Fabrikadan haberler - Nisan 2019
"Fabrikalardan Haberler'' köşesinden, farklı sektörlerde çalışan işçi arkadaşlarımızın deneyim ve mücadelelerini aktarmaya devam ediyoruz. Bu sayıda Çorlu, Bursa, Gebze, İzmir ve İstanbul'dan işçi arkadaşlarımızın yazdığı yazılara yer veriyoruz.
EYT'lilerin kazanması hepimizin kazanması - Çorlu Coca Cola’dan bir işçi
Memleket gündeminde başı çekenlerden bir tanesi emeklilikte yaşa takılanlar. Sınava giren bir öğrencinin not hesaplaması gibi fabrikalarda yaş ve prim hesaplamaları havalarda uçuyor. Benim sgk girişim hesaba katıldığı zaman mezarda emekli olacağım kesin. Bunun yanında sürekli olarak hükümet çeşitli şekillerde, bizim alın terimizle yıllarca ödediğimiz primleri ödemeye gücü yetmediğinden bahsedip duruyor. İşsizliğin gittikçe arttığı bu dönemde İşkur’a başvuranların sayısı arttıkça artıyor. Stadyumlar bile başvuruları kabul edemeyecek kadar doluyor. Aynı İşkur, devletin teşvik aracı gibi işçilere simsarlık yapıyor. Ama bu bildiğimiz simsarlığın tam tersi yönde. Simsar komisyon alır bunlar sermayeye komisyon (teşvik) veriyor. Bu teşviklerden bir tanesi de İşkur üzerinden giren işçilerin maaşlarının ciddi bir kısmının devlet tarafından karşılanması. Bu oran şirketten şirkete değişiklik göstermekle birlikte, işçinin sigorta ücretini devletin karşılamasına kadar vardı. Ama bu sigorta primlerini diğer primlerden ayıran bir çok özelliğinin yanında en önemlisi emeklilik priminden sayılmaması ve sadece sağlıkta geçerli olması. Bu yönüyle lise stajyerinin sağlık sigortası yapılmasından farkı yok. Her iki durumda da emeğimiz sömürülüyor. Ama bu sefer prim üzerinden… Anlayacağınız sermayeye kalsa bırakın emeklilikte yaşa takılanları, çalışan hiç kimseyi emekli yapmayacak. Dolayısıyla EYT’lilerin mücadelesi bizim mücadelemiz oluyor. EYT’lilerin kazanması sadece büyüklerimizin kazanması değil, hepimizin kazanması demek.
Patronlar için değil, turizm işçileri için fon! - Bursa'dan bir turizm işçisi
Deniz, kum, güneş turizmi için yeni bir turizm sezon başlarken kış turizmde çalışan turizm işçileri için bir sezon daha kapanıyor. Turizm patronları ve hükümetin temsilcisi olan ve turizm sektöründeki en büyük tekellerden sayılan ETS tur'un sahibi Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy kış sezonu kapanırken yaz sezonu için bütün televizyonlarda gözükmeye turizmin olduğu her kenti gezmeye başladı. Her yerde ve her kanalda turizm patronları için vaatler vermeye onlar için oluşturduğu fonun ne kadar işlerine yaracağını karlarına kar katacağını anlatmaya devam ediyor. Ama tabi biz turizm işçilerinin haklarını iyileştirecek hiçbirşey yok. Onun yerine kış sezonunda uyguladıkları sömürü planlarını yaz sezonunda nasıl daha fazla geliştirecekleri çoktan hazırlandı. Gene geçen seneki gibi yeni sezona başlayacak işçileri ne beklediği bugünden bilmek mümkün. Hergün artan ekonomik krizden patronlar ve onun temsilcisi hükümet krizin faturasını biz işçilere çıkarmanın yeni yollarını buluyorlar. Ya da tam tersine hepimizi ilk sanayileşme dönemindeki çalışma koşullarına geri döndürüyorlar. Bugün daha işe başlamadan sigortalarımızdan özel hayatta