Partisi, öğrenci gençlik içinde, bu kesimin özgül sorunlarını atlamadan, işçi ve emekçi sınıftan gelen öğrencilerin sorunları üzerinde yoğunlaşacaktır. Bütün gençlerin karşılaştığı her türlü ortak toplumsal ve siyasi baskı karşısında durmayı da görev bilecektir. Gençleri, ileride çalışma hayatlarında üretimin bir vidası haline getiren eğitim sistemine savaş açacaktır. Gençlerin ileride, işyerinin ve toplumun yönetimini ellerine alabilmeleri için politeknik eğitimle, çok-yönlü ve pratikle iç içe yetiştirilmesi için mücadele edecektir. Üniversitenin burjuva devletinin ve sermayenin hakimiyetinden kurtarılıp toplumun ezici çoğunluğunun hizmetine verilmesi için, gününü çoktan doldurmuş “özerk” üniversiteyi değil, “Özgür Emekçiler Üniversitesi”ni savunacaktır.
Dünya nüfusunun yaklaşık %10’unu engelliler oluşturmaktadır. Savaş, ağır çalışma koşulları sonucu meydana gelen iş kazaları, trafik kazaları, çevre kirliliği dolayısıyla doğuştan ortaya çıkan sorunlar, bu yüksek oranın oluşumunda başlıca etkenlerdir. Engelli nüfusun önemli bir kısmının (tedaviye ulaşma güçlüğü, bilgi yetersizliği vb. etkenlerle) işçi ailelerinde yaşandığı da bir gerçektir. Devrimci İşçi Partisi, emekçi halkı hastalık ve sakatlıklarla yüz yüze bırakan bu toplumsal sorunların giderilmesine yönelik önleyici tedbirlerin alınmasını savunur. DİP, engellilerin hak mücadelesini işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olarak görür ve diğer tüm ezilen kesimler gibi engellilerin de uğradıkları negatif ayrımcılığa karşı mücadele eder. Engelliler günlük hayatta erişim ve ulaştırma sorunlarından sağlığa, sosyal güvenliğe, eğitime kadar birçok alanda çok ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır, ama belirleyici sorun istihdamdır. Engellilerin sorunlarının çözümü ve toplumsal yaşama engelli olmayan insanlarla eşit düzeyde entegre olmaları, ancak kolektif bir ekonomik yapının içinde mümkün olacaktır.
5. Toplumsal mülkiyet temelinde demokratik olarak planlanmış bir ekonomi
Kapitalizm, insanlık tarihinde özel mülkiyetin en gelişkin, en arı biçimini almış olduğu toplumdur. Toprağın, doğal kaynakların, makine ve teçhizatın, kısacası insanın geçimini sağlamak için üretimde kullandığı bütün araçların, toplumun küçük bir kesiminin özel mülkiyeti altına alınması, işçi sınıfının ve öteki emekçilerin sömürülmesinin temel kaynağıdır. Özel mülkiyet, aynı zamanda, işbölümünün derinlemesine gelişmiş olduğu bir toplumda meta üretiminin, yani piyasanın, üretimin temel düzenlenme biçimi haline dönüşmesine de yol açar. Devrimci İşçi Partisi’nin amacı, sömürüye, rekabete, açgözlülüğe, hırsa, herkesin herkesin düşmanı hale gelmesine yol açan bu ekonomik sistemi yıkarak, yerine bütün toplumun üretim araçlarına ortaklaşa sahip olduğu, ekonominin işçi ve emekçi halkın ihtiyaçları doğrultusunda planlanmış önceliklerle yönetildiği, hem özel mülkiyetin, hem de piyasanın ortadan kalktığı, bununla beraber sınıfların ekonomik temelinin de ortadan kalktığı, böylece rekabetin yerini dayanışmanın aldığı yeni bir ekonomi tesis etmektir.
