Salgın döneminde sınıf mücadeleci sendikacılık
Her şey gibi sendikacılığın da gerçek niteliği zor zamanlarda belli olur. Ne yazık ki sendikalar korona salgınının başından itibaren genel olarak iyi bir sınav vermediler. Türk-İş ve Hak-İş’in tutumu yetersizliğin ötesinde utanç verici bir işbirlikçilik olarak karşımıza çıktı. Erdoğan’ın sermaye için 100 milyarlık destek paketini açıkladığı toplantıda bulunup, işçilerin hiçbir talebini dile getirmeden seyirci koltuklarından olan biteni alkışladılar. Daha sonra DİSK’le birlikte ücretli izin talebini öne çıkartan ortak bir bildiri yayınlamaları umut verdiyse de bu bildiriyi TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, TİSK gibi ne kadar patron örgütü varsa onlarla bir araya gelip yaptıkları açıklama ile tekzip etmeleri uzun sürmedi. “Hepimiz gönüllü karantinadayız” diyen bildiriye belli ki okumadan imzayı atmışlar.
DİSK’i de eleştirilerden muaf tutamayız. DİSK ilkin son derece doğru olan ücretli izin ve işten çıkartma yasaklansın taleplerini öne sürdü. Ancak hemen ardından DİSK bildirilerinde kısa çalışma ödeneğini bir talep olarak görmeye başladık. “Gerçekçilik” adı altında sermaye ile uzlaşarak çözüm bulma anlayışının bir ürünüydü. Gerçekte olan ise ücretli izin talebinin altının bizzat DİSK tarafından boşaltılması oldu. Kısa çalışma dayatmasına karşı ücretli izin talebinde ısrar eden fabrikalarda DİSK’li işçilerin düştüğü durumu düşünün. Yine de HT Solar ve Gebze’deki başka fabrikalar masaya üretimden gelen gücü koydu ve ücretli izin hakkı alındı. Ama DİSK’le değil, bir ölçüde DİSK’e rağmen!
DİSK yönetimi o kadar büyük bir yanılsama içindeydi ve fabrikalardan o kadar kopuk bir ruh halindeydi ki, Erdoğan’ın “işten çıkartmayı yasakladığı” haberlerini hiç sorgulamadan coşkuyla karşıladılar. Düşünün, Türkiye çapında işçi sınıfının üretimden gelen gücünü ortaya koyan eylemler yapmadan, işten çıkartmanın yasaklanabileceğine inandılar. Erdoğan’ı bilmemezlik olamayacağına göre, kendini bilmezlik olsa gerek… İşin aslı belli olunca “DİSK’in haklılığı tescillendi”, “kazanım elde ettik” diyen, en tepeden atılan coşkulu tivitler silindi. Bir süre sessizlik, sonra “bu yasa eksik” ve nihayet “bu ücretsiz izin dayatmasıdır” noktasına gelebildik.
DİSK’in, sınıf mücadelesi ile hak elde etmek yerine, uzlaşmayla çözüm bulma yaklaşımının bir başka tezahürünü de zorunlu olmayan üretimin durdurulması talebinde gördük. DİSK bunu sürekli hükümetten talep etti. Bir sendika pek çok şeyi hükümetten talep edebilir. Bir işçi partisi de hükümetten talepte bulunabilir. Ancak talepte bulunulmayacak tek şey üretimin durdurulmasıdır. Çünkü üretimi durduracak güç işçidir. Kararı verecek işçidir, işçi sendikasıdır. İşin durdurulmasını hükümetten talep eden sendikacıya “sen ne iş yaparsın” derler. Ciddiye almazlar. Nitekim DİSK’in, zorunlu olmayan üretimin durdurulması ve gerekli önlemlerin alınması için hükümete verdiği 48 saatlik ültimatom da bu yüzden fos çıkmıştır. 168 saat sonra çarkları durdurmayan DİSK zoom üzerinden yaptığı açıklamada mealen “biz üretimi durdururuz demedik 48 saatte bu önlemler alınabilir demek istemiştik” diyerek çark etti.
Sınıf mücadeleci sendikacılık sendika başkanları eliyle yukarıdan aşağı yapılmak zorunda olan bir şey değil tabii ki. Hatta tam tersi olmak durumunda. Bürokrasiye rağmen verilecek çetin bir mücadele bu. DİSK’in Koronavirüs raporlarında DİSK’te örgütlü 11 işyerinde çalışmaktan kaçınma hakkının kullanıldığı (fiili grev) ifade ediliyor. 11 işyerinin 8’i Birleşik Metal-İş’te örgütlü. Burada ilginç bir durum var. Çünkü bizim bildiğimiz, Birleşik Metal-İş’in Gebze 1 No.lu şubesine bağlı 7 işyerinde “çalışmaktan kaçınma hakkı” kullanıldı. Bu şube MESS sözleşmesi döneminde grev kararını aldıran ve bunda ısrar eden şube olarak biliniyor. Aynı zamanda MESS grevi başlamadan iki gün önce Birleşik Metal-İş Genel Merkezi’nin tartışmalı kararı ile ikiye bölünen şube! Bir diğer ilginçlik ise şu: Çalışmaktan kaçınma hakkını kullanan diğer fabrika, Gebze şubesi bölündükten sonra 2 No.lu şubeye bırakılmış bir fabrika. Hem de fabrikanın temsilcisi halen 1 No.lu şubede yönetici seçilmiş olduğu halde! Biz 8 işyerini tamamladık. Ya rakamlarda bir hata var ya da başka bir durumla karşı karşıyayız. 48 saatlik lafta kalan ültimatomlarla değil, sahada yürütülen gerçek sınıf mücadelesiyle sonuç alınmaktadır.
Dahası burada işçilerin gördüğü ve yaşadığı gerçeğin herkesçe de bilinmesinde fayda var. Seçildiğinden beri yönetimine disiplin soruşturmaları açılan, şubesi bölünen, kendi bölgesinde yapılan mitingde konuşturulmayan sınıf mücadeleci sendikacılar işini yapıyor, sınıf mücadelesini yürütüyor, ne başkanlara ne hükümete değil sınıfın gücüne güveniyor. Gücü yettiğince sonuç da alıyor. Ama en önemlisi, sınırlı bir bölgede sınırlı güçlerle verilen mücadele, sendika ve konfederasyonun tüm gücüyle verilse, Türk-İş ve diğer sendikalara da hakim olsa, ülke çapında nasıl bir gücü açığa çıkarabilir bunu gösteriyor. Sınıf uzlaşmacı “gerçekçi” sendikacılık, hiçbir şey vermiyor, elde avuçtakini de götürüyor. Sınıf mücadeleci sendikacılık tek doğru ve “gerçekçi” yol. Bu yolda yürümeye ve bu yola çağırmaya devam!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2020 tarihli 128. sayısında yayınlanmıştır.