İşçi sınıfı cumhuriyetin çocuğu olamıyor mu?
Yeni Akit denen gazete yine yerlerde sürünüyor. A Millî Kadın Voleybol takımının Çin’de finali oynanan Milletler Şampiyonası’nda birinciliği elde etmesi genel olarak büyük bir sevinç yaratmışken, toplumun bir kanadında ise “cumhuriyet kadınının zaferi” olarak büyük bir heyecana yol açtı. Yeni Akit ceridesi yine yapacağını yapmış ve takımın en iyi oyuncularından Ebrar Karakurt’a eşcinsel olduğu için saldırmış. Her fırsatı kendinden olmayan üzerinde ağır bir baskı sistemi kurabilmek için kullanan bir gazete için şaşırtıcı değil.
Bizim bu yazıdaki konumuz bu değil. Tersine kadının özgürlüğünden yana imiş gibi konuşup cumhuriyeti yüceltenlerin anlaşılmaz bir tutumunu gündeme getirmek istiyoruz. Ne demek istediğimizi anlatmak için önce Cumhuriyet gazetesinin şampiyonluğun haberini verdiği gün ön sayfasında manşetine ve arka sayfasının görünümüne bakalım.
Sevinci anlıyoruz. Özellikle bir kadın takımımız dünya şampiyonu olunca, kadınların bu denli horlandığı, aşağılandığı, toplumdan yalıtılmaya çalışıldığı, saldırıya uğradığı, öldürüldüğü bir dönemde bu sevinçte yadırganacak bir şey yok. Bizim yadırgadığımız başka.
Şampiyon var, şampiyon var… mı?
Oraya geçmeden önce okurumuza küçük bir bilgi testi yapmak isteriz. Başkalarına çuvaldız batırmak kolay, iğneyi de kendimize batıralım. Acaba biliyor musun değerli okur, Türkiye’nin başka sporlarda yarışan kadın millî takımları son dönemde, uzağa gitmeyelim, son bir yıllık zaman diliminde dünya şampiyonluğu kazandı mı? Okurumuz bu sorunun yanıtını bilmiyorsa kendine kızmasın. Amacımız seni bu yazının mesajını daha iyi almaya hazırlamaktı. Bilmiyorsan belki de bir nedeni vardır.
Kadın sporcularımız, değerli okur, gururumuzu okşayan bir başarıyla son bir yıl içinde iki başka dünya şampiyonluğu daha kazandılar. Teker teker bilgilerini verelim.
Biri 2022 yılının Mayıs ayında. Yani bir yılı pek az süre geçmiş tarih olarak. Kadınlar dünya boks şampiyonasında Türkiye tam beş sıklette altın madalya kazanarak dünya şampiyonu oldu. Belki basınımız fazla ilgi gösteremedi o yüzden duymadın. Ne de olsa uzakta yapıldı turnuva. İstanbul’da yapıldığı için basınımız ve medyamız açısından izlemesi zor, halkımıza duyurması da külfetli olmuş olabilir!
Onurlandırmak için hemen altın madalyalı kadın boksörlerimizin adlarını ve sıkletlerini yazalım:
- Ayşe Çağırır (48 kilo)
- Busenaz Sürmeneli (66 kilo)
- Buse Naz Çakıroğlu (50 kilo)
- Hatice Akbaş (54 kilo)
- Şennur Demir (81)
Yukarıda belirttiğimiz gibi Türkiye aynı zamanda takım olarak da dünya şampiyonu oldu.
Yine hak ettikleri gibi davranabilmek için resimlerini de koyalım:
Busenaz Sürmeneli
Buse Naz Çakıroğlu
Ayşe Çağırır
Hatice Akbaş
Şennur Demir
Yaşayın kızlar! Yüzümüzü ak çıkardınız!
Başka kadın millî dünya şampiyonu takım var mı?
Dünya kadınlar boks şampiyonluğu yer olarak yakınmış meğer. İstanbul’da olduğuna göre duymalıydık sanki. Bir başkası da Tekvando dünya kadınlar şampiyonluğu. Bu da zaman olarak pek yakın. Daha Haziran başında, yani bir buçuk ay önce kazanmışız bu dünya şampiyonluğunu da. Yer olarak İstanbul’dan daha uzak: Bakû’de düzenlenmiş. İki devlet, bir millet deyip duruyoruz ama kimsenin Bakû’de ne yaşandığından haberi yok anlaşılan.
Bu spor dalında da durum şu, Tekvando Federasyonu’nun sitesinde yazanlara göre:
“Türkiye, tarihinde ilk defa takım halinde dünya şampiyonluğuna ulaştı. Merve Dinçel ve Nafia Kuş’la altın, Hatice Kübra İlgün ile bronz madalya kazanan kadın milli takımımız dünya şampiyonu oldu.”