Kapitalizm, 20. yüzyıl boyunca tarihsel gelişmenin seyrinde, dünyanın her köşesinde işçi sınıfının ve öteki emekçi kitlelerin verdiği büyük mücadeleler ve bu mücadelelerin sonucunda bir dizi coğrafyada kapitalist özel mülkiyeti ortadan kaldıran devrimler geliştikçe, hem gelişmiş, hem de emperyalizme bağımlı ülkelerde işçi sınıfına bazı tavizler vermek zorunda kalmıştı. Burjuvazinin devleti eğitim, sağlık, işsizlik, konut, kentleşme, kültür ve benzeri bir dizi alanda toplumsal ihtiyaçlara cevap vermek üzere faaliyetlerini yaygınlaştırmıştı. Ancak 1970’li yıllarda dünya kapitalizmi krize girdikten sonra, özel olarak da kapitalizmin geçmişte ilga edilmiş olduğu Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa, Çin, Vietnam gibi ülkelerde kapitalizme dönüş süreçleri başlayınca, uluslararası sermaye dünyanın her yanında, elbette değişen tempolarda, işçi sınıfının ve emekçilerin iki yüzyıl boyunca mücadelelerle elde etmiş olduğu haklarına, mevzilerine, kazanımlarına saldırmaya başlamıştır. Böylece, onyıllar boyu süren “refah devleti” türü ideolojik propagandadan sonra, kapitalizmin gerçek karakteri bir kez daha ortaya çıkmıştır.
1970’li yıllarda başlayan uzun krizin 2008 yılından itibaren bir Büyük Depresyon’a dönüşmesiyle birlikte, işçi ve emekçilerin kazanımlarına saldırı, bu tür sosyal hizmetlerin en yaygın tarzda uygulandığı Avrupa’da en ağır biçimlerini almıştır.
Türkiye’de de burjuvazi, başta Avrupa Birliği olmak üzere emperyalist ortaklarının ve emperyalizmin İMF ve Dünya Bankası türü uluslararası kuruluşlarının da desteğiyle, bu toprakların işçi sınıfına karşı 1980’den beri ağır bir taarruzu sürdürüyor. Bu taarruzun ana eksenleri, özelleştirme, sendikasızlaştırma, esnekleştirme ve güvencesizleştirme, sosyal hizmetlerin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesidir. Bu taarruzun kısa adı neoliberalizmdir. İslamcısından liberaline, faşistinden sözde sosyal demokratına, düzenin bütün partileri burjuvazinin işçilere ve emekçilere yönelik bu taarruz programına bağlıdırlar.
Devrimci İşçi Partisi, özelleştirmeye toptan karşı olmakla yetinmez; hem Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT’ler) arasında özelleştirilmiş olanları, hem de sağlık, eğitim ve benzeri alanlarda gelişmiş olan özel kurumları (hastane, okul, üniversite vb.) topluca, bedel ve tazminat ödemeksizin, işçi denetiminde kamulaştırmak için mücadele eder.
Esnek olarak anılan güvencesiz çalışmaya karşı, Devrimci İşçi Partisi işçilerin hukuki ve sendikal alanlarda tırpanlanmış olan bütün haklarını geri kazanmak için büyük işçi kitleleri içinde çalışır.
Sosyal haklar ve hizmetler sonuna kadar savunulacaktır. Eğitim her düzeyde parasız olmalıdır. Tüm özel okullar, dershaneler ve üniversiteler işçi denetiminde kamulaştırılacaktır. Eğitim sisteminde bütün gençlerin parasız, eşitlikçi, dünyevi, bilimsel ve demokratik bir eğitim alma ve anadilinde eğitim görme hakkını karşılayacak biçimde köklü değişimler yapılacaktır. Parti, herkese eşit, parasız, nitelikli ve erişilebilir sağlık hizmeti verilmesi için mücadele eder. Bu çerçevede bütün özel sağlık kuruluşlarının işçilerin ve emekçilerin denetiminde kamulaştırılmasını hedeflemektedir.
Yaşamak ve ailesini geçindirmek için yapabileceği tek şey ücretli bir işe girmek olan işçilerin işsiz kalması, kapitalizmin işçileri birbirine karşı oynamak için bir yedek sanayi ordusu yaratma ihtiyacının bir ürünüdür ve insan hayatına karşı büyük bir suçtur. Parti, işsizliğe karşı, işten atmanın yasaklanmasını talep ederek, ücretlerde kesinti olmaksızın çalışma sürelerinin kısaltılması ve ek vardiyalar yaratılması yoluyla ve geniş bir kamu yatırımları seferberliği aracılığıyla mücadeleyi savunur.
