Kaynayan Kazan
Financial Times’a göre seçimin yaklaştığı, cari açığın arttığı ve bankaların izlenen para politikasından şikayetçi oldukları bir dönemde, Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Başçı'nın elinde fazla ısınmış bir tepsi varmış. Eğer burjuva basınının önde gelen bir yayın organı cari açık, bütçe açığı gibi verilerden hareketle Türkiye ekonomisini ısınmış tepsiye benzetiyorsa, dünya ekonomisine yön veren ABD ekonomisini pekâlâ kaynayan kazana benzetmek mümkün.
Kısa bir süre önce ABD kongresinde Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında bütçe üzerinden yaşanan görüş ayrılığı tüm federal kamu kurumlarını neredeyse kepenk indirme noktasına getirmişti. Sorun ABD’nin bütçe açıkları ve artan kamu borcu karşısında nasıl önlem alınacağı konusunda yaşanan görüş ayrılığından kaynaklanıyordu. ABD hükümetinin bütçe açığını önümüzdeki 12 yılda 4 trilyon dolar azaltmayı amaçlayan kararıyla kongrede yaşanan kriz sürecin dolmasına 56 dakika kala aşıldı. Her ne kadar Başkan Obama “tarihimizde kamu harcamalarının en büyük gerilemesi” ifadesini kullansa da ABD’nin kararın hemen ardından ciddi kemer sıkma politikalarına yönelmesi pek olası görülmüyor. Son yapılan IMF-Dünya Bankası ortak toplantısında hem IMF yetkilileri hem de çeşitli ülkelerin maliye bakanları ABD’yi bütçe açığını azaltmada yeteri kadar çaba göstermemekle eleştirerek, zengin ülkelerde bütçe üzerindeki yüklerin küresel ekonomideki toparlanmayı tehdit ettiği uyarısında bulunmuşlar. S&P adlı kredi derecelendirme kuruluşu da “kemer sıkma” baskısıyla ABD’nin kredi notu derecesini durağandan negatife düşürdü. Söz konusu kuruluşun bir analisti “son ekonomik krizin üzerinden 2.5 yıldan fazla zaman geçerken ABD’li politika yapıcılar mali görünümdeki kötüleşmenin önüne nasıl geçecekleri ya da uzun vadeli mali baskılara nasıl karşı koyacakları konusunda uzlaşamadılar” değerlendirmesini yapmış.
ABD ekonomisinin durumu, burjuvazinin günümüz kriz koşullarında ne tür bir açmazla karşı karşıya olduğunu kavramak bakımından emsal teşkil ediyor. Küresel krizde başta ABD, bir çok ülke finans kuruluşlarını ayağa kaldırmak, ekonomilerini canlandırmak, için olağanüstü harcamalar yaptı. Amaç sermayeyi bir çöküşün eşiğine getirmemekti. Fakat bu müdahalelerle bütçe açıkları büyüdü. Büyüyen açığı kapatmak için ülkeler kamu borçlanmasına gitti. Bu defa da kamu borçları ödenemeyecek boyutlara ulaştı.
Bu şartlarda başta ABD olmak üzere gelişmiş ve gelişmekte olan kapitalist ekonomilerin bütçe krizini sermaye lehine çözmek üzere önlerinde iki alternatif var: 1- bir yandan toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçilerin faydalandığı sosyal harcamaları daha da kısmak, öte yandan spekülatif işlemlerle krizin doğrudan sorumlusu olan sermaye sınıfına milyarlarca dolarlık vergi indirimleri yapmaya devam etmek, 2- bütçede az miktarda kısıtlamaya gitmek ve bu arada sermaye sınıfının kârlarına dokunmadan dolaylı vergileri artırmak. Her iki alternatif de kökleri kâr oranlarının düşme eğiliminde yatan kriz dinamiklerini ortadan kaldırmak bir yana, kemer sıkma politikalarıyla krizin bedelini emekçilerin sırtına yıkmayı amaçlıyor.
Oysa üçüncü bir alternatif daha var: Başta bankalar olmak üzere mali spekülasyona yönelmiş sermaye kesimlerini kamulaştırmak ve buradan elde edilecek gelirle istihdam yaratmaya, toplumun yaşam düzeyini yükseltmeye, sosyal hizmetleri (sağlık, eğitim, emeklilik) artırmaya dönük yatırımları gerçekleştirmek. Ancak ekonomiyi kârların yerine sosyal ihtiyaçların emrine bırakan bakış açısıyla üçüncü alternatifin gerçekleşmesi bir ön koşula bağlı: Tüm emekçi ve ezilenlerin kazan kaldırması!