Zaman gazetesi komünist oldu!
AKP’liler Tayyip Erdoğan’ın dişi ağrısa ya da zevcesi Emine Hanım’ın teyzesi rahatsızlansa suçu “Gezi” eylemcilerine ya da onunla eş anlamlı olmak üzere darbeciliğe, Ergenekonculuğa falan atacak artık. Geçtiğimiz hafta İstanbul trafiği halkı çıldırtacak derecede tıkanınca yine aynı şey oldu. Meselenin faturası yine Gezi’ye ve Ergenekon’a çıkarıldı. Tayyip Erdoğan ise “hallolur inşallah” diyerek sorunu çözdü!
Ama iktidarın kendi içindeki muhalefet rolünü oynayan cemaat için durum bu kadar basit değil anlaşılan. Kimin ne çıkarı var bilinmez ama Pensilvanya imamının yayın organı Zaman teşhisi başka türlü koydu: “Bu şehre, bu kadar kamyon çok”. Peki, ne yapmalı? Zaman çözümü Uluslararası TIR ve Ağır Vasıta Şoförleri Derneği başkanının ağzından açıklamış: demiryoluna ve denizyoluna ağırlık vermek. Demeç biraz tuhaf: ekmeğini kara taşımacılığından kazanan insanların kurduğu derneğin başkanının demiryolunu ve denizyolunu öne çıkartması işin doğasına aykırı. Herhalde TIR ve ağır vasıta şoförleri ruhsat alıp tren makinisti veya kaptan olma konusunda özlem içinde değildir. Hayatını kamyon şoförlüğünden kazanan insanlar için karayolu taşımacılığını ulaştırmadaki ağırlığının azalması çıkarlarına aykırıdır.
Ama aykırı olan bununla sınırlı değil. Zaman’ın ait olduğu büyük siyasi aile için denizyolu neyse ama demiryolu taşımacılığı tam anlamıyla tabudur, nefret edilecek bir şeydir. Karayolu tutkusu Menderes ile başlamış, Demirel’le devam etmiş, Turgut Özal’la doruğuna çıkmıştır. Özal o kadar ileri gitmişti ki, demiryolu taşımacılığına “komünist” damgasını vurmuştu. Ona göre, sadece komünist ülkeler demiryolu taşımacılığına öncelik vermiştir. “Piyasa ekonomisi” (siz bunu kapitalizm olarak okuyun) kara taşımacılığını gerektirir.
İşte Türkiye’yi ve İstanbul’u bugünkü zavallı haline getiren bu kafadır! Siz otomotiv ve petrol şirketlerinin çıkarları için bütün geleceğinizi karayolu taşımacılığına bağlarsanız, o zaman kentlerinizin trafiği de dev bir çarpışan otomobiller arenasına döner. Hele hele Avrupa ile Anadolu arasında bir kavşak oluşturan İstanbul gibi bir kentin. Avrupa’dan ithalatınız ve Avrupa’ya ihracatınız Türkiye’nin en zengin bölgelerinden olan Marmara ve Trakya’nın ihtiyaçları ve Trakya’da yoğunlaşmaya başlayan sanayi tesislerinin girdi ve çıktılarının ulaşımı ile birleşirse, İstanbul bir kent olmaktan çıkar, bir karayolu taşımacılığı merkezine döner. Ondan sonra gelsin köprüler. Köprüye karşı çıkanlara, sanki karayolu taşımacılığı Allah’ın emri imiş gibi, “gördünüz mü nasıl kısa görüşlüsünüz?” dersiniz sonra. Oysa Türkiye bütün ağırlığı karayolu taşımacılığına vermeseydi hiç de bir ikinci, bir üçüncü köprü gerekmezdi.
TEM’e ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne çıkan herkes, o dehşet verici kamyon trafiği içinde ezilecek gibi olduğunda, bu ana yolun ve köprünün İstanbullulara değil, sermayedarların uzun mesafeli ticaretine hizmet ettiğini etinde kemiğinde hisseder. Şimdi Kuzey ormanlarını katledecek olan üçüncü köprü de aynı çıkarlara hizmet edecektir. Yani kendini pek şanslı sayan İstanbul ahalisi de sermayenin, ama en başta otomotiv sermayesinin ve uluslararası petrol şirketlerinin kurbanı durumundadır. Tabii dünyanın en güzel kentlerinden biri olan İstanbul da.
Gezi mi dediniz? Kapitalizm hep kendi yarattığı felaketlere karşı doğan tepkilere kızar. Oysa felaketin kendisi kapitalizmin ürünüdür. Zaman’ı bile çıldırtır bu felaketler. Ve “komünist” politikalar benimsemeye iter!