Kapetan Kemal’e uğurlama
Çok sayıda örgütün katıldığı bir cenaze töreniyle gömülüyor Mihri Belli. Bu çok sayıda örgüt arasında Türkiye’nin Devrimci İşçi Partisi de bulunuyor. Ama çok daha önemlisi, Mihri Belli’yi uğurlayan Türk ve Kürt sol örgütlerin bayraklarının arasında bir de Yunan devrimci örgütünün bayrağı var: Bu bayrak yine Trotskist EEK’e ait.
Mayıs 2006, Atina. Dördüncü Avrupa Sosyalist Forumu’na paralel olarak, ona Marksist bir alternatif sunmak amacıyla yapılan toplantılar dizisinin bir oturumunda, Kristiyan Rakovskiy Balkanlar Sosyalist Merkezi’nin yaşlı bir misafiri var. Tam 90 yaşında bir Türk, Mihri Belli. Yunan solunda ün kazanan adıyla Kapetan Kemal. Salonu hınca hınç doldurmuş 400 dolayında Yunan devrimcisine Türkçe, İngilizce, Fransızca, hatta birkaç cümle Yunanca hitap ediyor, Yunan İç Savaşı’nda bir gerilla olarak yaşadıklarını anlatıyor. Kristiyan Rakovskiy Merkezi Balkan ülkelerinde belirli örgütleri konferanslarda bir araya getiren bir kuruluş. Ardındaki esas siyasi örgütler, Yunanistan’ın devrimci Marksist, Trotskist örgütlerinden EEK (Devrimci İşçi Partisi) ile onun Türkiye’deki kardeş partisi Devrimci İşçi Partisi (ve onun öncülleri). Yani Mihri Belli, Yunanistan’da İç Savaş deneyimlerini esas olarak Trotskistlerin bir toplantısında anlatıyor.
Ağustos 2011, İstanbul. Türkiye solu “Mihri Ağabey”ini yitirmiştir. Çok sayıda örgütün katıldığı, Grup Yorum’un şarkılarıyla mezar başında destek verdiği bir cenaze töreniyle gömülüyor Mihri Belli. Bu çok sayıda örgüt arasında Türkiye’nin Devrimci İşçi Partisi de bulunuyor. Ama çok daha önemlisi, Mihri Belli’yi uğurlayan Türk ve Kürt sol örgütlerin bayraklarının arasında bir de Yunan devrimci örgütünün bayrağı var: Bu bayrak yine Trotskist EEK’e ait. EEK Mihri Belli’ye iadei ziyaret yapıyor, bayrağını Kapetan Kemal’in mezarında dalgalandırıyor. Belki daha da önemlisi: Kapetan Kemal’in cenaze töreninde, Trotskist bir örgütten başka harhangi bir Yunan örgütünün izi yok!
Bu ironinin çok derin anlamını kavramak gerek. Hayatının sonuna kadar fikirlerini değiştirmemiş olan, bizimle konuşurken “siz Troçkistler” diyen, Trotskiy’in fikirleri ile Marksist olduğu ABD’de tanıştığını, kendi deyimiyle bu “esaslı adam”ın yine de yanlış yolu tutumuş olduğunu söyleyen Mihri Belli son yıllarda Trotskistlerle işte böyle bir ilişki içindeydi. Bu ironi bize Mihri Belli’nin hayatının çelişkisinin sırrını verecektir.
Kapetan Kemal’in sırrı
Türkiye’de kaç komünist Mihri Belli gibi bir hayat yaşamıştır? Bir kere kaç Türkiyeli insan ABD’de Marksist olmuştur? Kaç kişi 30’lu yıllarda, yani Martin Luther King’den ve Malcolm X’ten onlarca yıl önce, zencilere neredeyse vahşi hayvan muamelesi yapan Misisipi eyaletinde genç bir ABD Komünist Partisi üyesi olarak onların yanında mücadele etmiştir? Sonra Kaliforniya’da yükleme-boşaltma işçilerinin grevlerinde bulunmuştur? Kaç Türkiyeli komünist 1930’lu yıllarda Mao önderliğindeki Çin komünistleri burjuva Kuomintang’a, savaş ağalarına ve Japon emperyalizmine karşı mücadele ederken Çin’in mücadele atmosferini solumuştur?
