Sistemi değiştirmek, barikatları aşmak için üye ol! Sahip çık! Denetle!

Türk Tabipleri Birliği

6 Temmuz günü Konya Şehir Hastanesi’nde çalışan Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ekrem Karakaya görevi başında hasta yakını tarafından silahlı saldırı sonucu katledildi. Haber duyulur duyulmaz sağlık camiası başta olmak üzere Türkiye’nin her tarafından tepkiler çığ gibi büyüdü. Türk Tabipleri Birliği (TTB) derhal 2 günlük (7-8 Temmuz) iş bırakma (G(ö)REV*) kararı aldı. Sağlık Bakanı ise her zamanki gibi sadece tvit atarak saldırıyı münferit bir olaymış gibi gösterme gayretine girdi. Oysa gerçekleşen olayın kaynağı sistemdi.

Dünya ile benzer şekilde Türkiye’de de 1980’lerden itibaren sağlık sistemi adım adım özelleştirilmeye başlandı. AKP iktidarı ile birlikte adına “Sağlıkta Dönüşüm” denen, sağlıkta özelleştirmenin ve piyasalaştırmanın önünü daha önce görülmediği kadar açan politikalar uygulamaya koyuldu. Ancak döviz olarak alınan dış borçlarla kör topal sürdürmeye çalıştıkları sistem, ekonomik krizle beraber çöktü.

Doktorlar, sadece baktıkları – yatırdıkları hasta, yaptıkları ameliyat ve istedikleri tahlil-tetkik sayıları üzerinden hesaplanan ancak nitelik ile ilgili (Hasta sağlığına kavuştu mu? Tedaviden fayda gördü mü? gibi) sonuçların hesaba katılmadığı Performans Sistemi’ne geçirilmişlerdi. O ay topladıkları puana göre maaşlarına ek olarak performans ücreti alıyorlardı. Yıldan yıla ellerine geçen paranın hatırı sayılır kısmını bu ücretler oluşturmaya başladı. Sistem hem artan hasta başvurusunun karşılanmasını hem de böylece giderek daha fazla hasta başvurusunun önünün açılmasını sağlamış oldu. Artan hasta başvurusu sağlık piyasasının da kârını katladı. Ancak sağlığa ayrılan pay ekonomik krizle beraber azaldıkça performans ücretleri azaldı. Maaşlar da yeterince zamlanmayınca doktorların alım gücü giderek eridi. 

AKP hükümeti, daha az çalışanla daha fazla işi daha az maaş vererek yaptırmayı kural haline getirmeye çalışmıştı. Ekonomik kriz ortamında bu çalışma rejimini sağlık çalışanlarına kabul ettirebilmek için üzerlerindeki baskıyı arttırdı. Doktorların günlük bakması gereken hasta sayılarını yükseltti (5 dakikada bir randevu açmaya başladı). Doktor olmayan sağlık çalışanlarının da zincirleme şekilde iş yükü muazzam derecede arttı. Tüm bunların sonucunda sağlık çalışanlarının nitelikli sağlık hizmeti sunma, vatandaşların da sağlık hizmeti alma olanağı kalmadı.  

Vatandaşlar, kamu hastanelerinde randevu bulamaz oldu. Zar zor da olsa bulduklarında ise yoğunluktan nitelikli sağlık hizmetine ulaşamaz, yazılan ilaçları çıkan fahiş farklar yüzünden alamaz hale geldi. Mesai saatleri içinde çalıştığı iş yerlerinde sağlık hizmeti alamadığı için tek çare olarak acil servislere başvuruyor, acil hizmetlerinin de dolaylı olarak kalitesi düşüyordu.