Devrimci İşçi Partisi, iç ve dış borçların tefecilik benzeri bir sömürü mekanizması olduğunu savunarak bunların geri ödenmesini reddeder. Sadece işçi ve emekçilerin ihtiyat amaçlı olarak almış oldukları tahvil vb. araçların geri ödenmesini kabul eder.
Devrimci İşçi Partisi, işçi sınıfının yanı başında ve içinde bütün bu kısmi haklar ve talepler uğruna mücadele etmekle birlikte, aynı zamanda bu hakların en gelişkin kapitalist toplumda bile güvence altında olmadığının ve son tahlilde kapitalist sömürünün sargı bezi gibi işlev gördüğünün bilincini işçi sınıfına taşımak için bütün olanakları kullanır. Esas olan, insanlığın baş belası, işsizliğin, yoksulluğun ve sefaletin kaynağı kapitalizmi ortadan kaldırarak insanın insanı sömürmediği sınıfsız bir toplumu kurmaktır.
Devrimci İşçi Partisi, bu amaçla, işçi iktidarında bütün büyük üretim araçlarını kamulaştırmayı, bütün bankaları kamulaştırdıktan sonra birleştirerek tek bir devlet bankası haline getirmeyi, dış ticareti bütünüyle devlet kuruluşlarının tekeli altına almayı, toplumun kaderini bir kumarhanenin mantığına bağlayan borsayı kapatmayı, toplumun kontrolüne verilmiş, kamu mülkiyeti altındaki üretim araçlarının tamamını tek bir merkezi demokratik plan çerçevesinde işçi ve emekçilerin ihtiyaçlarına karşılık verecek biçimde sosyalist bir planlama temelinde ve piyasanın belirleyiciliğini her geçen yıl daha çok gerileten bir tarzda kullanmayı hedefler. Planlama başlangıçta sadece ülkenin kendi sınırları içinde geçerli olsa bile, amaç kaynakların planlı kullanımını sürekli olarak genişleyen bir ölçekte, gittikçe daha çok ülkeyi kapsayacak biçimde yaymaktır.
Geçmişte kapitalizmin ilga edilmiş olduğu toplumlarda uygulanan planlama yöntemlerinden öğreneceğimiz çok şey olmakla birlikte, sosyalizme geçişte ekonomiye ve devlete hâkim olan bir bürokrasinin yarattığı yozlaşmaya maruz kalan o toplumlarda yapılanın tersine, geleceğin sosyalizminde planlama işçi, emekçi ve ezilenlerin kendi ihtiyaç ve önceliklerini demokratik bir tarzda ortaya koyduğu bir sürecin ürünü olacaktır.
6. Sürekli savaşa karşı sürekli devrim
Kapitalizm 20. yüzyılın başında en yüksek aşaması olan emperyalizm çağına girdiğinden bu yana dünyayı genel ve yerel savaşlarla kana bulamıştır. Emperyalizm, bugün artık “çokuluslu şirketler” olarak anılan büyük tekelci grupların ve bankaların elbirliği içinde dünya çapında yürüttükleri sermaye birikiminin güvencesi olarak en güçlü devletlerin bütün dünya halkları üzerinde kurduğu hakimiyet sistemidir. Önce sömürgeleştirme biçimini almışsa da, günümüzde bağımsız devletler üzerinde sayısız ekonomik, politik, askeri ve kültürel yöntemle kurulmuş bir tahakküm aracılığıyla yürütülmektedir. Emperyalist ülkeler ile emperyalizme bağımlı ülkeler arasındaki savaşlarda, Devrimci İşçi Partisi, bağımlı ülkenin siyasi yönetiminin karakterinden bağımsız olarak, ikirciksiz biçimde emperyalistlerin yenilgisi için mücadele eder.
