Nubbul ve Zahra’da yenilen Türkiye, Katar ve Suud
Suriye Ordusu ve Hizbullah güçleri, bu ay başında Halep’in kuzeyinde yer alan Nubbul ve Zahra beldelerine operasyon gerçekleştirdi. Operasyonun başarıyla tamamlanmasından sonra Halep ile Türkiye sınırındaki tekfirci örgütlerin kara bağlantısı kesildi, ikmal yolu kapandı. Bu operasyon Suriye devletine iki avantaj sağladı. Birincisi, sahada ordu güçlerinin etkinliğini uluslararası alanda göstermesi. İkincisi, Halep’in alınması/kuşatılması önünde tüm engellerin ortadan kalkması.
Nubbul ve Zahra’nın ele geçirilmesi, Türkiye sınırına yakın tekfircilerle Halep’in bağlantısının kesilmesine neden oldu. Bu koridorun kapanması Türkiye ve İsrail başta olmak üzere Körfez gericiliğinin de içinde olduğu devletler tarafından kınandı. AKP operasyondan hemen sonra Türkiye sınırına akın eden mültecileri öne sürdü. Yandaş basın, mülteci akınını sayfalarına taşıdı. Yeni Şafak ve El Cezire’nin mezhepçi örgütlere yakınlığıyla bilinen Türk muhabiri Yılmaz Bilgen, Türkiye’nin ve ondan beslenen çetelerin yaşadığı sıkışmayı, “Üç yıldır Suriye'de gördüğüm gerçeklerden hareketle dillendirdiğim muhtemel facianın, şu an içine düştüğümüz darboğazın ta kendisi olması acı” olarak tanımladı. Suriye ordusunun üç yılda kaybettiği toprakları 72 saatlik operasyonla geri alması, daha önemlisi Halep’i geri almak için büyük avantaj elde etmesi “Türkmendağı düşüyor” hassasiyetine yakın bir infiali getirmiş durumda. Ancak bunun karşılığı yok. Türkmendağı olarak anılan Kızıldağ’daki çatışmalarda Türkmen kartını kullanarak tekfirci örgütlerin saklanması kamuoyu oluşturmak için biricik avantajdı. Ancak Nubbul ve Zahra’da böyle bir kart mevcut olmadığından aynı hassasiyet dizayn edilemedi.
Türkiye basınından en ilgi çekici tepki, Erdoğan’ın resmi gazetesi olan Yeni Şafak’tan geldi. Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, İran ve Rusya’nın Türkiye’ye savaş açtığını, Suriye’yi cephe ülkesi olarak kullandığını ifade ettikten sonra “Türkiye Suriye’ye müdahale etmeli” dedi. Nubbul ve Zahra operasyonundan sonra tekfirci örgütlere (veya ılımlı olarak ifade edilenlere) yakın gazeteciler sosyal medya hesaplarından “Türkiye için şimdi tam sırası” ifadelerini kullanarak Türkiye’yi sahaya davet etmişlerdi. Hatta bazı Arap gazeteciler, Türkiye’nin Suriye sınırında askeri mühimmat taşımak için yeni yollar yaptığını fotoğraflarla göstermişler, Nubbul ve Zahra’dan sonra Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmek için hazırlandığının bir göstergesi olarak sunmuşlardı. HaberTürk yazarı Soli Özel, “Halep düşerse” başlıklı yazısında mülteciler kartını oynadıktan sonra yandaş basın içinde en gerçekçi analizi şu cümlelerle ifade ediyor: “Stratejik olarak müttefiklerinin yenilgisine mâni olamayan, Türkmenleri koruyamayan, PYD’nin sırtını iki büyük güce dayayarak alanını doğuda ve batıda genişletmesini engelleyemeyen Türkiye’nin Suriye politikası bu durumda iyice çökmüş sayılmalıdır.”