Kaç Türkiyeli komünist, bırakın Yunan İç Savaşı’nda (1946-49) yer almayı, komutanlığa yükselmeyi, yaralanmayı, o savaşı izlemeyi bile aklından geçirmiştir? Türkiye’nin kaç Marksisti Cezayir halkı Fransız sömürgeciliğine karşı 20.yüzyılın en onurlu savaşlarından birini verirken, Fransa’yı destekleyen kendi hükümetine inat (eşi Sevim Abla ile birlikte) o ülkeye destek vermeye gitmiştir? Bu kadar ülkeyi dolaştıktan ve devrimci dayanışma gösterdikten sonra, Mihri Belli 12 Mart döneminde kendisinden düpedüz otuz yaş küçük devrimci kuşağının ziyaret ettiği, eğitim gördüğü, birlikte çarpıştığı Filistin ulusal kurtuluş hareketine de omuz vermeden yapamazdı! 12 Eylül darbesinin ardından, yaşı altmışı aşmışken Filistin’e de gitmiştir!
Bunların hiç biri olmasaydı, Mihri Belli sadece Yunan İç Savaşı’na devrimcilerin saflarında katılmış olsaydı bile, bu onu Türkiye solu ve sosyalist hareketi için kendine özgü bir kategori haline getirir, bir efsane yapardı. Bu kadar ileri bir enternasyonalizm dünya hareketinde az görülmüştür muhtemelen. Evet, Bolşeviklerin saflarında nice Doğu Avrupalı devrimci yer aldı. Ama o zaman Doğu Avrupa ile Rusya sosyo-ekonomik, kültürel, hatta politik bakımdan bir bütün gibiydi. Evet, Che Arjantinli olduğu halde önce Küba devrimi, sonra da Bolivya devrimi için hayatını vermeye hazır olduğunu kanıtladı. Daha sonra Nikaragua’da Sandinist önderliğin içinde Meksika ve başka ülkelerden devrimciler yer aldı. Ama Latin Amerika devrimi her zaman kendi içinde bir bütünlük taşıdı. Evet, Kürt devrimci hareketinin içinde Kemal Pir gibi enternasyonalistler yer aldı. Ama aynı devletin siyasi sınırları içinde soluyan insanlar söz konusuydu.
Kapetan Kemal, daha bir çeyrek yüzyıl önce savaşa tutuşmuş, hâkim sınıfları tarafından birbirine düşman edilmiş iki halktan birine mensup bir devrimci idi. Gitti öteki halkın devrimcileriyle silah arkadaşı oldu. Bunun önemini ancak tarihsel somutluğu içinde kavrayabilirsiniz. Politikada bir çeyrek yüzyıl, insan hayatının ve deneyiminin sürekliliğinin damgasını taşır. Örnek vereyim: Bugün Türkiye solunda ve işçi hareketinde çoğunluk 12 Eylül askeri diktatörlüğünü, ister yetişkin olarak, ister genç ya da çocuk olarak kişisel olarak yaşamıştır. O çoğunluk için 12 Eylül, örneğin 27 Mayıs gibi, salt toplumsal tarih değildir. Kendi hayatının bir parçasıdır. İşte Yunan İç Savaşı patlak verdiğinde, bugün bizim Milli Mücadele, Yunanların Büyük Felaket olarak andığı olay henüz toplumsal tarih olmamıştır. Birçok insanın kişisel tarihidir. Kendisi o sırada çocuk olan Mihri Belli için bile öyledir: Babası Trakya ve Paşaeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti üyesidir. Muhtemelen Trakya’daki direnişçilerin anıldığı gibi “Kaptan” olarak anılıyordu. Mihri Belli, Milli Mücadele sırasında ve hemen sonrasında Yunanistan’ı kendi ülkesini işgal etmiş bir ülke olarak duymuş bir kuşaktandı. Sonra “Kaptan”ın oğlu “Kapetan” oldu!
