Sedat Peker ifşaatında yeni aşama: Mafya şefi söylemiyor, senin müttefikin Amerika söylüyor!
Sezgin Baran Korkmaz ya da sık sık kullanılan kısaltmayla SBK ile ilgili gelişmeler, Sedat Peker’in ifşaatıyla açılan dönemde yeni bir aşamaya girdiğimiz anlamına geliyor. Bugüne kadar istibdadın ve Süleyman Soylu gibi Peker’in merceğine dosdoğru giren temsilcilerinin bu meselelerdeki suskunluk konusundaki baş gerekçesi Peker’in “organize suç örgütü şefi” olduğu idi. Bu gerekçenin ne kadar çürük olduğunu başından beri anlatıyoruz: Bu tür yasadışı işler zaten kirli işlerin ortaklarından biri “ötmeye” başladığı zaman ortaya çıkar. Dolayısıyla ne Süleyman Soylu’nun başında olduğu polis teşkilatının ne de yargının ve en başta savcıların susmaya, kollarını bağlayıp oturmaya hakkı yoktur. Adam birtakım delillerden bahsediyor. Araştırırsınız, ortaya bir suç delili çıkmazsa soruşturmayı kapatırsınız. Gerekçe düpedüz saçmadır.
Üstelik, diyorduk, adamın söylediği şeylerin bazılarının bir temeli olduğu gelişmelerden belli. Mesela: Mehmet Ağar, şayet ortada dişe dokunur hiçbir iddia yoksa, Peker’in ifşaatı başladıktan kısa süre sonra Yalıkavak Marina’daki görevinden neden istifa etti?
Mesela: Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın öldürülmesi olayında Korkut Eken hakkında söylenenlere ilişkin Peker’in kardeşi Atilla Peker’in savcılara verdiği ifadede Kıbrıs’ta yaşanan olaylar neredeyse saat saat ayrıntısıyla anlatılıyor. Bunları araştırmak o kadar mı zor?
Mesela: Sedat Peker’e, kim vermiş olursa olsun, koruma ve çakar verilmiş olduğu ortada; Süleyman Soylu’nun “pislik” dediği bir adama bu resmî devlet desteği nedir? Mesela: eski başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın Venezuela’ya gittiği kesinleşti, yaptığı açıklamalar ise tutarsız. Bu durumda ihbarı kim yapmış olursa olsun, nasıl araştırılmaz?
Mesela: Demirören’in Doğan Medya’yı satın almak için Ziraat Bankası’ndan aldığı kredinin üzerine yattığı, az çok kesinleşmiş durumda. Mesela: Veyis Ateş denen adam kendisi televizyonlarda Sezgin Baran Korkmaz (SBK) adına İçişleri Bakanı’na ricacı olarak gittiğini açıkça ikrar etti. Tek itirazı SBK’dan para istediği iddiasına, ama SBK ile telefon görüşmesinin ses kaydını dinleyen herkes “istemişsin” diyor! Veyis Ateş’in bir kanun kaçağı adına İçişleri Bakanı ile görüşme yapması sorun değil midir? Üstüne üstlük başkalarının dinlemiş olduğu ses kaydı delil olamaz mı?
Yani Sedat Peker mafya şefi demek “yalan söylüyor, onun iftiralarını mı araştıracağız?” anlamını taşıyorsa, en azından bazı olaylarda, en azından bütünüyle yalan söylemediği ortaya çıkmış bulunuyor. Neden araştırmıyorsunuz? Bunları ilk günden beri sorduk.
Yeni aşama: SBK bir uluslararası hukuk sorunu haline geldi!
Ama şimdi durum değişti. SBK’nın Amerika Birleşik Devletleri’nin talebi ile kaçak olarak bulunduğu Avusturya’da tutuklanması ile birlikte sorun bir uluslararası hukuk sorunu haline geldi. Birincisi, bir Türk vatandaşı hakkında bir yabancı devlet tarafından hukuki tedbirlere başvuruluyor, hakkında iddianameler düzenleniyor. Klasik bir uluslararası özel hukuk vakası. İkincisi, SBK tutuklanır tutuklanmaz paçaları tutuşan birilerinin teşvikiyle SBK’nın Türkiye’ye iadesi isteniyor. Hem ABD SBK’nın kendisine verilmesini talep ediyor, hem Türkiye memlekete iade edilmesini. Klasik bir devletler hukuku vakası.
İş artık bir Sedat Peker vakası olmaktan çıkmıştır. Daha önce Sedat Peker’in yalan söylemediğini kanıtlayan, yukarıda muhtemelen eksikli olarak saydığımız bütün vakalar bundan farklıydı. O vakalarda Ağar’ından Erkam Yıldırım’ına, Demirören’inden Veyis Ateş’ine düzenin temsilcileri sapır sapır dökülüyordu ama bütün deliller ortaya toplum içindeki aktörlerin davranışlarından çıkıyordu. Medyanın çok azınlık bir kesimi de olsa meseleleri araştıran gazeteciler vardı. Banka hesapları ortaya çıkıyordu. Suçlanan aktörler kendileri saçmalayıp sonunda suçlarını ortaya döküyor ve yavaş yavaş bedel ödemeye başlıyordu.
Oysa şimdi SBK meselesi bir uluslararası hukuk meselesi haline gelmiştir. Şu andan itibaren savcıların susması, mahkemelerin işe el atmaması, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun bütün bu manzarayı sessizce izlemesi, yargının bir bütün olarak ortaya koyduğu bu atalete meclisin boş gözlerle bakması, Türkiye’nin uluslararası hukuk sisteminin dışına çıkmakta olduğunu gösterir. Sezgin Baran Korkmaz ikinci bir Rıza Zarrab vakası olarak ABD yolundadır. ABD emperyalizmi SBK'yı alırsa Türkiye'deki iktidara pis işlerini yaptırmak için yeni bir şantaj malzemesi elde etmiş olacaktır.
“Organize suç örgütü şefinin lafıyla iş yapılmaz” devresi bitmiştir! Kendinize yeni gerekçe bulun!
Suç işliyorsunuz, işçi sınıfı hesap soracaktır!
“Devr-i sâbık yaratmayacağız” diyenlere inat biz diyoruz ki, bugün kendilerine verilen kamu yetki ve sorumluluklarının gereğini yerine getirmeyenler, yarın işçi sınıfının siyasi güçleri iktidara geçtiğinde cezalandırılacaktır. Devletin mafyalaşmasına boş gözlerle bakan savcılar ve hâkimler yarın görevden alınacak, adil mahkemelerde yargılanacak, hapis cezalarını çekecek ve hapisten çıktıklarında rehabilitasyon için yeniden işe alınacaktır.
Bu toplumun vergilerinden ayrılan paralarla hukuk okumuş bu adamlar ve kadınlar, topluma bu bilgilerini kullanarak hizmete devam edecektir. Bu tür bütün hâkimler emekli olana kadar halk mahkemelerinde mahkeme kâtibi veya kâtibesi olarak, savcılar ise mübaşir olarak görev yapacaklardır.