İdlib harekatı başladı: Tünelin sonunda ışık yok

Gece yarısından itibaren (6-7 Ekim) Reyhanlı’dan İdlib’e giren TSK destekli silahlı gruplar sabah saatlerinden itibaren çatışmalara girmeye başladı. Erdoğan, AKP’nin Afyonkarahisar kampında yaptığı “bugün İdlib’de ciddi bir harekât var ve bu devam edecek” açıklaması ile harekatı kamuoyuna duyurdu. Erdoğan, ayrıca bölgeye sadece ÖSO güçlerinin girdiğini, TSK’nın bölgede bulunmadığını da bildirdi. TSK harekâtın bu aşamasında özellikle İHA’larla istihbarat ve yer yer ateş desteği sunuyor.

Taşeron ÖSO başarısız olursa er ya da geç TSK devreye girecek

İdlib operasyonu ile ilgili bir değerlendirmeyi harekat başlamadan önce Gerçek Gazetesi sayfalarından “Çatışma bölgesi İdlib ve yanlış üstüne yanlışlar” başlıklı yazı ile (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/catisma-bolgesi-idlib-ve-yanlis-ustune-yanlislar) yapmıştık. İlk gelişmeler bu yazıda ifade edilen her şeyi doğrular biçimde hayata geçmekte. Harekâtın erken aşamasında TSK’nın geri planda durma gayreti sahada yer alan büyük risklerin bir sonucu. TSK, taşeron ÖSO güçlerine istihbarat ve uzaktan ateş desteği sağlayarak ne kadar ilerleme kaydedilebileceğini görmek istiyor. Daha önce bu konuda başarısız olan ve Türkiye sınırını tamamen HTŞ’ye kaptıran ÖSO’nun geçen zaman içinde TSK desteği ile imkan ve kabiliyetlerini ne ölçüde geliştirmiş oldukları zaman içinde görülecektir.

TSK için en iyimser senaryo ÖSO’nun girdiği çatışmalarda mevzi elde ettikçe TSK’nın arkadan gelmesi ve doğrudan çatışmalarda yer almadan desteğini İdlib içine kadar adım adım sürdürmesi. Öte yandan Fırat Kalkanı operasyonunun da benzer bir planlama ile başladığını ancak harekat ilerledikçe durumun değiştiğini unutmamak gerekiyor. Özellikle El Bab’ta taşeron ÖSO güçlerinin ön cepheden kaçtığı ve TSK güçlerinin DAİŞ’le cephe cepheye geldiği ve önemli asker kayıplarının yanında bazı tankların ve zırhlı araçların DAİŞ çetelerine kaptırıldığı da biliniyor.

El Bab’ta birkaç bin DAİŞ militanına karşı İdlib’te en az 20 bin HTŞ militanının varlığı şüphesiz ki riskleri arttıran ve TSK’yı daha temkinli olmaya iten bir unsur. Diğer yandan Fırat Kalkanı’nda PYD’nin El Bab üzerinde baskı kurması ve Afrin’le Mınbiç’i burası üzerinden birleştirme planları TSK’yı daha hızlı hareket etmeye sevk etmişti. İdlib’de benzer bir baskının olmaması ise TSK açısından bir avantajmış gibi gözüküyor.

Siyasi riskler daha büyük

Öte yandan İdlib’teki esas risk HTŞ’nin militan sayısından ya da ÖSO’nun kapasitesinin yetersizliğinden ileri gelmiyor. Harekâtın siyasi boyutu askeri boyutunun kaderini belirleyecek ölçüde önemli hale gelebilir. Bu unsuru daha önceki yazımızda şöyle ifade etmiştik: “2011 yılından beri AKP iktidarının izlediği yanlış Suriye politikası dolayısıyla bölgedeki silahlı çeteler fazlasıyla semirmiş durumda. Halep düşerken Türkiye’nin Rusya ile anlaştığını ve düşük profilli bir tutum aldığını düşünen bu gruplarda, Türkiye’ye karşı ciddi bir tepki de söz konusu. HTŞ, bu tepkiyi TSK askerini işgalci olarak niteleyerek milliyetçi temelde yaygınlaştırmak isteyecektir. Yani bölge yoğun bir çatışma ortamı vaat ediyor.”

