Bakandan masallar
Hükümettekilerin emekçilerin yaşadıklarına yönelik gerçeklerden uzak açıklamalarına alışığız. İşçilerin büyük tepki gösterdiği, sendikaların kaldırılmasını istediği Kod 29’u kaldırıyoruz söylemiyle yeni iftira kodları getirdiklerinde de, patronları kıdem ve ihbar tazminatından muaf tutup emekçileri günlük 40 liraya mahkum eden ücretsiz izin dayatmasıile güya işten çıkarmayı yasakladıklarını iddia ettiklerinde de bu ikiyüzlülüğü görmüştük.
Bu açıklamaların sonuncusu Ankara’da Türk-İş’in bir etkinliğine katılan Çalışma Bakanı Vedat Bilgin’den geldi. Bakan, “Biz, örgütlenme hakkının sonuna kadar savunulmasından yanayız, sonuna kadar savunucusuyuz ve örgütlenme hakkına karşı çıkan kim olursa olsun onun karşısındayız.” diye konuştu. “Türkiye daha önce karşılaştığı ekonomik sorunların bedelini emekçilere ödettiriyordu, grev yasakları geliyordu, toplu sözleşmeler askıya alınıyordu, işçi örgütlenmelerinin önüne geçiliyordu, reel ücretler düşürülüyordu. Bugün Türkiye çok şükür bütün bu ekonomik baskılara rağmen, enflasyonun tahribatına rağmen asgari ücretini yıllık bazda yüzde 94 artırarak yoluna devam ediyor.” diye de devam etti. Peki gerçekten öyle mi?
Bugün hakkını almak için işyerinde örgütlendiğinde işçiler ağır baskılarla karşı karşıya kalıyor. Patronların sendikayı duyar duymaz tespit edilen işçileri işten atması o kadar moda haline geldi ki anayasal hakkı kullanmak için gizlilik içinde örgütlenmek gerekiyor. Çoğunluğu yakalayıp Çalışma Bakanlığı’ndan yetki tespiti belgesi almak dahi yetmiyor. Yetki tespiti gelir gelmez sendikalı işçiler baskılarla istifaya zorlanıyor, öncüler işten atılıyor. Keyfi yetki itirazı ve yıllar süren mahkemelerde süreç sakız gibi uzuyor. Yıllar sonra lehte karar gelse de sendikalar yetkili ama etkisiz kalıyor. Sadece yakın geçmişte Asen Metal, Pas South, HSK Systemair, Lila Kağıt, Far Plas ve daha onlarca işyerinde aynı film defalarca oynandı. Örgütlenme hakkının sonuna kadar savunucusuyuz mu demiştiniz?
Ya grev yasakları? Hatırlatalım: Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı verdiği MESS grevi yasağını ve Tüpraş’taki grev yasaklarını Bakan kolay unutmuş olabilir. Ne de olsa ihlal tazminatı halkın vergileriyle hazineden ödendi. Ancak yasaklarla daha düşük ücret ve sosyal haklarla bağlanan sözleşmelerde kayıp yaşayan binlerce işçi ve aileleri, patronların önünü açan bu icraatları unutmadı. Yine CHP’nin kıramadığı İZBAN grevi Erdoğan’ın imzasıyla yasaklandı. İşçi düşmanlığında yapılan bu koalisyonu da kimse unutmadı. Erdoğan 2018’de patronlara OHAL’i grevleri yasaklamak için kullandığını söyleyecek kadar açık sözlü davranmıştı. Eskiden grev yasakları geliyordu bugüne şükür mü demiştiniz?
İktidar ücret zamları yaptığında bunu köpürtüp, reklamını yapıyor. Ne de olsa yaptığını enflasyonla geri alabilir. Ama işçi hakları söz konusu olduğunda gözleri kör kulakları sağır. Üstelik Anayasa Mahkemesi sendika yetkisine itiraz davalarının uzamasını açıkça sendika hakkının ihlali kabul etmesine rağmen kılını kıpırdatan yok. Yasaları çiğneyen patronlar, devlet ise polisiyle jandarmasıyla yasayı çiğneyenin değil hakkını arayan işçinin karşısına dikiliyor. Örgütlenme hakkına karşı çıkan kim olursa olsun onun karşısındayız mı demiştiniz?
Bu engeller aşılmaz değil. Ancak hükümet ne verecek diye asgari ücret tiyatrosunu ya da mahkeme ne karar verecek diye yıllarca yetki davalarını bekleyerek değil, Smart Solar işçilerinin gösterdiği gibi üretimden gelen gücümüzü birlik olarak, örgütlü ve kararlı biçimde kullandığımızda aşamayacağımız barikat, gidemeyeceğiz mesafe kalmayacaktır. Çünkü hak verilmez alınır, zafer sokakta, meydanda, fabrikada kazanılır.