Fransa seçimleri: faşizmin zaferi bir uyan borusudur!
Devrimci İşçi Partisi, 2008’den bu yana, büyük depresyon karakteri taşıyan dünya ekonomik krizinin sınıf mücadelelerinde kaçınılmaz biçimde sertleşme doğuracağını vurguluyor. İşçi sınıfının mücadeleci temellerde örgütlenemediği, devrimci güçlerin işçi sınıfı ve emekçiler içinde güçlenemediği yerde, bu sertleşme faşizmin yükselmesine olanaklar yaratacaktır. Mücadelenin sertleşmesine ilişkin uyarı sinyalleri her yerde birikiyor. Ama solun büyük bölümü hâlâ geçmiş dönemin “demokrat” rüyalarıyla oyalanıyor!
Fransa’da 22 Nisan Pazar günü yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda elde edilen sonuçlarda önemli olan tek bir nokta var. Ulusal Cephe’nin (Front National-FN) adayı Marine Le Pen’in neredeyse her beş seçmenden birinin oyunu almış olması. Marine Le Pen böylece Fransa’nın neofaşist partisi FN’in kurucusu ve tarihi önderi olan, babası Jean-Marie Le Pen’in yaklaşık otuz yıllık mücadelesi boyunca cumhurbaşkanlığı seçimlerinde almış olduğu en yüksek oyun (yüzde% 16,8) üzerine çıkarak çok önemli bir atılım yapmış oluyor.
Sosyal demokrat bir parti olan Sosyalist Parti’nin adayı François Hollande’ın oyların yüzde 28,6’sını alarak şimdiki sağcı cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’yi (yüzde 27,1) geride bırakmış olması bu sonucun yanında hiçbir önem taşımıyor. Çünkü Sosyalist Parti ve onun bürokrat kılıklı tatsız tuzsuz adayı Hollande, seçim meydanlarında kullanılan propaganda ne olursa olsun, ekonomik krizle boğuşan bir Avrupa’da Sarkozy ile aynı neoliberal politikaları izleyecektir. Dolayısıyla, esas belirleyici konularda, Sarkozy’den farkı yoktur. On beş gün sonra yapılacak ikinci turda Hollande’ın mı, Sarkozy’nin mi seçileceği ikincil bir meseledir.
Ama Marine Le Pen’in atağı, kriz içindeki Avrupa’da işçi sınıfı hareketi için bir uyan borusudur. Devrimci İşçi Partisi, 2008 yılında dünya çapında ekonomik kriz başlar başlamaz, bu derin krizin, bu büyük depresyonun, özellikle Avrupa’da milliyetçiliği yükselteceğine, hatta faşist hareketleri güçlendireceğine ilişkin uyarılarda bulunmuştu. 2009 Avrupa Parlamentosu seçimleri, Britanya’dan Avusturya’ya, Belçika’dan Yunanistan’a her ülkede milliyetçi, neofaşist olarak anılan partilerin çok ciddi bir sıçramasına tanık oldu. (bkz. http://www.iscimucadelesi.net/index.php?option=com_content&task=view&id=845&Itemid=71). Son dönemde Finlandiya’da Hakiki Finler Partisi, ülkenin son altmış yıllık tarihinin siyasi dengelerini altüst ederek dört büyük partiden biri haline geldi (bkz. bu sitede http://www.gercekgazetesi.net/index.php/yazlar/uluslararasi/item/620-finlandiya-secimleri).
İşte Fransa seçimlerinde FN’in elde ettiği başarı bu bağlama yerleşiyor. FN büyük depresyonun sarstığı Fransız işçisinin, memurunun, küçük köylüsünün, esnaf ve zanaatkârının yaşadığı derin sorunları (işsizlik, düşük ücret, güvencesiz çalışma, yoksul ve şiddet dolu mahallelerde kırık dökük mekânlarda yaşama, sosyal hizmetlerin giderek gerilemesi vb.) istismar ediyor. Bunların kaynağını işçi sınıfının bir bölümünü oluşturan göçmen nüfus olarak gösteriyor, Fransız milliyetçiliğini harekete geçiriyor, Fransız ulusunun benzersiz bir tarihi misyonu olduğunu ileri sürüyor.
Ama milliyetçilikle sınırlı değil politik çizgisi. Neredeyse anti-kapitalist bir retorik kullanıyor. Birinci turu önde bitiren iki partiyi (Sarkozy’nin partisini ve sosyal demokratları) “bankaların, finansın, çokuluslu şirketlerin iki partisi” olarak aşağılıyor. Sadece sağcılara değil, “sağın, ama aynı zamanda solun yurtseveleri”ne hitap ediyor. İşçi sınıfının, üstelik geleneksel olarak sola oy veren birçok katmanını kazanıyor!
Üstelik, büyük partiler arasında düzen karşıtı tek parti kisvesine bürünüyor. Fransa’da seçimin ikinci turunda sağın sağa, solun sola oy vermesi âdettendir. Öyle görünüyor ki, FN Sarkozy’ye destek vermekten kaçınacak. Çünkü ikinci turda seçilmesi yüksek olasılık olan sosyal demokrat aday Hollande’ın karşısında esas muhalefet partisi hâline gelmeye oynuyor. Marine Le Pen, birinci tur gecesi konuşmasında “ültra liberal, ahlâki gevşeklik içinde, liberter sola karşı tek gerçek muhalefet” olmayı vaad ediyor. Bunun ürününü hemen Haziran ayında yapılacak parlamento seçiminde almayı umuyor. Bizim sol basın ise, onun “ültra liberal” olmakla eleştirdiği sahte solun zaferiyle oyalanıyor hâlâ!
Devrimci İşçi Partisi, 2008’den bu yana, büyük depresyon karakteri taşıyan dünya ekonomik krizinin sınıf mücadelelerinde kaçınılmaz biçimde sertleşme doğuracağını vurguluyor. İşçi sınıfının mücadeleci temellerde örgütlenemediği, devrimci güçlerin işçi sınıfı ve emekçiler içinde güçlenemediği yerde, bu sertleşme faşizmin yükselmesine olanaklar yaratacaktır. Mücadelenin sertleşmesine ilişkin uyarı sinyalleri her yerde birikiyor. Ama solun büyük bölümü hâlâ geçmiş dönemin “demokrat” rüyalarıyla oyalanıyor!