Kötü polis, iyi polis (2): “altın çağa dönüş” vaadi
Abdullah Gül’ün danışmanı, Abdullah Gül ile 12 Yıl kitabının yazarı Ahmet Sever’le Hürriyet’te yapılan röportaj, Gül’ün başbakan ve dışişleri bakanı olduğu dönemin Türkiye için bir “altın çağ” olduğu iddiası ile başlıyor.
“Başlarda anlayış birliği vardı. Abdullah Gül, Türkiye’nin kurtuluşunun Avrupa Birliği yolu olduğunu görerek hareket etti. Bunun İslam coğrafyası açısından da umut olduğunu düşünüyordu. 2002- 2007 arası süreçte bir ‘altın çağ’ yaşandı diyebiliriz. Hatta bu 2009’a kadar devam etti. Ama 2009, 2010’dan itibaren reformlardan geriye dönüş başladı.”
Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan yüzünden karabasan yaşamakta olan Türkiye’ye yeniden AKP’nin ilk döneminin altın çağına dönüş vaat ediyor.
O kadar farklı ki Tayyip Erdoğan’dan! Kendi başa geçse, neler olacağını Ahmet Sever’e anlatmış. O da kitapta aktarmış. Anı kitabı değil, seçim beyannamesi mübarek!
“Köşk’te durum değerlendirmesi yaparken ‘Ben aşağıya insem’ diye söze girdi ve hepimizi umutlandıran şu cümleleri kurdu: ‘Türkiye’yi kısa sürede yıldızının parladığı döneme tekrar götürürüm. AB sürecini yeniden canlandırırım. Dış politikadaki yanlışları düzeltirim. Ülke çok kutuplaştı, bunu giderecek adımları peş peşe atarım. Demokratikleşmeye ağırlık veririm. Haklarında yolsuzluk iddiası bulunan dört bakanı derhal Yüce Divan’a gönderirim...’”
Gönderir göndermesine de Erbakan'ın başkan yardımcısı olarak kayıp trilyon konusunda kendi suçunun üstünün nasıl örtüldüğünü de biliyoruz!
Dış politikadaki yanlışlar bahsinde tam neyi düzelteceğini kapalı bırakmıyor, onu da açıyor kitap:
“Gül, hükümetin genelde dış politikasını, özellikle de Suriye ve Mısır dış politikalarını doğru bulmuyordu. Başbakan Erdoğan'ın ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun sanki Türkiye’den çok Mısır ve Suriye’nin başbakanı ve dışişleri bakanı gibi davranarak çok ileri gittiğini, bunun Türkiye’nin menfaatlerine de aykırı olduğunu, kantarın topuzunun kaçtığını düşünüyordu. Bunu Davutoğlu’nun yüzüne de söyledi.”
Şimdi siz Mustafa Koç olsanız, Aydın Doğan olsanız, sıradan bir TÜSİAD üyesi olsanız yüreğiniz yağ bağlamaz mı? Siz Obama olsanız, Merkel olsanız, David Cameron olsanız, çok mutlu olmaz mısınız? AB süreci canlandırılıyor. Türkiye Suriye’de savaş kışkırtıcılığı yapmaktan vazgeçiyor. Mısır’da darbeci Sisi’yle “gül” gibi geçiniyor Türkiye. Memnun olmaz mısınız? Yahu, bu Ahmet Davutoğlu'nu politikaya kim soktu? Hem bakanlığı, hem de cumhurbaşkanlığı görevleri esnasında Gül'ün danışmanı değil miydi bu adam? Gül bunu danışmanı yaptığında "stratejik derinlik" safsatası ortalıkta değil miydi? Şimdi o safsatanın pratiğe uygulanması sorun oluyor da Abdullah Gül nasıl "altın çağ" vaat ediyor?