Ama bir komünist için önemli olan bu değil. Komünist, politikanın her zaman sınıf politkası olduğunu bilen insandır. Dolayısıyla, Belli için Yunanistan’a ve Yunan halkına düşman olmak söz konusu olamazdı. Önemli olan karşı tarafın ruh durumudur. Kapetan Kemal’in birlikte çarpıştığı insanlar arasında bile İstanbul’dan, Batı Anadolu’dan, Pontus bölgesinden mezalim görerek kaçmış ya da Mübadele esnasında evinden, toprağından, işliğinden kopmuş nice ailenin çocukları vardı. Bir halk ordusunda herkesin aynı komünist bilinci taşıyacağını, Türklere düşman olmayacağını kim garanti edebilir? Ama dahası var. Kapetan Kemal savaşıyordu. Bu her an karşı tarafın eline savaş esiri düşebileceğiniz anlamına gelir. Britanya emperyalizminin destekçisi burjuva kampın askerlerinin eline düşen bir Türk’ün, kimi faşist askerlerden nasıl muamele göreceğini hayal edebiliyor musunuz?
Bir de savaş sonrasını düşünün. Savaşta ölmediniz diyelim, Yunan burjuva-faşist ordusunun eline düşüp işkence görmediniz, sağ salim çıktınız savaştan, ülkenize döndünüz. Komünistsiniz, her an polisin eline düşebilirsiniz. Göreceğiniz muameleyi ve hakareti hayal edebiliyor musunuz? “Ulan, sen bir de gidip Yunan gâvurunun hizmetinde mi çalıştın? Yunan komünistleriyle işbirliği mi yaptın, vatan haini?”
İşte Türkiye’nin ve Yunanistan’ın devrimci Marksistleri, Kapetan Kemal’in Yunan İç Savaşı’nda devrimcilerin safında çarpışmasının bu büyük anlamını kavradıkları içindir ki, hayatı boyunca Sovyet karşı devrimci bürokrasisinin fikirlerinden etkilenmeyi sürdüren Mihri Belli’yi 90 yaşında toplantılarında onur konuğu yaptılar. Bunun için cenazesinde Türkiye ve Yunanistan devrimci partilerinin bayrağını kardeşçe dalgalandırdılar!
Mihri Belli’nin sınırı
Gerçek gazetesinin internet sitesi Belli’nin ölümünden sonra “Mihri Belli üzerine” üst başlığı ile üç ayrı yazıya yer verdi. Bu yazıların her birinin tonu çok farklıydı. Bazıları heeyecan ve sempati içinde yazılmıştı, bazıları keskin bir eleştiri tonuyla. Ama hepsinin ortak yanı, Mihri Belli’nin siyasi fikirlerini ve eylemini Marksizmin ışığında eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmekti. Mihri Belli, sevimli, hatta çapkın üsluplu bir yoldaşımızdı. Birçok şeyi şakacı bir tarzda anlatırdı. Ama ciddi idi. Fikirlerini de, eylemini de, Marksizmi de, kavgayı da hep ciddiye aldı. Öyleyse ardından hep aynı resmi hayat hikâyesini anlatmak ona saygısızlık olur. Eleştirmemek onun ciddiyetiyle bağdaşmaz. Belli, birazdan değineceğimiz gibi, Türkiye’de komünist ve devrimci hareketin tarihinde bir dönüm noktasında belirleyici bir rol oynamış biriydi. Bugünün gençleri, devrimci ve komünist hareketin tarihini doğru öğreneceklerse, tam zamanıdır! Gerçek sitesi, elinizdeki yazıyla birlikte Mihri Belli’nin ardından dört yazı yayınladıysa, bu onun Mihri Belli’yi ciddiye aldığından başka hiçbir şey göstermez!
