Tüpraş’ta anlatılan, milletin hikâyesidir
Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu Tüpraş, İzmit rafinerisinde 1828, Batman, Kırıkkale ve Aliağa rafinerilerinde ise toplam 4200 işçiyi ilgilendiren toplu sözleşme süreci içinde. Tüpraş’ta işçiler masaya yüzde 50 zam talebiyle oturdu. Patron tarafı bu talebi kesin olarak reddettiği gibi 2 yıllık sözleşmeyi 3 yıla çıkartmaya, vardiya sisteminde işçi aleyhinde değişiklikler yapmaya ve izin haklarını tırpanlamaya çalışıyor.
Koç, yerel ve ulusal basın üzerindeki tüm etkisini kullanarak Tüpraş’ın yüzde 64 artışla 88,6 milyar liraya ulaşan cirosunun, 5,7 milyar liraya ulaşan faaliyet kârının değil, işçilerinin zam talebini sorgulayan yazılar çıkmasını sağlıyor. Türkiye’nin en önemli ve güçlü sendikalarından Petrol-İş sesini duyurmakta zorlanıyor. Tanıdık geldi mi?
Tüpraş, 2005 yılında yüzde 51 hissesinin blok satışıyla Koç-Shell ortaklığına verilerek özelleştirilmişti. 1999’da azınlık hisselerin halka arzıyla başlayan özelleştirme süreci pek çok kez yargının yürütmeyi durdurma kararlarıyla karşılaşmıştı. Ancak özelleştirme durmadı. Son olarak 2005 satışı da Danıştay tarafından durduruldu. Daha sonra bu karar da “fiili imkânsızlık” gerekçesiyle uygulanmadı. Bir başka ifadeyle Koç ve Shell “atı alıp Üsküdar’ı geçmişti.” Bu da tanıdık geliyor değil mi?
Şimdi her toplu sözleşme gibi Tüpraş’ta da uzlaşma sağlanamadığı takdirde iş greve kadar gidebilir. Şimdiden işçiler 2 saatlik uyarı mahiyetli iş bırakmalara ve farklı eylemlere başladılar bile. İstibdadın “ulusal güvenlik” gerekçesiyle bu grevi yasaklaması da söz konusu olabilir. Ne de olsa Tüpraş stratejik önemde bir sanayi kuruluşu… Gelgelelim bu dev kuruluşu Koç ve Shell’e peşkeş çekerken ne strateji ne de ulusal güvenlik görmüştü gözleri. Özellikle fabrikaları Katar ortaklı yandaş firmaya satılan Sakarya Tank Palet işçileri için kulağa tanıdık geliyor olmalı?
Bugünlere nasıl geldik diye düşünenler geriye dönüp baktığında genel seçimler, yerel seçimler, referandumlar bir film şeridi gibi geçecektir mutlaka. Ama biraz daha dikkatli baktığınızda Türkiye’nin kaderinin seçimlerle belirlenmediğini görebilirsiniz. Sadece TRT’nin olduğu günlerdeki basın özgürlüğünün yüzlerce özel televizyonun olduğu bir tek sesliliğe dönüşmesi kendini Batılı, laik ve demokrat olarak pazarlayan patronlar eliyle oldu. Hukukun guguk olması sürecinde Fethullahçı hakim ve savcılardan önce Anayasa’yı bir kere delmekle bir şey olmaz diyen Özallar ve o Anayasa’yı hiçbir zaman işletmelerinin kapısından içeri sokmayan Koç Holding vardı. Milletin birikimlerini yağma etmek ise adeta Türk patronlarının ata sporudur.
Tüpraş’ta anlatılan senin hikâyendir. Bu milletin hikâyesidir. Mesele bir toplu sözleşmeden çok daha fazlasıdır. Bu hikâye bize bugün inşa olunan istibdad rejiminin bir Cumhurpatronluğu rejimi olduğunu anlatır. Bu hikâyeden hissesini alan, hak ve hürriyetler için patronlardan medet ummayacaktır. Bilakis haklarını ve hürriyetlerini patronlardan korumak zorunda olduğunu görecektir. Buraya seçimlerle gelmediğimizi görüp buradan da seçimlerle çıkamayacağımızı anlayacaktır.
Tüpraş işçisi yüzde kaç zam istiyorsa hakkıdır. Tüpraş işçisinin kavgasını tüm millet bir ekmek ve hürriyet kavgası olarak sahiplenmeli ve desteklemelidir. İşçi hakkını almalı ve bu mücadele milletin Tüpraş’ı geri alması için verilecek mücadelenin bir işaret fişeği olmalıdır. Tüpraş yeniden işçi denetiminde ve tazminatsız olarak (yıllarca tekel kârını cebe indiren Koç ve Shell millete borçludur) kamulaştırılmalıdır. Tüpraş’ın kamulaştırılması istibdada, sermayeye ve emperyalizme karşı ekmek ve hürriyet kavgasının parolasıdır!
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2019 tarihli 115. sayısında yayınlanmıştır.