Kızıldere ruhunu proleterleştirelim!
Her ülkenin emekçi sınıflarının ve ezilenlerinin tarihinde mücadelenin yenilgiye uğradığı, ama buna rağmen yüceltilen anlar vardır. Ezilenlerin zaferine giden yolun trajik uğraklarıdır bunlar ve hareket bütün çağlarda bunlara büyük bir saygı ile yaklaşır. Bağrından çıkan kahramanların ölümü, halka daha da büyük bir sınıf kini ve devrimci azim kazandırır.
Meksika’da, 20. yüzyıl başındaki dverim sırasında yoksul köylü önderi Emiliano Zapata’nın burjuvazinin güçlerince tuzağa düşürülerek katledilmesi ya da 1968’de Las Tres Flores meydanında yüzlerce gencin öldürülmesi böyle anlardır. Fransa’da on binlerce Komünarın karşı devrim güçlerince kitlesel olarak katledilmesiyle sonlanmasına rağmen 1871 Paris Komünü ya da İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilere karşı direnen işçi ve gençlerin kurşuna dizilmesi böyle anlardır. Nikaragua’da 1930’lu yıllarda Augusto Sandino’nun ezilmesi böyledir. Daha nice örnek verilebilir.
Bizim tarihimizde de böyle anlar büyük önem taşır. Aslında bu toprakların burjuvazisi gerek işçi sınıfı ve solun sayısız militanını, gerekse Kürt özgürlüğünün sayısız önderini şu ya da bu yöntemle ortadan kaldırmıştır. Ama bunların arasında Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Trabzon açıklarında boğdurulması ve Kürt halkının özgürlüğü yolundaki mücadelede Dört’lerin, Mazlum Doğan’ın, Kemal Pir’in kahramanlıkları gibi olayların yanı sıra, Deniz’lerin asılmasının ve Kızıldere eyleminin özel yerleri vardır.
Bu yıl 40. yıldönümünü yaşadığımız Kızıldere’de hayatını yitiren On’lar, yani Mahir Çayan ve arkadaşları, Türkiye tarihinin gördüğü en gözüpek eylemlerden birine kalkışmışlardı. Ünye’deki bir emperyalist askeri üsten kaçırdıkları askerleri Kızıldere köyünde tutarken devletin sınır tanımayan şiddeti ile karşı karşıya kalmış ve hayatlarını çarpışarak yitirmişlerdi.
Kızıldere’nin devrimci cesaret boyutu, üzerinde tartışmaya girilemeyecek kadar açıktır. Ama bu eylemin Marksist proletarya devrimciliğinin yöntemlerine uygun olup olmadığı elbette sorulmalıdır. Bu sorunun doğru cevabını vermek için ince eleyip sık dokumak gerekir. Türkiye solunun 1971-72 dönemeç noktasında TKP ve TİP’in reformist Stalinist çizgisinden kopan genç hareketleri, devrim yönünde, devletle pratik olarak karşı karşıya gelerek çok önemli bir atak yapmıştı. Ama benimsedikleri devrim stratejisi ve uyguladıkları eylem taktikleri, proleter devrimciliğinin sabırlı, uzun soluklu, işçi sınıfının pedagojik hazırlığına öncelik tanıyan, kitle çalışmasını esas alan, devrimi sadece şiddette değil kitlenin coşkusunda ve cüretinde de bulan yaklaşımına aykırı düşüyordu. Bu aykırılık, Kızıldere’nin de zaaflarından biriydi.
Ama unutulmasın ki, Kızıldere kendi başına devrimci atılım için düzenlnemiş bir eylem değildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için (bir kısmı cezaevinden yeni kaçmış olan) THKP-C (Mahir Çayan’ın örgütü) ve THKO (Deniz Gezmiş’in örgütü) militanlarının ortak olarak düzenlediği bir eylemdi. Yani amaç yoldaşların idamdan kurtarılması idi. Bu bakımdan, Marksistlerin her iki örgütün stratejisine de eleştirisi ikirciksiz olması gerekirken, Kızıldere’ye nüanslı biçimde yaklaşmak gerekir.
Kızıldere’nin bir başka özgüllüğü bir örgütün önder kadrosundan devrimci militanların idamını engellemek için, bir başka örgütün önder ve militanlarının kendi hayatlarını muazzam bir riske sokmuş olmasıdır. Devrimci dayanışmanın daha sonra 70’li yılların ikinci yarısında müthiş darbeler yediği hatırlanırsa, burada Türkiye solunun tarihindeki en soylu ve yüce davranışlardan biri ile karşı karşıya olduğumuz açıkça görülebilir.
Bütün nüanslara rağmen, şu sonuca ulaşmak gerekir: Kızıldere’nin ruhu devrimcidir, dayanışma doludur, ama siyasi-askeri pratiği proleter devrimci metodlara uymaz. 21. yüzyılın devrimci Marksist hareketi Kızıldere’nin devrimci, isyankâr, boyun eğmeyen, meydan okuyan, cüretkâr ruhuna sonuna kadar sahip çıkmalı, ama bu ruhu proletaryanın saflarına taşımalı ve yerleştirmeli, kendi de o saflardan hiç ayrılmamalıdır.
Bir sonraki Kızıldere, 15-16 Haziran’da devrimci öncünün işçileri DİSK yönetiminin geri çekilme çağrısına kulak vermeyerek bütün barikatları aşmaya teşvik etmesi türünden bir şey olmalı. Bir sonraki Kızıldere, 1991 Büyük Madenciler Yürüyüşü’nde devrimci öncünün İstanbul-Ankara yoluna çıkışta işçileri barikata boyun eğmemeye çağırması biçimini almalı. Bir sonraki Kızıldere, Tekel işçilerinin Ankara mitinginde devrimci öncünün işçinin öfkesini Kumlu’ya çevirtme konusunda inisiyatif alması ve gerektiği takdirde eylemi Ankara’ya yaymak için çaba göstermesi olmalı.
Kızıldere ruhunu işçi sınıfının mücadelelerinde yaşatmak: İşte Türkiye devrimci Marksizminin karşısındaki zorlu görev!