İstibdad ve hakaret
İstibdad cephesi bir baskı kampanyası yürütüyor. Ekonomideki çöküntünün, dış politikada emperyalist ve Siyonist odaklara karşı diz çöküşün, kendi içlerindeki kavgaların üstünü bolca din istismarıyla ve milliyetçi hamasetle bezenmiş bu baskı kampanyasıyla örtmeye çalışıyorlar. Önce Sezen Aksu’nun bir şarkısında geçen “cahil Adem ve Havva” sözleri dolayısıyla bir kampanya başlatıldı. Erdoğan Cuma namazı için gittiği camide “o uzanan dilleri yeri geldiğinde kopartmak bizim görevimizdir” diyerek ateşi harladı. Dini duyguları istismar ederek yapılan bu hedef gösterici açıklamalar elbette ki eleştirilecekti. Nitekim Erdoğan’ın sözleri kamuoyunda değişik mecralarda eleştirildi. Bu eleştirilerden birini de Tele 1’de çıktığı programda gazeteci Sedef Kabaş yaptı. Kabaş, bir atasözü olan “öküz saraya çıkınca kral olmaz ama saray ahır olur” ifadelerini kullanınca yeni bir kampanya başladı.
Bu sefer bütün AKP teşkilatı ve devlet erkanı kınama, telin etme ve hedef gösterme sırasına girdi. Bunların arasında bir kişi diğerlerinden ayrılıyordu. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül “Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır.” diyerek doğrudan yargıya talimat niteliğinde bir açıklamada bulundu. Oysa aynı Abdülhamit Gül, daha önce Süleyman Soylu’yu “siz yıkın mahkeme arkadan gelsin” dediği için eleştirmiş “Biz yapalım hukuk arkadan gelsin değil, hukuk önden yürüsün biz ona göre kendimizi ayarlayalım anlayışıdır hukuk devleti.” demişti. Şimdi yaptığı ise Soylu’yla aynıdır. Sedef Kabaş en geç ilk çıktığı mahkemede serbest kalacaktır. Ancak AKP’nin kampanyası ve Adalet Bakanı’nın talimatıyla hemen tutuklanmıştır, cezalandırma başlamıştır ve hukuk eğer gelecekse sonra gelecektir. Mesele muhalif sesleri bastırmak olduğunda istibdad cephesi hemen safları sıklaştırıyor.
İktidar kendine manevi değerlerin koruyucusu havası veriyor. Gerçekten öyle mi? Bir şarkı sözü için kıyameti koparanlar, Filistinlilerin kutsallarına hakaret etmeyi devlet politikası yapan, Mescidi Aksa’ya postallarla giren Siyonist İsrail’le işbirliği için neden bu kadar hevesli? Şimdi Cumhurbaşkanına hakaret var diye ayağa kalkanlar, hakaretin en ağırlarına daha önce niye susmuştu?
Erdoğan, Trump’ın “aptal olma” diyen mektubuna neden cevap vermedi ve yutkundu? ABD seçimleri sırasında tüm istibdad cephesi ve medyası Erdoğan’a hakaret eden Trump’ın seçim kampanyasının amigoluğunu yaparken hangi değerleri koruyordu? Türkiye’ye “hırsız” diyen BAE’nin önüne daha yeni halılar serilmedi mi? Nihayet ne atasözü ne de başka bir şey… Doğrudan Erdoğan’a hakaret etmek için düzenlenen bir yarışmaya şiiri yazan, Erdoğan’a “zoofil” ve başka ağıza alınmayacak hakaretler içeren şiiriyle yarışmayı kazanan İngiliz Başbakanı Boris Johnson’a ne demeli? Yarışmayı kazandığında Londra Belediye Başkanı olan Johnson daha sonra ülkesinin Dışişleri Bakanı olarak Türkiye’yi ziyaret etti. İstibdad cephesi bu emperyalist şefini, Osmanlı torunu diye allayıp pullarken, Erdoğan bizzat kendi eliyle bu adama tablolar hediye ederken hangi değerleri korumaktaydı?
Demek ki mesele değerleri korumak falan değildir. Hakaretin cezalandırılması da değildir. Mesele dini istismar ederek halk üzerinde korku salmaktır. Emperyaliste, Siyoniste, şeyhe, emire yani elinde güç, silah ve para olana karşı gösterdiği genişlikle bu iktidar gerçek yüzünü göstermektedir. Muhalif düşünce ve sesleri bastırmak için gösterdiği sertlik ise bir güç gösterisi görünümünün arkasında bir güçsüzlük göstergesidir. Yapılacak en son şey bu tehditler karşısında istibdadın karşısında geri çekilmek, hürriyet mücadelesinden geri durmak olur. İstibdad rejimi kendi bekasının peşindedir, emperyalistin, Siyonistin, parababası şeyhlerin karşısında milletin boynunu bükmüştür. İstibdad rejiminin kendisi millet için bir hakaret niteliğindedir. Onur ve haysiyet istibdada, sermayeye ve emperyalizme karşı emekçi halkın hürriyet mücadelesinin zaferindedir.