TÜSİAD burjuvazisinin resmidir!
Ertuğrul Özkök, Türkiye burjuvazisinin en köklü günlük gazetelerinden biri olan ve genellikle en çok satan gazetesi Hürriyet’i 20 yıl boyunca genel yayın yönetmeni sıfatıyla yönlendirmiştir. Ayrıca, bütün bu dönem boyunca köşe yazıları birinci sayfadan bağlantıyla verilmiş ve burjuvazinin kendisi ve aydınları tarafından merakla okunmuştur. Ertuğrul Özkök, 28 Şubat’tır. Ordunun 1997’de Erbakan’a karşı örtülü darbesini gizlemek için kullandığı taktiğin adı olan “Silahsız Kuvvetler” deyimini ilk kez onun kullandığına dair inandırıcı bulgular vardır. Ertuğrul Özkök TÜSİAD ile TSK’nın bir zamanlar var olan mutlu evliliğinin sağdıçıdır. İşte bu adamın bugünlerde Tayyip Erdoğan’ın yönetiminden çok rahatsız olması anlaşılır bir şeydir. Bakın yeni yayınlanmış bir kitabı dolayısıyla (artık Hürriyet tarafından yayınlanmakta olan) Radikal Kitap’ta kendisiyle yapılan bir mülakatta neler diyor:
Türkiye’nin en baskıcı ortamını yaşıyoruz. 68 yaşıma girdim, ülkenin en baskıcı dönemini ve kişisel olarak da en isyankâr yıllarımı yaşıyorum. Hiçbir döneminde hayatımın bu kadar isyankâr bir ruhla gezmedim ortalıkta ve bu isyankar ruhumun insanlara da bulaşmasını, sirayet etmesini istiyorum. Çünkü, 21’inci yüzyılda ve 700 yıllık bir imparatorluğun torunları olarak buna layık değiliz. Bir kişi gelecek bizi burnumuzdan tutup, kulağımızdan çekip bir yerlere sürükleyecek? Hayır. Biz buna layık değiliz. Buna artık isyan etmemiz gerekiyor. Hayatımda hiç olmadığı kadar öfkeliyim ve bu yüzden sık sık ülkemden kaçıyorum. Öfkemi dindirmek, o sesi duymamak için ülkemden kaçıyorum. Yaşayamıyorum ben artık o sesle. Ama bildiğim bir şey var yaşamak zorundayım. Neticede evet, seçimle geliyor. Umut ediyorum. Bir gün yine seçimle gidecek o ses.
Bu pasajın analizi yapılsa orada neler bulunabilir. Beyefendinin “isyankar” ruhunu Gezi isyanı sırasında nerelerde dolaştırdığı sorusundan son cümlelerde darbeciliğinin neredeyse bilinçdışı biçimde depreşmesine, ama bugünün gerçekliğinin kendisini yeniden seçime çağırmasına kadar. Ama bunlar ayrıntı. Çünkü aynı beyefendi 2000’li yıllarda bambaşka bir “ruh durumu” içindeydi. Bunu herkes biliyor. Önemli olan şu: sözünü ettiğimiz mülakatta kendisi de itiraf ediyor. Gazeteci soruyor: “Konu bu kadar politikaya dayanınca, sormadan edemiyor insan. 2007’de açıkça desteklediniz. Korkmayın, benim de kızım var, kimse kimseyi zorlamıyor, demiştiniz?” Özkök cevap veriyor:
Evet, destekledim, öyle dedim, yazdım. O zaman o kadar çok inanmıştım ki bugünkü düş kırıklığımın bu kadar büyük olmasının sebebi bu. Samimiyetim de buradan geliyor zaten. Benim bir menfaatim yoktu desteklerken. Herkes Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olduğun için bunları yazıyor dedi. Hayır, ben o zaman öyle hissediyordum. İnanın bana samimiyetle, Türkiye’nin bir barış ve hoşgörü ortamına girdiğine inanıyordum. Milli görüş gömleğini çıkardık, diyorlardı.
Diğer taraftan onların bu değişimi bana, kendi geçmişimi gözden geçirme fırsatı verdi. Bakın, benimle aynı gemidelerdi! Bana fikirlerimi değiştirdiğim için “dönek” diyorlardı. Hâlâ da diyen vardır. Ama bakın bugün dönmeyen yok! Gerek iktidar açısından söylüyorum bunu, gerekse dün onları benim gibi destekleyip bugün “ah görememişiz” diyenler için söylüyorum. Demek ki fikir değiştirmek döneklik değilmiş. Demek ki toplumların da görüşleri değişebilirmiş. O kadar samimi ve içten destekledim bugünkü öfkem en az o günkü desteğim kadar büyük! Bir şeyin altını çizmeliyim; ben abartılı yaşayan bir insanım. Sıradan biçimde, seni seviyorum demem. Cemal Süreya’nın şiirindeki gibi, “Daha nen olayım isterdin,/ Onursuzunum senin!” demeyi seviyorum. Böyle bir şiir kuşağından geliyorum. O zamanki desteğim belki abartılıydı, heyecanlıydı kimileri için bugünkü öfkem de abartılı gelebilir.
Cemal Süreya üstadımız "onursuzunum senin” diye sevgilisine söylemiş. Aşk bu söyletir. Peki, Ertuğrul Özkök kime söylüyor? Tayyip Erdoğan’a? Türkiye burjuvazisine? Kapitalizme? Kimin onursuzu imiş? Özkök kendini şöyle anlatıyor bu mülakatta:
Samimiyetle söylüyorum bakın, benim hayatım hesaplı değildir. Hiçbir zaman hiçbir şeyin hesabını yaparak davranmadım. İçimden nasıl geliyorsa öyle davrandım. Hâlâ da öyle yaşıyorum. Romandaki Ahtapot karakteri gibi, biraz tek hücreli, omurgasız.
Onursuz ve omurgasız. Biz söylemiyoruz, kendisi söylüyor!
Türkiye burjuvazisinin organik aydınının resmidir!