Mihri Belli, 1960’lı yıllarda Türkiye devrimci hareketinin ikinci büyük dönüm noktasında hareketi çıkmaz bir yola sevketmiş bir tarihsel önderdir. Türkiye’de komünist ve devrimci hareketin tarihinde ilk dönüm noktası, tarihi Türkiye Komünist Partisi’nin, Komintern’in devrimci döneminde onun bir ulusal seksiyonu olarak, yani bir dünya devrimi programı ile, bir dünya partisi inşası amacıyla kurulmuş olmasıdır. Mihri Belli, 30’lu yıllarda ABD’de komünist olduktan sonra, Türkiye’ye döndüğünde işte bu partinin örgütleyicilerinden ve zamanla önderlerinden biri olmuştur. Bu partinin kadro ve militanları, gerek tek parti döneminde, gerek Demokrat Parti döneminde çok ağır baskı koşullarında fedakârca mücadele etmişlerdir. Buna kuşku yok. Ama Sovyetler Birliği’nde bürokrasi işçi sınıfının elinden siyasi iktidarı gaspederek kendi diktatörlüğünü kurduğunda ve dünya komünist hareketini de kendi dış politikasının bir aracı haline getirdiğinde, bizim gibi azgelişmiş, emperyalizme bağımlı ülkelerdeki partilere burjuvazinin sözde ilerici kanadını destekleme görevini vermiştir. Bunun sonucu, dünya komünist hareketinin “aşamacı” bir yaklaşımla görevlerini “demokratik devrim” ile sınırlaması demektir. TKP böylece dünya devrimi için mücadele programından koparak Türkiye’de Kemalist burjuvazinin kuyruğunda bir parti haline gelmiştir. Mihri Belli, 40’lı ve 50’li yıllarda bu stratejik ve programatik yaklaşım içinde biçimlenmiştir.
Türkiye’de komünizm 1960’lı yıllara kadar dar ve etkisi sınırlı bir hareket olarak kaldı. Ama 1960’lı yıllarda bir yandan işçi sınıfı, bir yandan da gençlik muazzam bir mücadelecilik içinde düzene karşı bir kitlesel muhalefetin potansiyelini nihayet ortaya çıkarttı. Buna Kürt halkının uyanışı ve emekçi köylülük saflarında hareketlenme de eşlik ediyordu. Komünist hareketin kitleselleşmesinin koşulları oluşuyordu. Gençlik saflarından gelecek devrimci ruh taşıyan kadroların işçi sınıfı ile bir parti içinde buluşması Türkiye’de sınıf mücadelelerinde müthiş bir sıçrama sağlayabilirdi.
Mihri Belli ve arkadaşları (Hikmet Kıvılcımlı’ya paralel biçimde) gençliği Marksizmle tanıştırmak bakımından çok önemli bir olumlu rol oynadılar. Ama, birincisi, Marx, Engels ve Lenin’le birlikte Stalin’i ve Stalinizmi de Marksizmin büyük ustaları arasında göstermeleri gençliğin çok uzun sürecek bir teorik ve ideolojik çıkmaza girmesinde büyük rol oynayacaktı. Daha önemlisi ise şuydu: Türkiye İşçi Partisi (TİP) gençliği parlamenter politikanın sınırları içerisine hapsetmeye çalışırken, onun alternatifi olarak parlayan bu Yunan İç Savaşı gazisi de devrimci gençliğin ufkunu, ordunun ilerici kanadıyla birlikte yapılacak sözde bir Milli Demokratik Devrim (MDD) programı ile sınırlıyordu. Amaç Mısır’da Nasır’ın, Irak ve Suriye’de Baas’ın, ya da en iyisinden Cezayir’de FLN’in kurduğu tipten “antiemperyalist” bir düzendi. Mihri Belli’nin ufkunu kapatan Stalinist cendere, dönüp gençliği ufuksuz bırakıyordu. Tarih yine de Belli’ye son bir uyarıda bulunacaktı: Belli’nin MDD’sinin temel varsayımı, Türkiye’de işçi sınıfının henüz bir sosyal güç olarak sahneye çıkamayacağı idi. 15-16 Haziran 1970 günlerinde Türkiye işçi sınıfı kendiliğinden bir silahsız ayaklanma ile “ben buradayım” diye haykırdı. Proletarya, devrimcileri göreve çağırıyordu. Belli bu göreve icabet edemedi. Bu, Mihri Belli’nin hayatının en acı dönüm noktasıdır.