Ancak hükümetin sağlıkta çizdiği tablo bambaşkaydı. Herkes istediği hastaneye gidebilir, istediği doktoru seçebilirdi. Başvurduğunda hemen muayene edilip sağlığına kavuşacak, yazılan ilaçlarda da çok az bir fark ödeyecekti. Gerçeklerin, söylenenlerle ilgisi olmadığını gören vatandaş ile sağlık çalışanları karşı karşıya geliyor, sorumlu olan hükümet kendisini görünmez kılmış oluyordu.

İşte sağlıkçıya şiddet, tam bu noktada işlevini yerini getiriyordu. Hem kötü çalışma koşullarına ve iyileştirilmeyen özlük haklarına başkaldırma potansiyeli taşıyan, bu yönde enerji biriktiren sağlık çalışanlarını deyim yerindeyse “hizaya getiriyor”, hem de hükümetin çizdiği pembe tablodan çok farklı bir tablo ile karşılaşan vatandaşın tepkisini kendisine değil de sağlık çalışanlarına yöneltme vazifesi görüyordu.

Dr. Ekrem Karakaya’yı öldüren saldırganın hastaneye elini kolunu sallayarak silahıyla girebilmesinin sebebi, sağlıkta şiddetin gördüğü bu işlevdir. Yoksa hükümetin sağlık merkezlerine silahla girilmesini önleyemeyeceğini ya da bir günde patronlara kıyak geçmek için yasa çıkaranların yıllardır etkili bir sağlıkta şiddet yasası çıkaramaması düşünülemez.

Yaşanan olayı bir sistem sorunu olarak gören İstanbul Tabip Odası ve sağlık meslek örgütleri, katledilen meslektaşlarını anmak, sisteme ve Sağlık Bakanı’na protestolarını göstermek amacıyla 7 Temmuz sabahı İstanbul’da sağlık merkezleri önünde toplandı, öfkelerini dile getirdi ve taleplerini içeren ortak basın açıklamasını okudu. Öğlen saatlerinde ise merkezî toplanma yeri olan İstanbul (Çapa) Tıp Fakültesi’nde binlerce sağlık çalışanı toplanarak basın açıklamasının yapılacağı Sağlık Müdürlüğü önüne yürüdü. Ama ne yürümek! Polisin tekrar tekrar kurmak zorunda kaldığı barikatlara rağmen, gaza, kalkana rağmen. Polis barikat kurmaktan usandı, sağlık çalışanları aşmaktan usanmadı. Sağlık çalışanlarının kararlılığı, barikatları yendi.

TTB, İstanbul Tabip Odası ve sağlık meslek örgütleri, Ekim 2021’den beri sağlıktaki bu kötü gidişe dur demek, Sağlık Bakanı ve hükümeti derhal önlem almaya ve sorunları çözmeye çağırmak için her ay basın açıklaması, iş bırakma, yürüyüş, miting gibi farklı farklı güçlü eylemler tertipliyor. Bu eylem, yapılmış eylemlerin doruk noktası oldu.

Aynı zamanda bu eylem, doktorların ve diğer sağlık çalışanlarının meslek odalarında ve sendikalarda örgütlenip, en küçüğünden en büyüğüne günbegün yaşadığı sorunlara çözüm üretebilmek için bugünden mücadeleye giriştiğinde mutlaka yarın kazanacağını da göstermiş oldu. Özlük haklarımızı ve çalışma koşullarımızı iyileştirmek ve aynı zamanda halkın sağlık hakkını savunmak için meslek örgütlerine “Üye ol! Sahip çık! Denetle!”. Yeni dönemin mottosu bu olacaktır.

* TTB, iş bırakma eylemlerine grev kelimesini de çağrıştıran G(ö)REV adını vermektedir. Bu isimlendirme ile TTB; özlük haklarını iyileştirmek, kötü çalışma koşullarını düzeltmek, halkın sağlık hakkını savunmak için yapılan iş bırakmaları görev olarak gördüğünü belirtirken aynı zamanda üretimden gelen gücün gösterildiği grev eylemine de gönderme yapmaktadır.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2022 tarihli 155. sayısında yayınlanmıştır.