geçirdiğimiz vakitlerden çalmak üzere bizi işe almayı şart koşuyorlar. Bugün kış sezonunun bitmesiyle işsiz kalacak turizm işçilerinden esirgedikleri fonumuzu bugün işe başlayacak diğer turizm işçilerine 12 saat sigortasız çalışmaları karşılığında açlık sınırında bile olmayan miktarlarla maaş olarak ödeyecekler. Sektörde sadece yıllardır çalışan işçileri değil bugün daha lisesini yeni bitirmiş ya da devam eden öğrencileri bile düşük ücretlere çalıştırmak için ellerinden gelenleri artlarına koymayı unutmuyorlar. Ama gelin görünki bugün turizmi var eden biz işçiler için değil. Turizmin işçilerinin sırtında kambur olan patronlar için yeni yeni projeler fonlar oluşturuluyor. Biz işçiler dişimizden tırnağımızdan biriken fonu yazın çalışırken değil kışın işsiz kaldığımızda kullanmak istiyoruz. Hükümetin bizim için yeni bir fon oluşturmasını değil, bugün var olan işsizlik fonunun biz işçilere çalışırken değil biz işsiz kaldığımızda şartsız şurtsuz bize verilmesini istiyoruz. Talebimiz açıktır. Turizm patronları için değil turizm işçileri için işsizlik fonunun kullanılmasını istiyoruz. Bunu da bugün biz çalışırken değil işsiz kaldığımızda istiyoruz.
Taşeron şirketler sırtlan gibi çevremizde bekliyor - Gebze’den bir işçi
Merhaba. Ben Gebze’de yaşayan bir işçiyim. Mart ayının ilk haftasında Rossman adlı bir lojistik şirkete taşeron işçi olarak girdim. Girdikten 2 hafta sonra işe gitmek için evden çıktığımda apartmanın merdivenlerinden düştüm bunun sonucunda kolum morardı. Sağlık ocağına gittiğimde doktor kolumda çatlak olduğu şüphesiyle hastaneye sevk etti. İş yerini arayıp başıma gelen olayı özetlediğimde gelmemin gerek olmadığını istirahat etmem gerektiğini söylediler. Ben de rapor alıp eve geri gittim ertesi gün ise insan kaynakları denilen işçi düşmanı departman beni arayarak işime son verildiğini söyledi. Buradan anlaşıldığı gibi taşeron işçisi bu taşeron düzeninde ömür boyu sağlıklı bir şekilde çalışamaz, hem ikiyüzlü davranıyorlar hem de ekmeğimizle diledikleri gibi oynuyorlar.
Sendikalı işçiler kriz döneminde nasıl daha fazla sendikalarına sahip çıkmalıysa, biz taşeron bataklığına düşen işçilerse birleşmeli ve sistemli bir mücadeleye başlamalıyız çünkü kriz dönemlerinde bizlere sadece işten atmalarla, maaşların düşürülmesiyle değil taşeronu daha fazla yaygınlaştırıp ellerine düşme tehdidiyle de saldırıyorlar. Sırtlan gibi çevremizde bekleyen taşeron şirketlerine, özel istihdam bürolarına karşı ses çıkarmalı ve örgütlenmeliyiz aksi takdirde benim başıma geldiği gibi sakat çalıştırmayı isteyecek kadar aşağılık olacaklar.
İnsanca bir yaşam için sendikaya üye olmalı, sahip çıkmalı, denetlemeliyiz - İstanbul’dan bir turizm işçisi
Merhaba bir turizm işçisi olarak yazıyorum. Sendikal geçmişi olan her insanın arasında geçmiş olan bir diyalog vardır ki buna bir çoğumuz denk gelmiştir. Sendikaya üye oldum hiçbir şey değişmedi, sendika patronla anlaşıyor, sendikalar işçinin parasını yemek için var veya başarılı bir faaliyet ile iş güvencemizi sağladık, gelirimiz arttı, iyi ki sendikalıyız diyen de var kafası karışık olup sendikalı-sendikasız arasındaki farkı merak edip sorgulayan da var.
