Asgari ücrette iğneyi kendimize batırmak zorundayız
Asgari ücret tiyatrosunda perde açıldı. İlk görüşme 4 Aralık’ta internet üzerinden ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ev sahipliğinde (?) gerçekleştirildi. Ev sahipliğinden bahsedildiğine göre herhalde zoom toplantısının admini Aile ve Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk olmalı. İnternet üzerinden yapılan bir toplantıda ev sahipliğinden bahsetmek anlamsız gelse de öyle değil. Bunda teknik değil siyasi bir mesaj var. Asgari Ücret Tespit Komisyonu patron örgütü TİSK’ten (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) beş, işçi tarafını temsilen Türk-İş’ten beş ve hükümet adına da beş temsilciden oluşturuluyor. Hükümetin işçi ve patron karşısında hakem konumunda olması yazılan senaryonun en önemli parçası. Toplantı internetten yapılsa bile bakanlığın ev sahipliği vurgusunun yapılması da buradan ileri geliyor. Halbuki hükümet hakem falan değil düpedüz sermayenin hükümetidir. Patron tarafı asgari ücret komisyonunda 10’a 5 çoğunluktadır.
Madem toplantı internetten yapılıyor tek tuşla canlı yayınlansın
Türk-İş her ne kadar işçi tarafını temsil ediyorsa da yaptığı, senaryoda kendisi için yazılan replikleri söylemekten ibaret. Söz konusu toplantıda Türk-İş heyeti adına konuşan Genel Eğitim Sekreteri Nazmi Irgat’ın konuşması bunun tipik bir örneği. Sayın bakanım diye başlıyor sayın bakanım diye bitiyor… “Siz aynı zamanda aile bakanısınız söyleyin bir aile bu rakamlarla geçinebilir mi” diye eleştiri mi yalakalık mı belli olmayan ifadeler, oynanan tiyatroda hükümetin hakem rolünü güçlendirmekten başka bir anlam taşımıyor. Türk-İş adına yapılan konuşmada işçilerin geçinemediğine dair yakınmaların falan hiçbir kıymeti de anlamı da yok. Kime neyi anlatıyorsun? Türk-İş eğer gerçekten dişe dokunur bir şey söylemek istiyorduysa tek cümle söylemesi yeterliydi: “Madem internetten yapılıyor bu toplantı, o halde toplantı tek bir tuşla canlı yayınla herkese açık yapılsın!” O masada işçi adına oturan kişinin işçi için yapabileceği tek şey oynanan oyunu deşifre etmektir. Bakanlık canlı yayınlamıyorsa toplantının kaydını yayınlamaktır. Ancak ne yazık ki Türk-İş bu oyunun figüranı olmayı çoktan kabul etmiş durumdadır.
Asgari ücret ve civarında ücret alan 7 ile 10 milyon arasında ifade edilen büyük bir kitle var. Bu insanlar aileleriyle birlikte nüfusun neredeyse yarısını oluşturuyor. Her sene bu çok önemli konuda tüm Aralık ayı boyunca “acaba bu sene ne zam verecekler” diye milyonlar gergin bir bekleyiş içine giriyor. Bekleyince bir şey değişmiyor. Çünkü o masada gerçek anlamda bir asgari ücret pazarlığı yok. Asgari ücret her sene üç temel parametre üzerinden belirleniyor. Birincisi sermayenin kâr beklentisidir, ikinci parametre hükümetin vergi geliri beklentisidir (şirketlerin borçlarını ikide bir silip sürekli yeni vergi muafiyetleri getirdiklerinden devlet bütçesi işçinin emekçinin ücretinden kesilen gelir vergisiyle dönmektedir), üçüncü parametre ise işçilerin geçim derdi değil iktidarın koltuğunu koruma derdidir. O yüzden patronlar hedeflenen enflasyonu masaya koyar, iktidar bu rakamın üstüne bütçede gelir vergisi tahakkuku kaleminde öngörülen artış oranına göre bir ekleme yapar, seçim dönemiyse birkaç puan üstüne konur, değilse hükümetin belirlediği oranın birkaç puanı sanki son anda Tayyip Erdoğan’ın lütfuymuş gibi gösterilir iş biter! Duruma göre Türk-İş’in repliği de kendisine verilir ya minnettar olacaktır ya da yalandan karara şerh koyacaktır. Belki toplantı salonunu terke etme şovları falan da yapılabilir. Ama sonuçta şerh konacaktır, asla eylem değil!
