Üçüncü Cephede AKP’nin kuyrukçularına yer yok! (Gerçek - 13-10-2010)

Liberaller ve sol liberaller, referandum sürecinde AKP'nin işçilere, emekçilere ve Kürtlere düşman yüzünü demokrasi söylemleri ile maskelemeye çalıştılar. Bu arada kendi yüzlerindeki maske de düşmüş oldu. Burada amacımız referandumda sol adına "evet" oyunu savunan liberallerin analizini yapmak değil, sadece referandum bağlamında bir kez daha tescillenen bir gerçeğe işaret etmek. Okurlarımız İşçi Mücadelesi internet sitesindeki "Size neyi yetmiyormuş?" başlıklı yazımıza başvurabilirler.

"Evet" çağrısı yapan partilerden biri olan DSİP, zaten yıllardır istikrarlı bir şekilde işçi sınıfı politikasından uzaklaşıyordu. Bu sayede 12 Eylül gecesi Erdoğan'dan bir teşekkürü koparmayı başardı!" Umarız genel seçimlerde Erdoğan partinin isminin doğrusunu da öğrenir. Diğer bir "evetçi" parti olan EDP ise, zaten solda sınıf siyasetinin reddi üzerinden ortaya çıkmış, önce 10 Aralık hareketinin kopuşu ile bir daralma yaşamış, ardından Kılıçdaroğlu'nun büyüsüne kapılarak CHP'ye gidenlerden sonra geride kalanlarla çubuğu liberalizmden yana daha da fazla büken bir politika benimsemiştir. Bunlara bir de Marksist Tutum çevresi eklendi. Onların tavrının eleştirisi de yine İşçi Mücadelesi internet sitesinde bulunabilir.

2007 genel seçimlerinde sol liberallerin katılımıyla birlikte Bin Umut Adayları AKP'nin utangaç bir destekçisi haline gelmişti. Biz o ittifakı İkibuçukuncu Cephe olarak nitelemiştik. Liberallerin bugün referandumda vardıkları nokta daha da açık bir AKP kuyrukçuluğudur. Bunlar güya demokrasi ve özgürlüklerin savunucuları olarak ortaya çıkıyor. Bu yolla sürekli solun saflarına sızmaya, bu alanda etkili olmaya çalışıyor. Ancak, bu sözde demokrasi ve özgürlük savunuculuğunun ufku, burjuvazinin ufku kadardır ve konu işçi sınıfı olduğunda hemen gerçek yüzüyle ortaya çıkar. AKP'nin yamacında sürdürülen demokrasicilik, 1 Mayıs Taksim ve Tekel direnişi sınavlarında sınıfta kalmış ve gerçek yüzünü göstermiştir. İşçi sınıfı mücadeleyi yükseltip, düzenle karşı karşıya geldiğinde ona sırtını dönecek güçlerin işçi sınıfının ve Kürt halkının ittifakı temelinde kurulacak bir Üçüncü Cephe'de yeri yoktur.

Benzer bir durum Kürt sorununda da geçerlidir. Liberallerin Kürt sorunundaki pozisyonu Kürt halkının mücadelesine destek olmaktan çok, AKP'nin Kürt sorunundaki politikalarını sol içinde ve Kürt hareketi nezdinde yaymaya çalışmaktır. 2005 yazında bir bildiri yayınlayarak Başbakan Erdoğan ile görüşen "liberal aydınlar", o görüşmeden bu yana Kürt hareketini yalnızlaştırma ve hareketi "şahinler" ve "güvercinler" olarak bölme gayreti içinde olmuştur. Bugün de her önemli dönemeçte derhal Kürt hareketine karşı tutum almakta ve AKP yanında saflaşmaktadırlar. Liberaller Kürt halkının değil en fazlasından Kürt burjuvazisinin ve Barzanicilerin dostlarıdır. 

Liberaller söz konusu olduğunda, ortada sınıfsal tercihleri bakımından bir hata, saflık derecesine varan bir iyimserlik ya da daha ılımlı yaklaşımla açıklanabilecek bir durum olmadığı açıktır. Doğrudan sınıfsal olarak bilinçli bir ideolojik ve politik saf tutma söz konusudur. Dolayısıyla bugün Üçüncü Cephe şiarı etrafında toplanan sosyalistler açısından, liberaller ve sol liberaller, kesinlikle bu cephenin bir parçası olarak görülemez.

 


Sol liberal aydınlar sermayenin hizmetinde

Liberal kanadın en öne çıkan aydınlarından birisi olan Fuat Keyman, referandum sürecinde "evet", "hayır", "yetmez ama evet" gibi tavırların yanına, kendi "evet"ini gerekçelendirirken "yeni bir anayasa koşuluyla evet" açılımını ekledi. Bu ne demektir? Referandumda evet oyu verilecek, ardından genel seçimlerde AKP'nin anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşacak bir sonuç alması ile bir sonraki meclis döneminde yeni anayasa hazırlanacaktır. Bu kronolojiyi kuran bir anlayışın kendisini AKP ile karşı saflara koymasını geçtik, arasına gerçek bir ayrım koyması bile beklenebilir mi? Erdoğan da zaten aynı takvimi her fırsatta açıklamıyor mu?

Ahmet İnsel, kuruluş aşamasında bugünkü EDP'lilerle yollarını ayırmadan önce Yeni Sol Parti adı ile anılan çalışmanın sözcülüğünü yapıyordu. En azından bizim bildiğimiz derin bir politik farklılık bu ayrılığa neden olmadığına ve Ahmet İnsel de sonradan fikirlerini değiştirdiğini açıklamadığına göre, 17-18 Şubat 2010 tarihlerinde Radikal gazetesinde yayınlanan "Ahmet İnsel Yeni Solu anlatıyor" dizinde ifade ettiği görüşlerin geçerli olduğunu varsayabiliriz. O diziden birkaç alıntı ile ne söylemek istediğimizi daha net açıklayalım: "Sistematik olarak özelleştirmeler iyidir ya da kötüdür tavrı bağnazlıktan başka bir şey değildir Kamu hizmetinin toplumun yararına olan alanlarda yoğunlaşmasını sağlamamız lazım." İnsan bir kere işçi sınıfı perspektifini yitirince, özelleştirmeye bile sadece hizmeti alanın gözünden bakması kaçınılmaz hale geliyor herhalde. "Salt emekçilerin demokratik iktidarı diye bir şey söz konusu olamaz, çünkü o emekçiler toplumda azınlığı oluşturuyor." Bu aşamada artık, sınıf perspektifini yitirmenin ötesine geçip sınıfı görmezden gelme noktasına ulaşıyor.

Son olarak sermayenin gözünden sol liberallerin hangi tarafta görüldüğüne dair bir örnek... Garanti Bankası 9 Haziran tarihinde bağlı bulunduğu Doğuş Holding'in patronu Ferit Şahenk'in ev sahipliğinde Financial Times gazetesinin baş ekonomistinin de katılımıyla "Gelecek Zirvesi" isimli çok üst düzey bir konferans düzenledi. Sadece sınırlı sayıda şirket yöneticisinin katılabildiği, dışarıdan katılımın mümkün olmadığı konferansa, konuşmacılara soru sorarak tartışmayı yönlendirmek üzere davet edilen 5 kişiden birinin Fuat Keyman, diğerinin ise Ahmet İnsel olması bir tesadüf olabilir mi? Sermayenin bu kadar üst düzeyde planladığı uluslararası bir konferansta davetlilerini rahatsız edecek herhangi bir risk almayacağını düşünürsek, bu kişilerin sermayenin has insanları oldukları açıkça görülmektedir.