Türkiye emperyalizme bağımlı bir ülkedir. 19. yüzyıl Osmanlı döneminde bir yarı sömürge biçimini alan bu bağımlılık, daha sonra 20. yüzyılda cumhuriyet döneminde burjuvazinin emperyalizme bağımsız bir devlet aracılığıyla kölece bağlanması biçiminde sürdürülmüştür. Bugün de Türkiye hem tek tek emperyalist merkezlere (ABD ve AB), hem de emperyalizmin ulusüstü kurumlarına (İMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, NATO vb.) bağımlılık yoluyla emperyalizme tâbi bir ülkedir. Ancak, 21. yüzyılda bu bağımlılık zavallı bir halkın bağımlılığı olmaktan çıkmış, Türkiye burjuvazisi emperyalist patronlarıyla işbirliği içinde Türkiye’yi çevreleyen bölgelerde (Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya), hatta daha uzak yörelerde (Afrika) ekonomik, politik, askeri ve kültürel nüfuzunu arttırarak dünya hiyerarşisinde yükselen bir yere sahip olmaya yönelmiştir. Türkiye’yi 1990’lu yıllarda emperyalizmin saldırgan politikalarıyla parçalanan Yugoslavya’ya benzetenler, Türkiye burjuvazisinin ve devletinin oyununu oynayanlardır. Türkiye, Latin Amerika’da Brezilya, Güney Asya’da Hindistan, Afrika’nın güneyinde Güney Afrika Cumhuriyeti gibi, emperyalizmle işbirliği içinde bölgesel hegemonyaya soyunmuş, daha yoksul ve küçük ülkeler üzerinde hakimiyet peşinde koşan bir ülkedir. Enternasyonalizm, Türkiye’nin bu rolünün, ulusal çıkarlar adına savunulmasını değil reddedilmesini gerektirir.
Türkiye’de bütün düzen partileri emperyalizmle, farklı biçimlerde de olsa, işbirliği taraftarıdır. Devrimci İşçi Partisi, kapitalizme karşı mücadelenin mutlaka emperyalizme karşı mücadeleyi de içermesi gerektiğini savunur. Tutarlı bir anti-emperyalist mücadele halkları bölerek ve birbirine karşı kışkırtarak emperyalizme karşı zayıf düşüren milliyetçilikle ve ulusal devlet savunusuyla çelişir. Anti-emperyalist mücadele enternasyonalist bir perspektifle başarıya ulaştırılabilir. Parti, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını savunmanın yanı sıra enternasyonalist faaliyetiyle NATO’nun lağvedilmesi için de uluslararası alanda çaba gösterir. İncirlik Üssü’nün kapatılması, ABD’nin İncirlik’e yerleştirdiği gizlenmeye çalışılmakla birlikte bilinen onlarca nükleer başlığın bu topraklardan derhal kovulması, füze kalkanı projesinden Türkiye’nin çekilmesi, Türkiye’nin İMF’den ve Dünya Bankası’ndan kopması için mücadele eder.
Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Çin’in kapitalistleşmesi, Doğu Avrupa’dan Çin Denizi’ne kadar bir istikrarsızlık bölgesi yaratmıştır. Emperyalistler bu devasa alanda, yani Avrasya’da, hem yağmalanacak kaynaklar ve pazarlar görmektedirler, hem de başta Çin, sonra Rusya olmak üzere rakip süpergüçlerin yükselişinden ve böylece kendilerinin dünya çapında kurmuş olduğu hegemonyaya meydan okuma olanağına kavuşmasından büyük bir huzursuzluk duymaktadırlar. Bu dinamikler, 20. yüzyıl sonunda ve 21. yüzyıl başında yeni bir emperyalist yeniden paylaşım dalgasının dünya politikasının merkezine oturmasına yol açmıştır. Başta ABD olmak üzere, emperyalist devletler insanlığı bir kez daha kanlı savaşların yaratacağı felaketlere doğru sürüklemektedir.
Devrimci İşçi Partisi, emperyalizmin yeniden paylaşım yönündeki cehennemi mantığının, hülyalı pasifist yaklaşımlarla evcilleştirilemeyeceğini insanlığın, 20. yüzyılın deneyiminden öğrenmiş olması gerektiği kanısındadır. Emperyalizmin insanlığı sürüklemekte olduğu savaş yoluna, hatta olası bir Üçüncü Dünya Savaşı’na karşı etkili tek yöntem, emperyalizmin ardındaki gerçek dinamikleri, yani kapitalist tekellerin dünyayı paylaşma ve yağmalama dürtüsünü ortadan kaldırmaktır. Öyleyse, “Sürekli Savaşa Karşı Sürekli Devrim” DİP’in bu dönemdeki başlıca şiarı olacaktır.