Basında çıkan birçok değerlendirme ve verileri toplayarak herkes Türkiye’nin Suriye politikasının çöktüğünü, en büyük darbenin (Halep) yakınlaştığını anlayabilir. Erdoğan ve AKP’nin Karagül’ün seçeneği olan “Türkiye Suriye’ye müdahale etmelidir” seçeneğine doğru itildiği ortadadır. Bu seçeneğin ortaya çıkması ve uygulanabilirliği başka bir yazının konusu. Ancak, bu alanda kamuoyu yaratmak için mülteciler başlığının sıkça kullanıldığı ve Nubbul ve Zahra operasyonuna müteakiben gerçekleştiği ortada. Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi, her çılgınlık denemesinde çılgınlığını NATO’laştırmak için çırpınan Erdoğan ve AKP için ufak bir lokma değildir. Emperyalizmin izninden ve bölgede Rusya ile olan ilişkilerinden bağımsız değerlendirilemez. Suriye’ye kara operasyonu, sahada Rusya ve dolaylı olarak İran’ı karşısına almak anlamına gelir. Erdoğan ve AKP hükümeti, Suud ve Katar ile birlikte görece bağımsız politikasının sınırlarına göre hareket edebilir. Bu dikkate değer bir olasılıktır. Bu ihtimal sadece olasılık olarak not edilmeldir. ABD’nin YPG’yi dost olarak gördüğü, sahada işbirliği için adım attığı, hatta YPG’nin içinde en büyük ağırlığı oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne silah yardımı yaptığı bilinmektedir. O halde kara gücüyle yapılacak bir operasyonda Türkiye sadece Suriye ve Rusya değil Kürtlerle de karşı karşıya gelmek zorunda kalacaktır.
Ordunun Halep’e ilerleyişi Erdoğan’ın stratejik yenilgisidir
Yandaş basındaki tüm ifadelerin altında şu yatıyor: “Esad Halep’i alıyor, sınıra 23 kilometre uzakta, bir şeyler yapın.” Türkiye uzun süre mülteci kartına güvenerek Halep polikasını belirleyemez, kamuoyu oluşturamaz. Bu sıkışmanın alternatifi aynen Rus uçağını düşürdüğü gibi hamle yapması ve NATO’yu taraflaştırması olabilir. Bunun Suriye sahasında pratik karşılığını tahmin etmek güçtür. Türkiye’de ise bunun yansıması, uzun süredir Gerçek Gazetesi sayfalarında Türkiye’nin Suriyeleştirilmesi olarak ifade ettiğimiz, savaş politikasının derinleştirilmesi ve Türkiye topraklarındaki sonuçları olacaktır. Yeni Suruç, Ankara, Sultanahmet katliamları bu politikalara bağlıdır. Yeni Sur’lar, Cizre’ler bununla ilişkili olacaktır. Erdoğan’ın adım adım yenilgisi, bel bağladığı tekfircilerin güçten düşmesi, seçeneksiz hale gelmesi Erdoğan’ın Suriye’de pozisyon kapması için Rus uçağını düşürmesi tarzında müdahaleler için bir itki olabilir.
Nitekim, Ortadoğu gericiliğinin kalesi Suud rejimi, bir hafta önce, tam da Yemen’de batağa batmışken, DAİŞ’e (IŞİD’e) karşı uluslararası koalisyona, kara kuvvetleriyle katılmaya hazır olduğunu açıkladı. Katar ise “Türk ve Suudi kardeşlerimizin askeri seçenek önerisini destekleriz” dedi.
Halep’ten önce Azaz
Erdoğan’ı rahatsız eden, Türk medyasında Suriye’ye müdahale seçeneklerini tartıştıran başat unsur şu an Halep’tir. Bunun yanında Suriye Ordusu ve YPG arasındaki adı konmayan işbirliği ve YPG’nin Azaz hattında ilerlemesi de başka bir rahatsızlık unsurudur. Bu ilerleme, Türkiye’nin Suriye politikalarının delinmesinin başka bir işaretidir. Türkiye sınırına çok yakın bir bölge olan Azaz’a YPG, sadece 3 kilometre uzaktır. Nubbul ve Zahra operasyonları esnasında Washington Instute’den Fabrice Balanche imzasıyla çıkan bir yazıda, Nubbul ve Zahra operasyonu boyunca, YPG ve Suriye ordusunun karşılıklı yardımlaştığı iddia ediliyor. Buna göre, YPG’nin Afrin üzerinden operasyon bölgesine gıda yardımı sağladığı, ordunun da Halep’in Kürt mahallesi Şeyh Maksud’a yapılan saldırıları engellediğini söyleniyor. Ordunun Azaz’a ilerlemek yerine kendi pozisyonunu güçlendirdiğini, Azaz bölgesini YPG’ye bıraktığı ifade ediliyor. Bu pasif işbirliğinin, Azaz’da aktif işbirliğine dönüştüğünü vurguluyor.(http://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/the-battle-of-aleppo-is-the-center-of-the-syrian-chessboard.)