Bize ne verecekler diye beklemenin sonu yok!
Artık bunun değişmesinin zamanı geldi de geçiyor. “Biz ne alacağız” demek ve bunun için harekete geçmek zorundayız. Bu noktada Türk-İş dışındaki diğer sendikaların konumu ve tutumu da çok önemli. Son kıdem tazminatı gündeminde olduğu gibi asgari ücret için de Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in ortak açıklamasını önemsiz göremeyiz. Önemlidir. Ancak bu birlikteliğin gerçekten bir sonuç vermesi için tabanda örgütlü işçilerin eyleme geçmesi ve yukarıya basınç yapması gerekir. Eldeki hakların gasp edilmesi söz konusu olduğunda, kıdem tazminatı gündeminde bu canlılığı nispeten görebiliyoruz. Sonuçlarını da… Her ne kadar her seferinde kıdem tazminatını gösterip el çabukluğu marifetiyle başka haklar küçük küçük tırpanlanıyorsa da kıdem tazminatını temsil eden çizginin kalınlaşması önemli. Gelgelelim aynı canlılığı asgari ücrette görmek mümkün olmuyor. En iyi ihtimalle Aralık ayında göstermelik bir miting düzenleniyor ama örgütlü işyerlerinde hem iktidarı hem de sermayeyi zorlayacak bir eylemler silsilesini göremiyoruz.
Bunun en önemli sebebi işçi sınıfımızın sınıf bilincindeki ve örgütlülüğündeki zaaflar. Asgari ücret alan hatta asgari ücretin altında çalışmaya zorlanan kesimler genellikle örgütsüz ve dağınık durumda. Konu en çok bu kesimi yakıyor ama bu durumdaki milyonlarca işçi tüm enerjisini geçinmeye harcadığından eyleme mecali kalmıyor. Ayrıca örgütsüz olmak elindeki asgari ücretten de olma korkusuyla eyleme geçememek demek. Sınıfın öncü ve örgütlü kesimi ise toplu sözleşme yapabildiği için asgari ücretin üzerinde ücret alıyor. Bu yüzden asgari ücret başlığı örgütlü işçiyi kendiliğinden harekete geçirmiyor. Hatta denebilir ki asgari ücret zammı beklenenden yüksek olursa esas hareketlilik o zaman ortaya çıkıyor. Üst üste iki seçimin olduğu 2015’te yapılan zammın ardından işçi sınıfının önemli bir kesimi asgari ücrete yaklaşmış oldu ve bu, örgütlü işyerlerinde ciddi bir gerilim yaratmıştı.
DİSK bu tiyatroda rol almayı kabul edemez
İşçi sınıfı asgari ücret için kendiliğinden harekete geçme potansiyeli göstermiyor. O halde burada görev örgütlülüğe en başta da sendikalara düşmekte. Türk-İş’i söyledik. Hak-İş’in durumu malum. Peki DİSK ne yapıyor? Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse DİSK de kendisine sunulmuş repliği okumaktan başka bir şey yapmıyor. DİSK tabii ki Türk-İş gibi konuşmuyor. Hükümeti alabildiğine eleştiriyor. Ve tabii ki en yüksek asgari ücret teklifi de DİSK’ten geliyor. Ancak DİSK’in yaptığının özünde Türk-İş’inkinden bir farkı var mı? DİSK de sonuçta “asgari ücret tespit komisyonu” adlı tiyatroyu deşifre etmek yerine ona teklif sunmuş oluyor. Tiyatroyu meşrulaştırıyor. Örneğin DİSK’in son açıklamasında asgari ücret net 3.800 olmalı deniyor. Neye göre? Neden 4.000 değil neden 3.500 değil neden yoksulluk sınırı olan 8.000 değil. Değil mi ki üç konfederasyon “insan onuruna yaraşır bir geçimi sağlamalıdır” diye ortak açıklama yaptı? O zaman insan onuruna yaraşır rakam 3.800 müdür?