Avrupa Birliği, Türkiye burjuvazisinin ve onun işçi hareketi içindeki yandaşlarının sunmaya çalıştığı gibi bir demokrasi, barış ve uygarlık projesi değil, parçalanmış Avrupa’nın farklı emperyalist ülkelerinin sermayesinin emperyalistler arası rekabette geri kalmasına karşı geliştirilmiş bir emperyalist süpergüç yaratma projesidir. Devrimci İşçi Partisi, Avrupa Birliği’ne “ulusal çıkarlar” açısından değil, bütünüyle işçi sınıfının ve dünya devriminin çıkarları açısından “Hayır!” demektedir. Önerdiği alternatif, Avrupa halklarının eski ulus devletlere geri dönmesi değil, kıtanın işçi sınıfının önderliğinde bir Avrupa Sosyalist Birleşik Devletleri kurulmasıdır.
7. Eli sopalı parlamentarizme karşı konseyler devleti
Türkiye burjuvazisi, cumhuriyet tarihinin en demokratik dönemi olan 1960’lı ve 70’li yıllarda başta işçi sınıfı olmak üzere, bütün emekçilerin, gençliğin, Kürt halkının ve emekçi köylülüğün verdiği muazzam mücadele karşısında, başka kavşaklarda da yaptığı gibi, askeri müdahalenin kollarına sığınmıştır. 12 Eylül 1980’de kurulan zalim askeri diktatörlük, bir yandan işçi sınıfının iki onyıl boyunca elde ettiği kazanımları tırpanlarken, bir yandan da Türkiye’nin siyasi rejimini burjuva düzenini rahatsız eden bütün hareketler karşısında polis tedbirlerine başvuran, kitlelere karşı durmaksızın şiddet uygulayan bir parlamenter sistem olarak yeniden kurmuştur. Aradan geçen üç onyıl boyunca Avrupa Birliği’ne uyum gerekçesiyle yasal çerçevede yapılan bütün değişiklikler büyük ölçüde göz boyama olarak kalmıştır. Bugün Türkiye hâlâ hâkim sınıf iktidarının esas olarak polis gaddarlığı temelinde sürdürüldüğü bir ülkedir.
Polis gaddarlığına askeriyenin politikaya sürekli olarak karışması ve kritik dönemeçlerde ise boydan boya müdahale etmesi eklenince, Avrupa Birliği’nin 2004’te Türkiye’nin siyasi rejiminin demokratik haklar bakımından “Kopenhag Kriterleri”ne uygun olduğu yolundaki tespitinin sadece ikiyüzlü AB taraftarlarını kandırabileceği belli olur.
Devrimci İşçi Partisi, başta işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele konusundaki hakları olmak üzere, bütün demokratik mevzilerin savunucusudur. Demokrasi sorununa soyut bir haklar sorunu olarak değil, her zaman sömürülen, ezilen, horlanan kitlelerin kazanımlarının ilerletilmesi ve kurtuluşlarının yolunun açılması açısından somut biçimler olarak bakar. İşçi ve emekçilerin pratikte sendikalaşma hakkının olmadığı bugünkü rejimi “ileri demokrasi” olarak sunan sahtekârları teşhir etmek başlıca görevlerinden biridir.
İşçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin, aydınların, azınlık gruplarının ve azınlık görüşlerinin kendi demokratik hakları için de, genel olarak hak ve özgürlükler için de verdiği mücadelelerin yanı başında ve içinde yer almakla birlikte, Devrimci İşçi Partisi, en gelişkin burjuva parlamenter sisteminin bile burjuvazinin hakimiyetinin bir biçimi olduğunu, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi ve ezilen kitlelere yorulmadan usanmadan anlatır. DİP’in hedefi, sermayenin kontrolündeki “hür” medyanın belirlediği bir düşünce ortamı içinde, paranın gücü sayesinde belirlenen milletvekili adaylarının yarıştığı “hür” seçimlere dayanan bir sistemin karşısına, gerçekten özgür kitlelerin kendi içlerinden, üretim ve mücadele ortamlarından seçecekleri konseylerin hâkim olduğu bir işçi iktidarını savunur.