Bu iddialar ve Azaz’a da YPG operasyonunun devam etmesi Türkiye devletinin durumunu ölçmek için yeterlidir. Türkiye’nin tekfirci örgütlere dayanan dış politikası, Halep-Azaz-Cerablus hattında bir kez daha mağlubiyete uğramakta, elinden bir şey gelmeyen Erdoğan ve kurmayları kıvranmaktadır. Halep’ten önce Azaz hattında yaşanacak ağır bir yenilgi bu iflasın tecelli etmesinden başka bir şey olamaz.
Mülteci sorunu ve tekfirci sızıntısı
Davutoğlu’na göre mülteci sayısı 70 bini aşabilir. Basına göre bu sayının 110 bini aşması muhtemel. Savaş, tüm yönleriyle Ortadoğu halklarına kıyım ve acı getiriyor. Savaşın getirdiği acıların sarılması için emperyalizm ve bölge devletlerinin şovları haricinde ilerleme kaydedilemedi. Kaydedilemez de. Kirli para pazarlıklarına konu edilen, gerici politikaların merkezine konan, askeri politikalar için sebep yapılan mültecilerin sorunlarının çözülmesi, Suriye’de devam eden iç savaşın Ortadoğu halkları ve emekçileri lehine çözümle sonlanmasına bağlı. Ne Esad-Rusya-İran hattı ne Türkiye ne de Avrupa-ABD emperyalizmi Suriye halkının sorunlarını çözmek için bölgede bulunmuyorlar.
Havadan Rus uçaklarının, karadan Suriye ordusunun gerçekleştirdiği operasyonlarla birlikte Türkiye sınırına gelen mültecilerin sayısının artacağını şimdiden söyleyebiliriz. Her mülteci akınının içinde tekfircilerin yuvalandığı ortadadır. Bunun yanında kaçakçılar vasıtasıyla Türkiye sınırından geçen tekfirciler de mevcuttur. İşte Sultanahmet katliamını gerçekleştiren Nabil Fadli Türkiye’ye bu yoldan girmiştir. AKP hükümetinin tekfircileri sınırlardan kontrollü biçimde geçirdiği basına yansımıştı. Kobani (Kobanê) direnişi esnasında IŞİD üyelerinin sınır hattında yaptığı geçişler basında yer aldı, birçok defa kanıtlandı. Mülteci dalgası, tekfirci sızıntılarını/geçişlerini arttırabilir. Erdoğan’ın ise bu konuda özel bir çabası olduğuna dair bir bilgi yoktur. Fadli’nin Göç İdaresi’ne verdiği mülakatta IŞİD’den kaçtığını söylemesini kenara not edelim.
Ve İsrail
İsrail son beş yıldır mezhep gerilimlerini ellerini ovuşturarak izleyen ülkelerin başında geliyor. Siyonistlerin, Türkiye ile yeni doğalgaz anlaşmalarını görüşmesiyle (siz Filistin gazının çalınması olarak okuyun) birlikte Ortadoğu’daki gerici cephe tamamlanmış durumda. Suud-Katar-Türkiye ittifakının yanında İsrail duruyor. İsrail, Halep’e yapılan operasyondan oldukça rahatsız.
Pek çok kişi İsrail sınırlarından oldukça uzak olan Halep’teki operasyonun İsrail’i neden etkilediğini kavramakta güçlük çekebilir. Cevap Hizbullah’tır. İsrail, Suriye’deki savaşta taraf olan Hizbullah’ın zayıflamasını bekliyordu. İsrail’i yenilgiye uğratan bir güç olan Hizbullah’ın Suriye’deki savaşta telafi edilecek kadar kayıp vermesi İsrail’in beklentilerini karşılamadı. Bunun yanında İsrail, Halep ve Suriye’nin kuzeyindeki savaşın, cephenin kapanmasından sonra sıranın kendi sınırlarındaki tekfircilere gelmesinden çekiniyor. Bu veriler, son 10 gündür değişen Halep tablosunda kaybedenler kulübüne Ortadoğu gericiliğinin (Suud-Katar-Türkiye) yanına İsrail’in de eklenmesini mümkün kılıyor.