Emperyalizme ve Siyonizme değil İran'a kalkan ol! (22-10-2010)
Füze kalkanı emperyalist saldırganlıktır
Öncelikle füze kalkanı projesinin ne olduğunu tam olarak kavramak gerekli. Bu projenin kökleri SSCB ve ABD'nin karşılıklı olarak büyük çapta nükleer silahlanma yarışına girdiği soğuk savaş döneminde yatmaktadır. İki ülke ellerinde karşı ülkeyi defalarca tarumar edecek kadar silah biriktirmişlerdir. Böyle bir nükleer yarış söz konusu olduğunda karşı tarafa üstünlük sağlamak iki şekilde mümkün olmaktadır. Bunlardan birincisi karşı ülkenin misillemesini zayıflatmak üzere ilk saldırıyı gerçekleştirmek ve böylece karşı tarafa mümkün olan en büyük zararı vermektir. Bu büyük bir kumardır. Sonuçta ilk saldırıyı kim gerçekleştirirse gerçekleştirsin bir misilleme olduğunda her iki ülkenin ekonomik, askeri ve insani olarak ciddi biçimde tahribata uğraması kaçınılmazdır. Bu yüzden olası bir nükleer saldırıyı füzeler kendi topraklarına girmeden önleyebilecek bir sisteme ihtiyaç duyulmuştur. Dolayısıyla böyle bir "kalkan"a sahip olan ülke misilleme tehdidi olmadan nükleer saldırı imkanına kavuşuyor. 2. Dünya Savaşı'nda ABD, tek yanlı nükleer güce sahip olma avantajı sayesinde, Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bombalarıyla Japonya'ya kısa sürede diz çöktürmüştür. (Bu bombalarla 360 bin insan öldürülmüş ve radyasyon yüzünden kuşaklar boyu Japon halkı sakat doğumlar ve kanserle boğuşmuştur.) Bugün kalkan projesi ile nükleer denge benzer biçimde bozulduğunda ABD'nin emperyalist saldırganlığını dizginleyen önemli bir faktör ortadan kalkacaktır. Yani füze kalkanı savunma değil tehdit ve saldırı amaçlıdır.
Hedefte kim var?
1983'te ABD Başkanı Ronald Reagan "Yıldız savaşları" projesini başatarak nükleer dengeyi ABD lehine bozma girişiminde bulunmuştur. SSCB'nin yıkılmasından sonra da ABD bu çabalarından vazgeçmemiş ve en son 2007 yılında aynı amaçla Doğu Avrupa'ya füze kalkanı kurmaya çalışmıştır. ABD her ne kadar kalkanın İran'a yönelik olduğunu iddia etse de Rusya bu girişimin sert bir şekilde karşısında durmuş ve bunu savaş sebebi sayacağını ilan etmiştir. Bu çıkış üzerine ertelenen proje 14 Ekim'de Brüksel'de yapılan NATO toplantısında tekrar gündeme getirilmiş ve Rusya'nın da tepkisi gözetilerek kalkanın yerleştrileceği yer olarak Türkiye önerilmiştir. 20 Kasım'da Portekiz'in Başkenti Lizbon'da yapılacak NATO toplantısında bu projenin bir NATO projesi olarak uygulanıp uygulanmayacağı tartışılacaktır.
Füze kalkanının, sahibine tek yanlı nükleer üstünlük sağlayacağı düşünülürse Türkiye'ye konuşlandırılmak istenen sistemin siyasal anlamı net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi İran nükleer enerji üretme çalışmalarına başlamış ve bu çalışmalar başta ABD ve İsrail olmak üzere emperyalizmin tepkisine yol açmıştır. Bu tepkinin sebebi İran'ın bir nükleer güce dönüşmesinin ABD ve İsrail'in bölgedeki nükleer tekelinin ortadan kalkmasına yol açabilecek olmasıdır. Her ne kadar İran nükleer programını barışçıl amaçlarla sürdürdüğünü iddia etse de İsrail'i vurabilecek füzeler geliştirmektedir ve bu durum İsrail'de ciddi bir tedirginlik uyandırmaktadır. İran nükleer silah sahibi olduğunda ABD'nin Irak savaşına benzer operasyonlar yapmasının, İsrail'in aklına estikçe Lübnan'a saldırmasının çok daha riskli bir hal alacağı açıktır. Bu yüzden söz konusu kalkanın öncelikle İsrail için kurulduğu ortaya çıkmaktadır. Daha geri planda olmak üzere Türkiye'de kurulacak füze kalkanının ABD ve NATO tarafından aynı zamanda Rusya'ya karşı bir mevzi olarak da değerlendirilmektedir. Ancak bu değerlendirme yüksek sesle ifade edilmemektedir.