Bu sporcu kadınları da onurlandırmak için onların da adlarını ve sıkletlerini de Federasyon’dan naklen yazalım:
“Merve Dinçel (49kg, altın)
Nafia Kuş (+73kg, altın)
Hatice Kübra İlgün (57kg, bronz)”
Resimlerini de koymayı atlamayalım:
Takım olarak da dünya şampiyonu olmuşuz kadınlarda. Erkeklerde de dünya üçüncülüğümüz var ama konumuz kadın A millîlerimiz. Erkeklerin başarısını selamlayıp geçelim.
Siz de yaşayın kızlar! Siz de kıvanç verdiniz hepimize!
Dövüş kulübü
İşçi sınıfı, emekçiler, yoksullar bazı sporlarda diğerlerine göre daha kolay başarı elde ederler. Tenis, basketbol, voleybol, yüzme, yelken hatta atletizm (bunun istisnası Doğu Afrika’nın maratoncularıdır!) ancak daha varlıklı sınıfların ya da en azından orta gelire sahip ailelerin çocuklarının erişebileceği sporlardır. Her birinin ayrı nedeni vardır ama bu böyledir. Futbol büyük ölçüde işçi-emekçi ailelerin çocuklarının sporudur. Eskilerden bir Can Bartu, burjuva bir aileden gelmek bakımından büyük istisna olmuştur Türkiye’nin futbol tarihinde. (Aynı zamanda basketbolcu olması nasıl bir aileden geldiğinin de göstergesidir.) Dünyanın belki gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu Maradona resmen yoksulluğun, çirkefin, farelerin ve uyuşturucu satıcılarının cirit attığı mahallelerden çıkmıştır.
Dövüş sporları daha da öyledir. Yoksulluk ve güvencesizlik içinde yaşayan sınıflar ekmeklerini, hayatlarını, ailelerini korumak için sık sık sokak kavgasına girmek zorunda kalırlar, patronun kabadayılarıyla cebelleşirler, uyuşturucu satıcılarıyla, gaspçı ile uğraşırlar. Bu yüzden işçi ve yoksul mahallelerinde gençler, burjuva ailelerin ya da orta sınıf çocuklarının ettiğinden çok daha fazla kavga ederek büyürler. Onlar için güreş, boks, karate, tekvando ve benzeri sporlar hayatın doğal akışının bir uzantısı gibidir. Tersinden bakıldığında üst sınıfların genç erkek ve kadınları ise eskrime daha yatkındırlar: Ne de olsa soylu sınıfların kavgasıdır bu!
Busenaz, Buse Naz, Ayşe, Hatice, Şennur, Merve, Nafia, Hatice Kübra adında genç kadınlar. Bu adlar bu genç kadınların hepsinin, geleneksel adlara daha bağlı işçi-emekçi ailelerinden geldiğini gösteriyor. Demek ki sadece erkeklerde değil kadınlar arasında da dövüş sporları işçi sınıfı içinde daha yaygındır.
1,90 boyunda şampiyonlar
Yukarıda kadın boksör ve tekvandocu şampiyonlarımızın sıkletlerini boş yere vermedik. İkisi hariç, bunlar 48 ila 66 kilogram arasında kilosu olan genç kadınlardır. Boksta sadece biri 81 kiloda yarışıyor, tekvandoda da tek bir istisna var, 73+ sıkletinde dövüşüyor. Sporcu insanlar boylarına göre aşırı kilolu olamayacağına göre, (kasları biraz ağır olsa da) bu genç kadınlar tahminen kiloları ile yakın bir boydadır. Yani çoğunlukla 1,48 ila 1,66 arasında.
Şimdi elimizde, iki dövüş sporundan derlenmiş, 8 sporcudan oluşan bir örneklem var. Bunu voleybolcularımızın ana kadrosundaki 13 kadınla karşılaştıralım. (Melissa’yı katmıyoruz, çünkü o başka bir ülkede yetişmiş.)
Voleybolcularımızın büyük çoğunluğu boy olarak 1,82 ila 1,96 arasında. Sadece “libero” olarak oynayan üç kişi 1,68 ila 1,76 arasında. Ortalama erkek boyunun bile çok büyük olasılıkla 1,75’i geçmediği bir ülkede bunun nasıl istisnai bir fizik yapı olduğu ortada. Üstelik tekvandocuların ve boksörlerin (tahmini olarak, yani kilolarından hareketle hesaplanan) boylarıyla karşılaştırıldığında (ikisi hariç 1,48 ila 1,66 arasında), aradaki muazzam farkı görmemek mümkün değil. Hoş bir rastlantı var. Voleybolcuların en kısası ile dövüş sporcularının en uzunu aynı boyda!