DİSK yaptığı basın açıklamasında değil ama konuyla ilgili yayınladığı raporda aslında bu rakamı nasıl belirlediğini açıklıyor. DİSK üç veriyi göz önüne alıyor. Birincisi yoksulluk sınırı… DİSK ve Türk-İş’in hesaplamalarının ortalaması 8.182 TL. DİSK, her hanede iki kişi çalıştığını varsayarsak geçim ücreti 4.091’dir diyor. Diğer bir veri ise 1978’deki asgari ücret seviyesini esas alıp işçi sınıfı milli gelir artışından düzenli pay alsaydı, asgari ücret ne olurdu diyerek, işçi sınıfının yıllar içinde enflasyon karşısında eriyen alım gücünü telafi etmeyi öngören bir hesaplama ile bulunuyor. Buna göre asgari ücret brüt 5.726 net 4.500 olmalı. Her iki veri de gayet somut ve anlaşılır. Ama DİSK’in önerisi 3.800… Burada üçüncü veri giriyor devreye. O da TÜİK’in asgari ücret hesaplaması. TÜİK’in 2019’da sunduğu hesabın bu sene 2.964 lira olacağını öngören DİSK, bu rakamı diğerlerinin yanına koyup aritmetik ortalamasını alıyor ve sonuç çıkıyor: 3.800!
Asgari ücret 3.800 lira olsa kötü mü olur demeyin. Burada başka bir şey konuşuyoruz. Mesele 3.800 iyi mi kötü mü değildir. DİSK belirli bilimsel verilerle bir geçim ücreti tanımlamış ama sonra onu da işçi sınıfı nezdinde hak edilmiş bir kötü üne sahip olan TÜİK verileriyle aşağı çekmiştir. Neden? Neden? Neden? Daha gerçekçi olsun diye mi? 4.091 lirayı alamayız da 3.800’ü mü alabiliriz? Bu pazarlık payı nedir? İktidarın kendi rakamlarını da katıp onları sıkıştıracağınızı falan mı zannediyorsunuz? Kendinizi istediğiniz kadar kandırabilirsiniz ama işçi sınıfını kandırmaya hakkınız yok! DİSK masada bile değildir. Pazarlıkta yeri yoktur. Kaldı ki başta söylediğimiz gibi ortada pazarlık dahi yoktur. Ama DİSK kendi başına gelin güvey olmuyor. O küçük 200 liralık tenzilat var ya… O TÜİK rakamının oraya iliştirilmesi var ya… İşte o Türk-İş temsilcisinin konuşmasındaki “sayın bakanım” hitabının DİSK’in dilindeki karşılığıdır. Eğer asgari ücretli kendi kaderi üzerinde biraz olsun söz sahibi olacak ise burada DİSK’in ne söylediğinin ve ne yaptığının önemi büyüktür. DİSK, asgari ücretin belirlenmesinde işçi sınıfının pazarlık gücünü açığa çıkartabilecek bir katalizör olma potansiyeli taşımaktadır. Fakat bu ancak işyerlerinden yükselecek bir eylemli süreç örgütleyerek olur. Ne vergi daireleri önünde dostlar alışverişte görsün kabilinden basın açıklamalarının ne de asgari ücret teklifinde kurnaz pazarlıkçı havalarına girmenin bir faydası vardır.
Gerçek açıkça ortadadır. İşçi sınıfının Ankara’da kurulan (salgın yüzünden artık internet ortamında kuruluyor) tiyatrodan bekleyeceği hiçbir şey yoktur olamaz. Eğer işçiler ücretlerini biraz olsun arttırmak istiyorlarsa önlerindeki yegâne yol örgütlenmek, sendikalaşmak ve toplu sözleşme yapmaktır. Yoksulluk sınırı 8 bin liranın üstünde. Oralar işçi sınıfına ulaşılmaz uzaklıklar gibi gözüküyor. İşçi hak etmediğinden mi? Daha fazlasını da hak ediyor. Ancak sömürü düzeninin gerçeği, kapitalist artı değer sömürü mekanizması ortadan kalkmadan işçi sınıfının emeğinin karşılığını alamayacağını ama örgütlü gücü ölçüsünde sömürü oranını azaltabileceğini göstermektedir. Yoksulluk ve açlık sınırlarını her ay açıklayınca bir şey değişmiyor. Örgütlü olduğun yerde, üretimden gelen gücünle patronun karşısına çıkabiliyor musun? O zaman gücün oranında asgari ücretin üzerine çıkabilirsin. Açlık sınırından uzaklaşıp biraz bile olsa yoksulluk sınırına ulaşırsın. Bunun için yola çıkarsan, mücadele edersen vardığın yerde “gücümüz bu kadarına yetti, bu kadar alabildik, eksiklerimiz bunlardı. Örgütlülüğümüzü, birliğimizi, sınıf bilincini yükselterek grev hakkını hakkıyla kullanarak daha fazlasını alacağız” diyebilirsiniz.
