Hırsız cumhurbaşkanının tapeleri
Brezilya sarsılıyor. Latin Amerika’nın devi, BRICS’in B’si, dünya sisteminin en önemli ülkelerinden biri, bir yandan korkunç bir ekonomik krizin pençesinde: 1905’ten beri (evet doğru okudunuz, 2005 değil, 1905’ten beri) yaşadığı en derin krizden geçiyor. Bir yandan da, maalesef İşçi Partisi (PT) adını taşıyan iktidar partisine mensup, şimdiki ve bir önceki cumhurbaşkanlarının yolsuzlukları üzerine büyük bir mücadelenin alanı hâline gelmiş durumda.
Brezilya’nın bugünkü cumhurbaşkanı Dilma Roussef adlı bir kadın politikacı. 2010’dan bu yana görev yapıyor. Ondan önceki cumhurbaşkanı ise bütün dünya solunun yakından tanıdığı, PT’nin kurucu lideri Lula. O da 2002-2009 arasında görev yaptı. Yani bu ekip Brezilya’yı 2002’den beri aralıksız yönetiyor.
PT yönetimi bu dönem boyunca ardı ardına yolsuzluk skandallarıyla çalkalandı. Lula’nın özel kalem müdürü dâhil olmak üzere birçok parti yöneticisi yolsuzluktan mahkûm oldu. Ama Lula yargılanmadan görev süresini doldurdu. Şimdi Dilma (Brezilyalıların futbolcu adları gibi politikacılarını da ilk adlarıyla anma geleneğine biz de uyalım) ülkenin kamuya ait dev petrol şirketi Petrobras üzerinden başlayan bir yolsuzluk skandalına karışmakla suçlanıyor. Brezilya’da cumhurbaşkanları için uygulanan “azil” diye bir süreç var. Bu çoğu zaman Amerikan politikasından devralınan bir terimle “impeachment” olarak anılıyor. Esas olarak, cumhurbaşkanının, parlamentonun (kongrenin) yargılanmasına izin vermesi hâlinde Anayasa Mahkemesi’nde (bizdeki Yüce Divan misali) yargılanması süreci bu. Bugün Dilma’nın azli için ilk adımlar atılmış durumda. Kongre 65 kişilik bir komisyonu seçmiş ve süreç başlamış bulunuyor.
Tam Dilma’nın azil işlemi başlarken, geçen hafta savcı Lula’yı, eşini ve oğlunu kısa bir süre gözaltına aldı. Böylece, Lula 2002’de iktdara geldiğinden beri ilk kez kişisel olarak yolsuzluk suçlamasıyla karşı karşıya kalmış oldu. Cumhurbaşkanı iken yaptığı bazı ayrıcalıklı işlemler karşılığında iki çok pahalı gayrimenkulün kendisine verilmiş olduğu iddia ediliyor. Bunun üzerine delil karartma/iktidarı aklama rejimi harekete geçti. Dilma, yıllardır köşesinde oturmakta olan Lula’yı kabinesine almaya karar verdi birdenbire! Neden? Çünkü bakanların dokunulmazlığı var. Federal mahkemelerde yargılanamıyorlar. Ancak Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanabiliyorlar.
Tabii hem Dilma, hem de Lula bu iddiayı reddediyor. Dilma Lula’nın deneyiminden yararlanmak istiyormuş aslında. Yalnız iki gün önce davanın yargıcı ikilinin kendi arasında yaptığı bir telefon konuşmasının tapesini basına verdi. Ortalık yıkılıyor elbette. Bakın Dilma Lula’yı nasıl bakan yapmış:
Dilma: Merhaba.
Lula: Merhaba.
D: Lula, sana bir şey söyleyeceğim.
L: Söyle aşkım.
D: Şunu söyleyeceğim. Messias’ı [yüksek düzeyli bir görevli] belgelerle birlikte sana yolluyorum, hani gerekirse diye. Yani atamanın kâğıtları falan.
L: Tamam.
D: Hepsi bu, bekle orada, yola çıktı.
L: Tamam, buradayım, bekliyorum.
Bu konuşmada önemli olan sadece üç kelime: “…hani gerekirse diye.” Neye gerekecek? Bir bakan göreve getiriliyorsa atama belgeleri neden aceleyle yollanmak istensin? Mahkeme elini çabuk tutar da Lula’yı tutuklamaya falan kalkışırsa, bakanlık kalkanının ardına sığınabilsin diye!
İşte, delil karartma/suçluları aklama rejimi bütün dünyada farklı biçimlerde işliyor!