“Ne var bunda, voleybol, basketbol gibi sporlar uzun boy gerektirir” diye itiraz edenler olursa, bizim üzerinde durduğumuz konu şu anda sporun kendisi değil bu kadınların boyu. Bu tür boy, hele Türkiye gibi ortalama boyun nispeten kısa olduğu bir ülkede kimde olur, onu soruyoruz. Bu tür boyun başka her şey eşitken daha iyi beslenme ve düzenli spor ile büyüyen çocuklarda ve gençlerde olacağı herhalde tartışılmaz.
Voleybolcularımızla dövüş sporcularımızın baba (bazen de anne) mesleklerini, içinde büyüdükleri mahalleleri, gittikleri okullarda ortalama sınıf büyüklüklerini, okulun camlarının, tuvaletlerinin durumunu, İngilizce ve fen-matematik öğretmelerinin bilgi düzeyini, ailelerin ortalama gelir düzeyini falan araştırma fırsatımız olsa daha da kesinlikli sonuçlar alırdık. Ama şimdiden bir dizi kıstas temelinde voleybolcularla diğerleri arasında önemli bir sınıf farkı olduğunu anlamış durumdayız. Fiziksel yapı, fizyonomi ve genel görünüm, spor dallarının sınıf karakteri, adlar, her şey farklı görünüyor. Dövüş sporlarındaki sporcularımızın adlarını yeniden yazalım, ardından da voleybolcularımızın adlarını:
Busenaz, Buse Naz, Ayşe, Hatice, Şennur, Merve, Nafia, Hatice Kübra
Gizem, Cansu, Hande, Aslı, Eda, Zehra, İlkin, Elif, Ebrar, Simge, Derya, Ayça, Saliha
Voleyboldaki adlar da sosyolojik dağılıma genel olarak uyuyor.Öteki tarafı zaten konuşmuştuk
Burjuvalara ve modern küçük burjuvalara birkaç soru
Bir tarafta voleybol takımı, öte tarafta dövüş sporları takımları arasındaki toplumsal sınıf farkı ortaya çıkmış durumdadır. Şimdi laikliği yücelttiğini zannedip devamlı onun aleyhine çalışmakta olan takıma (bu takımın sporu da sınıf ayrımcılığı!) birkaç soru sormak isteriz:
1) Sizin “millî” duygularınız sadece uzun boylu, Boşnak, Makedonya ya da Çerkes kökenli olduğu izlenimi veren, geleneksel Batı ölçülerine uygun fiziğe sahip kadın sporcuların yer aldığı millî takımlar şampiyon olunca mı tahrik oluyor? Orta ya da Doğu Anadolu coğrafyasında daha yaygın, yoksul ailelerde daha sık görülen fiziksel özellikler taşıyan sporcular dünya şampiyonu olunca o “sayılmaz” mı?
2) Bazı sporlar sizin için ötekilerden daha mı önemli? Mesela voleybol ya da basketbolda kazanılacak bir dünya ya da Avrupa şampiyonluğu, bokstan, güreşten, tekvandodan, karateden daha mı büyük önem taşıyor? Eğer böyleyse bunun nedeni sizin önemsediğiniz sporların Batı dünyasında daha makbul olmasından mı? Buna karşılık dövüş sporlarında esas güçlü rakiplerin Rus, Bulgar, Orta Asya Türki cumhuriyetlerinden, Azerbaycanlı, Ermeni, İranlı falan olması sizin için o sporların tadını mı kaçırıyor?
3) En önemlisini çok berrak soracağız ve cevabını bekleyeceğiz: Neden voleybolcu kadınlarımız dünya şampiyonu olunca gazetelere, televizyon ekranlarına, dağa taşa “Cumhuriyet kadınının zaferi!” “Türk kadının başarısı!” “İşte Atatürk’ün kızları!” yazıyorsunuz da boksta ya da tekvandoda kadınlarımız dünya şampiyonu olunca sadece “kadınlar tekvando turnuvasında dünya şampiyonu olduk” gibi dümdüz bir dille yazıyorsunuz? Tekvandoda yarışıp dünya şampiyonu olan kadınlar sizce “Türk kadını” mı değil yoksa “Atatürk’ün kızları” olmaya layık mı değiller? Üstelik şampiyonların tek bir tanesinin başında ya da üzerinde İslam’ın muhafazakâr yorumlarından alınmış herhangi bir simge yokken. Neden 1.90 boyunda bir genç kadın “Atatürk’ün kızı” oluyor da 1.48 boyundaki buna layık olamıyor?
4) Siz tekvandocu ya da boksör kadınların bu dehşet verici sınıf ayrımının farkında olmadığını mı sanıyorsunuz?