Her şeyden önce şunu bilmek gerekir, eğer biz işçiler var isek, sendikaya üye olup sahip çıkıp denetlersek sendikamızın yaptıklarından yüzümüz kızarmaz ve bunu rutin bir şekilde yaparak olası bütün tehlikeleri bertaraf edebiliriz.
Geçmiş dönemlerde bir sürü otelde, fabrikada ve geniş anlamda işletmelerde sendikal mücadele verildiği, sadece örgütlenmeyi ciddiye alıp komitelerini kurarak ve eğitimlerini alan her işçi emeğinin karşılığını geleceğini kurtararak kazanmıştır. Kabaca anlatmak gerekirse; DİSK ve TÜRK-İŞ sendikalı ile sendikasız işçi arasındaki farkı %40 olarak açıklamıştı yani bu da 2020 lira olan bir asgari ücretli işçinin maaşının en az 2820 lira olacağını gösteriyor tabi bu maaş artabilir de (yakacak yardımı, gıda yardımı, bonus, ikramiye vb). Burada herşey biz işçinin elinde, bu örgütlenmenin ne kadar sağlam temeller üzerinde olduğu ve elinizin ne kadar güçlü olduğuyla alakalı bir durum.
Çalışma sürelerinin kölelikten farklı olması için, insanca bir yaşam hakkımız için, sosyal güvenlik haklarımız için, herkesin eşit işe eşit ücret alması için ve gelecek kaygımızın olmaması için sendikalı olmalıyız. Hayatımız, geleceğimiz ve onurlu bir yaşam için emek isteyen bu işi çalıştığımız işletmelerimizde kuracağımız komiteler ile başarabiliriz.
Güzel günler işçilerin elleriyle gelecek- İzmir'den bir gıda işçisi
Merhaba dostlar. Ekonomik kriz canımıza okumaya devam ediyor. Et girmeyen sofralarımıza artık sebze de giremez oldu. Her şey ateş pahası. İki bibere 1 lira, bir kilo patatese 5 lira verdiğimiz bir krizin pençesindeyiz. Seçim propagandası olarak tanzim satış noktaları kuruldu, orada oluşan kuyruğa “varlık” kuyruğu dendi. O kuyruk yoksullukla savaşan bir halkın en açık göstergesidir oysa. Şimdi seçimden sonra da durumlar farklı olmayacak. İktidar partisinden tutun da en radikal muhalefet partilerine kadar; kimsenin gündeminde ekonomik kriz yok, işsizlik yok, bunlara çözüm olabilecek hiçbir şey söylenmedi. Yoksulluğun pençesinde yaşamaya çalışan bizlere bu patron seviciler çare olamaz. Krizi bahane eden patronlar, her gün işten kovmak tehdidi ile bize baskı uyguluyorlar. 8 saat çalışma günümüzü 12-14 saatlere çıkardılar. Sesimizi çıkardığımız anda da nankör olmak ile suçluyorlar. Bize iş vererek hayır yaptıklarını düşünen bu alçak patronlar bizim emeğimiz üzerinden zenginleştiklerini unutuyorlar. Belediye başkanları değişir, meclis üyeleri değişir fakat biz işçilerin dertleri hep aynı kalır. Daha iyi koşullarda çalışabilmek, işsizliği ortadan kaldırabilmek patron partilerinin yapacağı bir iş değil, ancak ve ancak bizim ellerimizde olan bir iş. Bunun için iş yerlerimizde iş arkadaşlarımıza, mahallemizde komşumuza, ailemize, arkadaşlarımıza; patronlara karşı tek değil birlikte karşı durmamız gerektiğini anlatmalıyız. Sendikalı olmayı anlatmalı, sendikayı denetlememiz gerektiğini anlatmalıyız. Patronlara ve patron sevici partilere karşı eğer tek başımıza durursak, onlar için ancak ufak bir pürüz oluruz. Fakat örgütlenip bir arada durursak o zaman onların başını eğeriz ve gün gelir o başı da ezeriz!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Nisan 2019 tarihli 115. sayısında yayınlanmıştır.