Sadece Mihri Belli’nin değil, her üç aktörün de. Devrimci gençlik, 1971-72’de kahramanca olmakla birlikte umutsuz bir stratejik atılımda nice değerli kadrosunu ölüme teslim etti. İşçi sınıfı, büyük mücadeleciliğini düzenin sınırları içine aktaran, kendi legalleşme çabasından başka hiçbir şey düşünmeyen bir TKP’ye toplumsal taban oldu, sonunda 12 Eylül’le birlikte yenildi ve zorlu mücadelelerle elde edilmiş nice mevziyi yitirdi. Mihri Belli ise 1960’lı yılların yıldızından 1970’li yıllarda minicik bir partinin (Türkiye Emekçi Partisi) kimsenin sözünü dinlemediği başkanı haline geldi. Partiyi beş yıl geç kurması, Belli’ye bütün desteğini yitirmeye mal olmuştu!
İşte Mihri Belli’nin büyük trajedisi! Devrim ateşiyle yanan o ruh, Stalinizmin karşı devrimci cenderesinde un ufak olan bir politikaya tercüme oluyordu. Enternasyonalizmle yanan o ruh, Stalinizmin azgelişmiş ülke komünistlerini kendi burjuvazileriyle “ulusal birliğe” mahkûm eden politikasının çarklarında “milli” demokratik devrime tercüme oluyordu.
Kapetan Kemal, Yunanistan İç Savaşı’na katıldığında, bu savaşın neden çıktığını kuşkusuz merak etmiştir. Yunan İç Savaşı, 1944’e kadar devam eden bir gerilla savaşının devamıdır. O gerilla savaşı, Yunan işçi ve köylülerinin İtalyan faşizmine ve Alman Nazizmine yani işgalciye ve onun ülke içindeki işbirlikçisi Yunan burjuvazisine karşı verdiği kahramanca bir savaştır. Neredeyse bütün ülke onların hakimiyetine geçmişken, Yalta’da Stalin’in Churchill ve Roosevelt emperyalistleri ile çizdiği paylaşım haritasında Yunanistan emperyalizmin avı haline getirildiği için Yunan direnişine 1944’te silah bıraktırılmıştır. Yani iktidarın eşiğinde bir hareket Stalinist bürokrasinin dayattığı politika sonucunda teslim olmuştur. İki yıl sonra İç Savaş bu olumsuz koşullarda başlamış ve bu sefer tam da bu yüzden kaybedilmiştir.
Öyleyse, Mihri Belli, Stalinist bürokrasinin ihanet ettiği bir devrime yardıma gitmişti. Ama bu pratik dahi ona Stalinizmden kopmanın gerekliliğini öğretemedi. Sovyet işçi devletinin bürokratik yozlaşması böylece bütün bir devrimci kuşağın mücadelelerinin çıkmaz yollara girmesiyle sonuçlanıyordu.
Mihri Belli’yi neden Yunan Trotskistleri uğurladı?
Artık yazının başında sorduğumuz soruya cevap verecek durumdayız. Kapetan Kemal’in Atina’da Trotskistlerce ağırlanmasındaki ve cenazesinde onu uğurlamaya gelen tek Yunan örgütünün Trotskist olmasındaki ironinin sırrı yukarıda anlatılanlarda yatıyor. Mihri Belli’nin Stalinist ideolojinin ve programın cenderesini kıramamasına rağmen, Kapetan Kemal Yunan İç Savaşı’nda çarpışmakla pratikte enternasyonalizmin en soylusunu sergilemiştir. Ulusalararası sosyalist harekette tek gerçek enternasyonalist akım olan Trotskizm, Kapetan Kemal’i, bütün eleştirilerine rağmen, bu yüzden bağrına basmıştır.