Başka katmanlara da başka vaatler. Sadece dört bakanı derhal Yüce Divan’a yollamıyor. (Burada bir parantez açalım. Bülent Arınç azılı bir Gül taraftarıdır. Ama aynı Arınç, eski bakanları Yüce Divan’a yollamayı koalisyon koşulu yapmayı önerenleri hukuk cehaleti ile suçluyor. Kimse bu konuda bağlayıcı karar alamazmış, milletvekilleri kendi vicdanlarıyla oy kullanırmış falan filan. Peki, Gül nasıl ‘Haklarında yolsuzluk iddiası bulunan dört bakanı derhal Yüce Divan’a gönderirim...’ diyebiliyor?) Yolsuzluklarla mücadele etmekle kalmıyor, savaş karşıtı Abdullah Gül. Tayyip Erdoğan 1 Mart tezkeresini çıkartmanın peşinde iken o karşı çıkıyor. Solculara bile pazarlanıyor: uzun süre Karma Parlamento Komisyonu’nda görev yapan Fransız Yeşil milletvekili Daniel Cohn-Bendit Gül’e sormuş, “Avrupa Parlamentosu’nda hangi grubu kendinize en yakın buldunuz?” diye. O da “Sosyalistler” demiş. Beyefendi sosyal demokrat olacak neredeyse, koalisyon günleri geri geldi ya!
Abdullah Gül tabii çok da demokrat. Gazeteci kitabın yazarı Ahmet Sever’e sosyal medya yasaklarını sorunca cevap şu:
“Aklı almadı. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dünyada yasaklamanın mümkün olmadığını açıklamıştı. Yasak gelince açığa düşmüş oldu. ‘Yasağı ilk ben deleceğim’ dedi, tweet attı.”
Aynı Gül’ün önüne gelen yasaları imzalayarak bütün bu rezilliklere onay verdiğini hatırlamayan var mı? Gül’den beklenen “vatandaş Abdullah” olarak yasak tweet atması değil! Cumhurbaşkanı olarak vatandaşların tweet atmasının yasaklanmasını engellemek!
Ama işte öylesine demokrat ki Gül, Gezi’yi bile hoşgörü ile karşılıyor:
“İlk çadırlar yakıldığında çok kaygılandı. Tepkisi şuydu: ‘Bu yangını küçükken söndürmek lazım.’ Gül bir çevre duyarlılığı, tepki olarak gördü. Başbakan ise kendisini devirmeye yönelik eylem olarak...”
Mülakatın bundan sonrasını dikkatle okumak bugün yapılmakta olan operasyonun içeriğini kavramak için çok önemli:
“Gazeteci: Polise bariyerleri kaldırtmış...
Ahmet Sever: Herkes yürüyüşe geçtiği anda vali, Taksim’e girişi yasakladı, bariyer kurdurdu. Abdullah Gül, ateşle barut bir araya gelecek diye endişelendi. Göstericiler bariyerleri aşıp meydana girmeye çalışacaktı. Kan dökülecekti.
Gazeteci: Ne yaptı?
Ahmet Sever: Valiyi aradı, ‘Kaldırın, çok kötü şeyler olacak’ dedi. Vali ‘Aynı görüşteyim ama Sayın Başbakan’ı ikna edemiyoruz. Bir tek siz ikna edebilirsiniz, lütfen devreye girin’ diye konuştu. Başbakan’ı aradı. Zor olmakla beraber ikna etti. Bariyerler kalktı o gün.”
Gördünüz mü? Kötü polise karşı iyi polis. Gül daha sonra ne yaptı? “Ben aşağıya insem” diye baktığı yükseklikten, yani devletin zirvesinden Mehmet’in, Abdullah’ın, Ethem’in, Ali İsmail’in, Medeni’nin, Berkin’in, Ahmet’in ölümünü seyretti!
Şimdi bize o dönemin cumhurbaşkanının Berkin’in babasına, kömür gözlü kardeşimizin ölümünden bir gün önce telefon ettiğini söylüyorlar! Berkin 14 yaşında komaya girdi, 15 yaşında öldü. Abdullah Gül öleceği kesinleşince babasına telefon ediyor! Ne konuşuyorlar?
“‘Yapabileceğim bir şey var mı” diye sordu. Sami Elvan ‘Bir tek Berkin’in vurulduğu anı gösteren kayıtların ortaya çıkması ve suçluların cezalandırılmasını istiyorum’ dedi. Cumhurbaşkanı talimatı verdi ama maalesef arkası gelmedi.”
Getirseydi, efendim, getirseydi. Devletin doruğundan bir çocuğun katlini seyreden, sonra da katillerin ortaya çıkartılması için hiçbir şey yapmayan adama şimdi bütün Türkiye'nin güvenmesini istiyorsunuz!
Haydi oradan!