Bu satırlarda yazdığı gibi TSK bölgede işgalci bir konumda gözükmeye başlarsa o takdirde HTŞ’nin militan gücü siyaseten konsolide olup kendine halk desteği bulacağı gibi taşeron ÖSO güçlerinde de dağılmalar gerçekleşebilir. Bu yüzden TSK sadece askeri değil siyasi saiklerle de harekâtın ilk etabında geride durmayı tercih ediyor. Bu doğrultuda, ÖSO cephesinden hem Türkiye hem de ABD’den destek alan önemli bir askeri güce kavuşan Liva El Mutasım grubundan “harekatın mızrak başını kendilerinin (ÖSO) oluşturacağını TSK’nın sadece destek vereceğini” belirten bir açıklama gelmesi anlamlı.

Ne var ki gelişmeler Fırat Kalkanı’nda olduğu gibi er ya da geç TSK’yı ateş hattına çekecektir. ÖSO güçleri bir yandan harekatı biz yürütüyoruz vurgusu yapsa da öz güvenleri ve kabiliyetleri zayıftır. Askeri başarı için TSK’ya bel bağlamış görünmektedir. TSK desteğini garanti altına almak ve sürekliliğini sağlamak için de ardı ardına ÖSO saflarından olası bir Afrin operasyonunda da TSK’ya destek vermeye hazır olduklarına dair açıklamalar yükselmektedir.

Esas hedef Afrin için Rusya’nın icazetini almak

Erdoğan açıklamasında hedefin Afrin olduğunu bir kez daha belirtmiştir.  Zira daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye, İdlib harekâtına Rusya’dan Afrin’e yönelik bir girişime icazet koparmak için de girmektedir. Bilindiği gibi Rusya, ABD ile işbirliği dolayısıyla PYD’ye son dönemde soğuk yaklaşsa da Afrin’de (Tel Rıfat bölgesinde) asker bulunduruyor ve TSK’nın ÖSO ile birlikte bölgeye müdahalesinin önüne geçiyor. Erdoğan ve AKP açısından kritik mesele Afrin’in kilidini açmaktır. Bu harekatın Rusya ile anlaşma içinde gerçekleştiğini Erdoğan açıkça söylemiştir. İdlib’in çevresinin Rusya tarafından kontrol edileceğini ve Esad’la koordinasyonun Rusya üzerinden sağlandığını ifade etmiştir.

TSK’nın muhtemel çok ciddi kayıplara neden olabilecek böyle bir girişime ikna edilmesinde Afrin hedefinin belirleyici olduğunu daha önce de belirtmiştik. Öyle ki bu operasyonun adının “Fırat Kılıcı” olacağı aylar öncesinden resmen dile getirilmeye başlanmışsa da henüz bu harekâta bir isim konmamıştır ve Erdoğan’da ismin daha sonra konacağını açıklamak durumunda kalmıştır. Bu İdlib harekâtının en azından Türkiye açısından başka planların bir türevi olduğunun sembolik bir göstergesidir. İdlib’te Rusya ile varılan anlaşmanın Afrin’i de kapsayıp kapsamadığını ve gidişata göre Rusya’nın tavrının ne olacağını ise zaman gösterecektir.

Yanlışı yanlışla kapatmak felaketlerin kapısını açar

Türkiye’nin İdlib harekatı ile içine girdiği bölgenin, bugünkü hale gelmesinde AKP’nin ABD ile koordineli şekilde yürüttüğü yanlış Suriye politikasının etkili olduğunu unutmamak gerekir. Bugün HTŞ 20 bin militana sahipse, İdlib’i kontrol ediyorsa, ABD ve Türkiye üzerinden bölgeye aktarılan askeri ve mali desteğin ele geçirilmesiyle bu güce ulaştığını, uzun süre müsamaha gördüğünü, hala daha HTŞ’nin özellikle İdlib’in güneyin Suriye ordusuna karşı giriştiği saldırıların ABD tarafından desteklendiğini (bu saldırılar Suriye ordusunun Deyrezzor’daki ilerlemesini geciktirerek ABD/PYD güçlerine faydalı olmaktadır) en önemlisi de HTŞ’nin bölgede siyasi güç kazanmasına AKP dış politikasına hakim olan mezhepçi siyasetin muazzam bir ortam sunduğunu görmek gerekir. Tüm bu yanlışların üstünü daha büyük yanlışlarla yani ÖSO çeteleri adeta TSK’nın gayri resmi bir kolu haline getirerek ve esas düşman olarak emperyalizm yerine Rojava Kürtlerini belleyerek kapatmaya çalışmak daha büyük felaketlere kapıyı aralamaktadır. Tüm bu yönleriyle İdlib harekâtının bedelini emekçi halkların ödeyeceği açıktır.