Tersinden bakıldığında, Stalinizm enternasyonalist değildir, esas olarak milli komünizmdir. Bu yüzdendir ki, şu anda Avrupa’nın en güçlü Stalinist partisi olan, EEK’ten de kat kat güçlü olan Yunanistan Komünist Partisi (KKE) Kapetan Kemal’in cenazesinde bulunmamıştır.
Doktrinerlere not, Belli’ye selam
Şimdi soldan birçoklarının bizi Mihri Belli’yi hemen ölümünden sonra eleştirmemiz dolayısıyla suçlayacağı gibi, “Troçkist” hareket içinden birçokları da bizi Stalinist Mihri Belli hakkında olumlu şeyler söylememiz dolayısıyla çeşitli etiketlerle yaftalayacaktır. Bunlar arasında geçmişte içinde bulundukları siyasi hareket, kendi onaylarını da alarak, ÖDP içinde Mihri Belli ile birlikte partinin sol kanadını oluşturan eğilimi (Sosyalist Eylem Platformu) kurmuş olduğu halde ÖDP’den ayrıldıktan sonra ona ve bize saldırmaya başlayanlar da olacaktır.
Biz son olarak Mihri Belli’nin ardında bıraktığı çelişik miras içindeki parlak yönlere işaret edelim, sonra sözü eleştiricilere bırakırız. Yunan İç Savaşı’nda çarpışan bir Türk devrimcisi olmak büyük bir onurdur. Yarın bu iki ülkede devrimci iktidarlar iki halk arasında nihayet kopmaz birdostluk kurduklarında, hiç kuşku yok Kapetan Kemal iki ulusu birbirine bağlayan en önemli şahsiyet olacaktır! Ama Mihri Belli’nin imrenilecek yanları bununla mı sınırlı?
1951 tevkifatında tabutluklarda ve işkence altında hiç konuşmamış olduğunu antikomünistler bile teslim ediyorlar. Bu konuda hakkını teslim etmeyecek miyiz?
1980 sonrasında, 12 Eylül’e karşı mücadele için, irili ufaklı birçok örgütle birlikte Devrimci Yol ve PKK’yi bir araya getiren Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin kuruluşunda önemli bir rol oynadığı biliniyor. Bu cephe kısa süre sonra Devrimci Yol’un Avrupa kanadına sol liberallerin hâkim olması sonucunda çökertildi. Ama şayet böyle bir Direniş Cephesi askeri diktatörlüğe karşı birleşik biçimde mücadele etseydi, 12 Eylül bugün olduğu kadar ağır bir hasar bırakabilir miydi işçi sınıfı, emekçiler ve Kürt halkı üzerinde? Bu konuda hakkını teslim etmeyecek miyiz?
Stalinistleşmiş TKP’nin tarihindeki en büyük suçlardan biri Kürt halkına sırtını çevirmiş, Kemalizmin bir uzantısı haline gelmiş olmasıydı. 1990’lı ve 2000’li yıllarda, ilerlemiş yaşına rağmen, Vedat Türkali gibi birkaç eski yoldaşına paralel olarak, en zor koşullarda Mihri Belli ezilen halkın mücadelesinin yanında aktif olarak yer aldı. Hakkını teslim etmeyecek miyiz?
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra başta partinin genel sekreteri Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) olmak üzere sayısız Stalinist liberalleşirken, Mihri Belli komünizme sonuna kadar sahip çıktı. Aynı kuşaktan Sadun Aren ABD’nin Afganistan’a saldırısını desteklerken o, emperyalist savaşlara her koşulda karşı çıktı. Liberalizm çağında komünizmde ısrarın simgesi haline geldi. Hakkını teslim etmeyecek miyiz?
Bir asır boyu “komünistim” dedi. Hakkını teslim etmeyecek miyiz?
Güle güle Mihri Ağabey!