8. Ortadoğu Sosyalist Federasyonu ve Dünya Sosyalist Federasyonu
Devrimci İşçi Partisi, geleceğin ulusal denen devletlerde değil, bütün halkların birbirleriyle dayanışma içinde kuracağı, her birini daha varlıklı kılacak büyük ekonomik birimler oluşturacak ve hiçbir ulusun ötekileri ezmesine olanak tanımayacak federasyon ve konfederasyonlarda olduğu kanısındadır. “Ulus devlet” olarak anılan devletler de bütün tarihsel yapılar gibi geçicidir. Kapitalist çağın bir ürünü olan ulus kategorisinin esas işlevi, burjuvazinin tarihsel olarak küçük bölgelere bölünmüş pazarları kendi çıkarları doğrultusunda daha geniş bir ulusal pazarda bütünleştirmesi olmuştur. Ne var ki, üretici güçlerin gelişmesi, ulus devletlerin sınırlarını çoktan aşmıştır. Uydu teknolojisinden modern telekomünikasyona ve yeni ulaştırma olanaklarına kadar çeşitli teknolojiler, artık ulus devleti üretici güçlerin önünde bir engel haline getirmekte, bu biçimin aşılmasını insanlığın önüne bir görev olarak koymaktadır.
Ne var ki, ulus devletlerin “küreselleşme” çağında aşılmış olduğuna dair iddialar birer efsane olmaktan öteye gitmez. Çünkü, tarihsel olarak birer ulus devlet çerçevesinde gelişmiş olan burjuvaziler, gerek birbirleriyle rekabetlerinde, gerekse işçi ve emekçiler üzerindeki hakimiyetlerinde ulus devletlere hâlâ vazgeçilmez biçimde bağlıdırlar. “Küreselleşme” döneminde ulus devletin aşılması olarak anılabilecek ne varsa, bu, daha güçlü ulus devletlerin, yani emperyalist devletlerin gücüne güç katacak biçimde gerçekleşmektedir ve gerçekleşecektir.
Öyleyse, ulus devletlerin ulusların gerçek eşitliğini sağlayacak biçimde aşılması uluslararası işçi sınıfının önündeki bir görevdir. İşte, tarihsel gelişmenin özgüllüğü çerçevesinde kurulacak federasyon ve konfederasyonların işlevi de buradan bütün ulusların kaynaşacağı bir geleceğe uzanan bir köprü olmaktır.
Devrimci İşçi Partisi, bölgemizde bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu kurulmasını, bu federasyonun Türk, Kürt, Arap, İranlı ve başka halkları kardeşçe bir araya getirmesini savunur.
Kafkasya’da, iç içe yaşayan milliyet ve halkların varlığı dolayısıyla, bütünüyle bağımsız devletlerin etnik arındırma ve katliamlarla sonuçlanacağı açıktır. Bölge halklarının zorla göç ettirilmesini reddeden bir temelde bir Kafkas Halkları Federasyonu savunulmalıdır.
Devrimci İşçi Partisi, Rusya ve Çin gibi iki dünya devinin Türki halklar, Farsi kökenli halklar ve Moğollarla birlikte yaşadığı, Doğu Avrupa’dan Çin Denizi’ne kadar uzanan devasa coğrafi bölgede, emperyalizmin Müslüman halkları bu iki büyük güce karşı kullanması olasılığını da, Rusya ve Çin’in Türki halklar karşısında tarihin uzun dilimleri boyunca hâkim ulus olmuş olduğunu da unutmadan, bu ikilemin ancak, proletarya enternasyonalizmine dayanan bir Kuzey Asya Sosyalist Devletler Konfederasyonu çerçevesinde çözülebileceğini savunur.
Bütün sosyalist devletler birlikleri, federasyonlar ve konfederasyonların nihai amacı insanlığın tek bir ulus gibi kaynaşmasıdır. Dünya Sosyalist Federasyonu, insanlığın bir devlet altında yaşadığı son dönemin biçimi olacak, ondan sonra devlet tarihin müzesine havale edilecektir. O zaman özgürlük yeryüzünde en güzel kılığıyla, mavi işçi tulumuyla dolaşacaktır.