DİSK önce kendi çelişkisini çözmeli: Sivil toplum örgütü değil sendika gibi hareket etmeli
Peki DİSK şimdi ne yapmış oluyor. En yüksek rakamı söylemek marifet mi? Tam tersine 200 lira indirimli 3.800 dediğinde hükümeti sıkıştırmak bir yana kendisi çelişkiler içine yuvarlanıyor. Birinci büyük çelişki “geçim ücreti” isteriz deyip kendi açıkladığı geçim ücreti olan 4.091 liranın altında bir teklif vermektir. İkinci büyük çelişki ise DİSK’e şu soru sorulduğunda ortaya çıkar: “İnsan onuruna yaraşır bir ücret, geçimlik ücret asgari olarak 3.800” diyorsunuz… O halde DİSK’in üyesi sendikalar toplu sözleşme yaptığı işyerlerinde 3.800 liranın altındaki ücretlere nasıl razı olmaktadır?”
Bir sendika geçim ücretini, açlık sınırını ve yoksulluk sınırını her zaman gündeme getirebilir. Gündeme getirmelidir de... Sermayeye bol keseden veren işçiyi yoksulluğa ve açlığa mahkûm eden devletin sınıf karakterini, sermayenin devleti olduğunu açığa çıkaran verilerdir bunlar. Ama sanki ortada bir tiyatro yokmuş gibi rakam önermek, sanki pazarlık masasında yer alıyormuş gibi önerdiği rakamı daha “gerçekçi” kılmak için kendinden menkul uzlaşma formülleri icat etmek işte yanlış olan (aslında esas ütopik olan da) budur.
Dedik ya mesele 3.800 az mı çok mu değildir diye… Mesele sivil toplum örgütü mü sendika mı meselesidir. Biz sendikayız diyen ve sendika gibi davranan bu çelişkilere düşmez. Çünkü sendika sadece asgari ücret değil tüm ücret meselelerinin tarafıdır. Gücü oranında talep ettiğini alır ya da almaz, o ayrıdır ama bu meselenin mecrası iktidarın sermaye ve sendika ağalarıyla kurduğu tiyatro sahnesi değil sınıf mücadelesi alanlarıdır. Sınıf mücadelesinde bazen işçinin dişiyle tırnağıyla örgütlenerek, sendikalaşarak koparttığı 100 lira, binlerce liradan daha kıymetlidir. Böyle bir mücadelenin sonucunda elde edilen, adeta patrondan kopartılıp alınan bir sözleşmeyi, yoksulluk sınırının altında da olsa savunabilirsiniz. Çünkü o sözleşmeyle aldığınız ücretin kendisi değil ama işçinin bu mücadeleyle artan örgütlülük, özgüven ve bilinç düzeyi ileride elde edilecek kazanımların teminatıdır. Bu mücadelelerin toplamda yaratacağı etki ve yeri geldiğinde mücadelelerin fabrikalardan meydanlara inmesi esas siyasi iktidar üzerinde baskı kuracak ve etki yaratacak olan bunlardır.Bugün o yüz liralar için, sadece para değil, vardiya düzeninin düzeltilmesi, bir çay molası, servis güzergahı için ne bedeller ödeniyor fabrikalarda… Evet seviyemiz burada! Çünkü işçi sınıfımızın örgütlü gücü şu anda bu kadar. Ve sendikacılarımız, sendika ağalarını söylemiyoruz, Kemal Türklerlerin koltuğunda oturanlardan bahsediyoruz, bu gücü arttırmak için uğraşacakları çırpınacakları yerde sivil toplum örgütü gibi lobicilik yapmaktalar.
İnsanca bir yaşam için sınıf mücadelesi
Ezcümle… Ne verecekler diye bekleme, hatta ne vermeleri gerektiğini de söyleme! Bu oyunu bozmak için savaşır gibi örgütlen, alabildiğini örgütlü gücünle al! Göreceksiniz alacağımız sadece ücret olmayacak. İnsan onuruna yakışır ücret bu düzende yok ama davetimiz insan onuruna yakışır bir geleceği onurla ve örgütlü bir mücadeleyle yaratmak için!