Tehdit İran'dan değil ABD ve İsrail'den gelmektedir
Emperyalist saldırganlığın bir mevzisi olarak görülmesi gereken "füze kalkanı"na karşı çıkılması gerektiği açıktır. Ancak bu karşı çıkışı salt barışçı düşüncülerle yapmak yanlıştır. İsrail ve ABD'nin nükleer silah tekelini elinde bulundurduğu bir coğrafyada nükleer silah sahibi olmak meşru bir hak olarak görülmelidir. İran uluslararası dengeler dolayısıyla açıkça ifade etmese bile İran'ın nükleer silah üretme hakkı savunulmalıdır. Çünkü emperyalistlerin iddia ettiği gibi İran bir tehdit unsuru değildir. Esas İran'ı ve bölgede ABD emperyalizminin, Siyonizm'in karşısında kim varsa onları tehdit eden ABD, İsrail ve tabii ki NATO'dur.
Türkiye'nin özel konumu
Burada hem NATO üyesi olarak hem de İran'ın komşusu olarak Türkiye'nin özel konumu öne çıkmaktadır. ABD, İran'ın nükleer programına karşı Birleşmiş Milletler nezdinde yaptırım uygulanması için bastırırken Türkiye ve Brezilya ayrıca inisiyatif alarak İran'la nükleer takas anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşmaya göre İran, nükleer silah için de kullanılabilecek olan radyoaktif maddelerin Türkiye'de uluslararası gözetim altında depolanmasını kabul etmişti. Bu anlaşma ABD'nin tepkisini çekmiş ve Türkiye'nin dış politikada Batı'dan uzaklaştığı şeklinde yorumlanmıştı. Şimdi ABD'nin füze kalkanını NATO projesi olarak Türkiye'ye dayatması, Türkiye'nin tarafsız bir konumda durma ya da arabulucu rolüne soyunma girişimlerini ortadan kaldırmaya yöneliktir. İran'ın nükleer silahlanma hakkını savunmayan Türkiye'nin bu proje karşısında takınacağı tutum son derece önemli olacaktır. Şimdilik bir takım çekinceler ortaya konsa da NATO üyesi ve ABD emperyalizminin stratejik müttefiki olarak Türkiye'nin seçenekleri giderek azalmaktadır. ABD ve İsrail, İran'daki rejimi devirmek için askeri seçenek dahil bir dizi senaryo üzerinde yoğunlaşırken İran'la ikili ilişkilerini geliştiren ve ABD'nin inisyatifi haricinde girişimlerde bulunan bir Türkiye'nın sıkıntı yarattığı açıktır. Tayyip Erdoğan önderliğinde AKP hükümeti bir yandan emperyalizmle işbirliğine devam ederken diğer yandan Ortadoğu'da prestijini arttıracak çıkışlar yapıyor. Mavi Marmara olayından sonra İsrail'e karşı yapılan çıkış, İran'la yapılan anlaşmalar, Suriye ve diğer ülkelerle geliştirilen ilişkilerin bu çerçevede etkili olduğu açıktır. Bununla birlikte, füze kalkanı projesi Türkiye'yi kaçınılmaz biçimde taraf olmaya zorlayack bir süreci başlatmış durumda. Ya emperyalizmden ve Siyonizmden yana olacaksın ya da karşısında... Arada kalmanın, denge politikası izlemenin koşulları azalmaktadır. AKP'nin son tahlilde alacağı tutum bellidir. Bölgede emperyalizme karşı değil tersinde onunla ittifak halinde güç olmaya çalışan, yarım asırlık NATO üyesi Türkiye'nin hükümeti sonuçta emperyalizmden yana saf tutacaktır. Tabii ki büyük bir politik bedel ödeyerek. Bu bedeli arttırmak ve hükümetin emperyalizme boyun eğişini güçleştirmek emekçi kitlelerin ve bölge halklarının alacağı tutuma bağlıdır.
Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin karşısına dikilelim
Bu tabloyu ancak emperyalizmin esas olarak ezdiği ve savaşların ve olası savaşların esas mağduru olan emekçi sınıflar değiştirebilir. Irak savaşı öncesinde olduğu gibi İran'a karşı yapılan emperyalist planların da karşısına dikilmek gerekir. Daha önce Irak'ta olduğu gibi İran'da da iktidara politik anlamda kefil olmak mümkün değildir. İran'da hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gerici bir rejim vardır. Ne var ki söz konusu olan bölgedeki gericiliğin merkezi konumundaki ABD emperyalizmi ve Siyonizm'in önünde engel olarak yükselen her gücü sindirme çabasıdır. Bu yüzden tüm sendikalar, emekçilerden yana siyasi partiler, meslek örgütleri "emperyalizm İran'dan elini çek!" diyecek herkes bir araya gelerek emperyalizme karşı güçlü bir kalkan oluşturmalıdır.