Toplu “oyun” görüşmeleri ve “oyun”u bozmanın yolları
Kamu emekçilerinin ve emeklilerinin 2020-2021 yıllarında alacakları maaş zamlarını belirleyecek toplu sözleşme görüşmeleri 1 Ağustos’ta başlayacak. Toplu sözleşme masasında, kamu emekçilerini, 11 hizmet kolunun tamamında yetkili olan Memur-Sen’in sendikaları temsil(!) edecekken; hükümeti Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı temsil edecek.
Oskar alabilecek kadar iyi bir oyun sahnelenecek!
Memur-Sen, birinci yıl için yüzde 3, ikinci yıl için ise yüzde 2 refah payı; taban aylığa seyyanen 200 lira zamma ilave olarak ilk yıl yüzde 8+7; ikinci yıl yüzde 6+6 zam teklifinde bulunmuş.
Aslında hükümet ile öncesinde görüşüp kararlaştırdığı teklifi sunmuş desek daha doğru olacak. Tabii ki de Memur-Sen ile hükümet arasında bir görüşme veya pazarlık olmayacak. Bu, bizleri avutmak için söylenen kuyruklu bir yalan. Daha en başından, sonu belli bir tiyatro oyunu sahnelenecek. Memur-Sen, kameralar karşısına geçip kamu emekçilerini “cevval” şekilde savunuyormuş gibi yapacak ama kapalı kapılar ardında hükümet ile kol kola girip emekçilere ihanet edecek. Çünkü Memur-Sen’in var oluş amacı bu!
Memur-Sen hormonlu bir sendikadır!
Memur-Sen’in bir AKP projesi olduğu tartışma götürmez. Tarihimizde patrondan yana, emekçiye düşman sendikalara “sarı sendika” diyoruz. Memur-Sen’in sarı sendika konfederasyonu olduğuna kanıt olarak birkaç çarpıcı örnek verelim. Diğer konfederasyonlar kadar üyesi varken, yaklaşık 10 yıl önce bir anda adeta “şahlanıp” diğer iki büyük konfederasyonun toplamından 2 kat fazla üyeye ulaşmış (KESK’in 7 katı). Ne büyük bir örgütlenme hamlesi!
Bu örgütlülüğün mükâfatı olarak hükümetten çok yüksek bir zam koparması gerektiğini düşünebilirsiniz. Ne de olsa üye sayısı olarak ezici üstünlük onda. Ama yanıldınız! Memur-Sen’in yetkili konfederasyon olduğu 2012 yılından 2019’a kadar yapılan toplu sözleşmelerde elde edilen zamları topladığımızda, kamu emekçileri maaşları net olarak (enflasyon oranı düşülünce) yalnızca yüzde 3,3 artırmış! Bu 8 yıllık dönemde elektriğe, suya, doğalgaza, pazardaki sebze-meyveye ne oranda zam yapıldığının hesabını sizlere bırakıyoruz. Yoksulluk sınırının çok altındaki maaşlar giderek açlık sınırına daha çok yaklaşıyor.
Resmi olarak açıklanan enflasyon oranlarına indirgenmiş zam pazarlıklarının yanında en azından haklarımızda iyileştirme olabileceğini düşünebilirsiniz. Ancak burada daha fena yanılırsınız. Kamu emekçilerinin elinde kalan en temel hak olan iş güvencesi adım adım kaybedilmekte. Özellikle son üç yıldır kadrolu memur alımları durma noktasına geldi. Kamudaki istihdam giderek daha yüksek oranla sözleşmeli, geçici personelle sağlanıyor. Kalan kadroluların tepesinde ise KHK ile ihraç edilme olasılığı Demokles’in kılıcı misali sallanıyor. Memur-Sen ise buna karşı söz söylemek şöyle dursun KHK’lar yoluyla ortaya çıkan güvencesizliğin en büyük savunucusu.
Sol sendikacılıkta çöküşe doğru!
Gelelim bizim cenaha. KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) bu dönem için; ilk yıl için toplam yüzde 38 artış, ikinci yıl için ise enflasyon oranının yüzde 3 fazlası kadar refah payı teklifi sundu. Açıkçası kamu emekçisini enflasyona kurban ettirmeyecek bir teklif olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, oyunun ötesinde gerçek bir toplu sözleşme yapılabilmesi için grev hakkının yasal olarak tanınması da KESK’in yıllardır en önemli taleplerinden. Ancak bu taleplerin hükümet tarafından kabul edilmesinin yolu, yalnızca toplu sözleşme teklifi hazırlayıp sunmaktan geçmiyor.
KESK’in geldiği noktayı biraz açmakta fayda var. 2000’li yıllarda başlayan sendikal mücadelede geriye gidişin 2010’lu yıllarda artarak devam ettiğini görüyoruz. Üye sayısının özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL ortamında çok ciddi şekilde azaldığı bir gerçek. Geçmişin mücadele birikimini yeni kuşaklara aktaracak öncü işçi diyebileceğimiz kadrolar ya emekli oldu ya da mücadeleden düştü. Bununla bağlantılı olarak yıllardır yetkili sendika olunan iş yerlerinde bile yetkinin kaybedildiğini görmekteyiz. İş yerlerindeki emekçilerin yakıcı gündemlerine müdahil olamayan, sözü dinlenmeyen, ağırlığı hissedilmeyen sendikalar haline geldik. Seçim dönemlerinde liste oluşturmak ve toplantılar yapıp somut sorunlara dokunamayan kararlar almak dışında sendikal mücadele adına pek az şey kaldı elimizde.
Hak verilmez alınır, zafer mücadele ile kazanılır!
KESK’in bir an evvel bu atıl halden çıkması gereklidir. Mesele asla üye sayısına indirgenemez. Örgütlü ve inançlı çok az üye ile isteklerimizi kabul ettirmek, sesimizi çok daha gür duyurmak mümkündür. Esas mesele, mücadele tarzımızı değiştirmektir. İş yerlerimizdeki sorunlarımız başta olmak üzere memleketin her sorununa somut olarak müdahil olduğumuz ve emekçi düşmanı yöneticilere örgütlü olarak açıkça tavır aldığımız, bizi mücadeleden yoksun bırakan “yasa-yönetmelik sendikacılığı”nı bırakıp “fiili-meşru mücadele sendikacılığı”nı benimsediğimiz, iş yerindeki emekçi arkadaşımızın bize yönelttiği “Ben niye KESK’e üye olayım ki?” sorusuna somut sendikal mücadele örneklerimizle başımız dik, gururlu şekilde cevap verebileceğimiz tarza geçiş yapmamız gerekmektedir. Bunu yapmaya başladığımız andan itibaren “oyun”u bozar, hükümete de istediğimizi kabul ettirecek güce erişebiliriz.