Yas ve eylem
Soma’da 300’den fazla işçi (halka hiçbir şekilde güven vermeyen resmi rakam 301’dir) katledildikten sonra halk derin bir üzüntü ve öfke yaşamıştır. Hükümet 3 günlük resmi yas ilan etmişse de halkın yasının çok daha uzun süreceği açıktır. Ancak ne başta madenciler olmak üzere Soma halkı ne de ülkenin geri kalanındaki işçi ve emekçiler sadece yas tutmakla yetinemezdi. Öyle de oldu. Sokaklar doldu, fabrikalarda işyerlerinde, okullarda, hastanelerde bir gün boyunca iş bırakıldı. Eylemler pek çok yerde polis saldırısıyla karşılaştı. Halk hesap soruyor, suçlu ise hesap vermekten kaçıyordu çünkü.
Tüm bunlar olurken AKP hükümeti sadece polisiyle saldırmadı. Bizzat Erdoğan’ı da halkın üzerine yürürken, tokat sallarken gördük. Yardımcılarının halkı nasıl tekmelediğine şahit olduk. Onlar, bu saldırıları yaparken işçi ve emekçilere sokağa çıkmama ve sadece yas tutma çağrısı yapma ikiyüzlülüğünü göstermekten geri durmadılar. AKP tüm gücüyle sokağa çıkanları acıları istismar etmekle suçladı.
Halbuki acıları istismar eden AKP’nin ta kendisiydi. İşçi düşmanı, patron dostu iktidarlarını korumak için katledilmelerinde bizzat sorumlu olduğu yüzlerce işçinin acısının arkasına sığındı. Eğer Erdoğan’ın dediği gibi yapsak ve sadece yas tutup devletin ve şefkatli kolalrına sığınsak ne olurdu?
1999 yılına gidelim. Ecevit başkanlığındaki DSP-MHP-ANAP koalisyonu (şimdilerde İşçi Partisi tarafından baş tacı edilip Ulusal Kanal’da düzenli program yapan işçi düşmanı Yaşar Okuyan’ın çalışma bakanı olduğu dönem) mezarda emeklilik yasasını getirmeye çalışıyor. Uluslararası tahkim ve İMF programının dayatılmasını da içeren süreç işçi sınıfında yoğun bir tepki uyandırıyor ve bu tepki tüm sendikaların (Türk-İş, DİSK, Hak-İş, KESK) birleşerek Emek Platformu’nu kurmalarına yol açıyor. 24 Temmuz 1999 günü Emek Platformu’nun çağrısıyla yüzbinler Kızılay’da dev bir mitingde buluşuyor. Hükümet tedirginlik içine girerken işçilerin tabandan gelen baskısı sendikaları genel greve doğru itiyor. Derken 17 Ağustos depremi oluyor. Onbinlerce kişi yaşamını yitirmişken ve insanlarımız göçük altında yaşam mücadelesi verirken tüm halk ve tabii ki emek örgütleri de seferber oluyor. Eylemlere ara verildiği açıklanıyor. 17 Ağustos depremi devletin insan hayatını nasıl hiçe saydığını ve tek koruduğu şeyin patronların çıkarları olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Ama halktan yükselen tepkiler sendikalar aracılığıyla büyük eylemlere kanalize edilmiyor. Sonra ne mi oluyor? 17 Ağustos depremini adeta fırsata çeviren hükümet 23-25 Ağustos tarihlerinde mezarda emeklilik yasasını meclisten geçiriyor. Evet daha sonra bu yasayı geçiren partiler takip eden seçimde siyaseten mezarı boyladı ama hala 1999’dan sonra sigortalı olanlar emekli olamıyor.
Soma’da da benzer bir süreç yaşandı, yaşanıyor. Soma halkı Erdoğan’ı bir markete kaçacak kadar sıkıştırmadan ve tüm Türkiye’de sendikalar bir günlük iş bırakma eylemi kararı almadan önce Erdoğan ve tüm AKP hükümeti şirketi savunuyor, bölgenin en iyi şirketi olduğundan bahsediyor, yaşanan katliamın üstünü kadere sığınarak örtmeye çalışıyordu. Madenciliğin fıtratında ölümler olduğunu 19. yüzyıl İngiltere’sine referans yaparak anlatmaya çalışıyordu. Ancak başta Soma halkı olmak üzere Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerinin ayağa kalkışı hükümetin önce şirketin sorumluluğunu kabul etmesine ardından da bir dizi şirket yöneticisinin (holding patronu Alp Gürkan’ın gözaltı talebi mahkeme tarafından reddedildi) gözaltına alınmasına ve 5 kişinin tutuklanmasına neden oldu. Eğer halk sadece yas tutsaydı bunlar da olmayacaktı. İşçi sınıfı Soma’nın peşini bırakmaz eylemleriyle ve üretimden gelen gücüyle katliamın hesabını sormaya devam ederse hem holding patronu, hem Enerji Bakanı, hem katliamın üstünü örtmek için fiili OHAL’i yöneten içişleri bakanı, hem de kendi deyimleriyle büyük patron Tayyip Erdoğan da mutlaka katliamdaki sorumluluklarının hesabını verecektir. Yok eğer Soma’nın ardından yas tutmakla yetinir eylemleri büyütmezsek belki biz uyuruz ama sınıf düşmanı uyumaz.
Aynı 1999’daki gibi bugün de daha Soma’da yanan madenin dumanı sönmeden taşeronu yasallaştıran ve yaygınlaştıran bir işçi düşmanı yasayı meclise getiriyorlar. Katledilen madencilerimize hükümet şehit dedi. Doğrudur ama onlar şehit oldularsa sınıf savaşında şehit olmuşlardır. Biz kalanlara bu savaşı kazanmak ve şehitlerimizin hesabını sormak düşmektedir. Soma’daki şehitlerimizin anısını yaşatmak için her sene anma düzenlense de fayda etmez. 1992’de Zonguldak Kozlu’da 263 maden işçisi grizu patlamasında katledildikten sonra madenler bir biri özelleştirildi ve taşeronlaştırıldı. İşçi sınıfı olarak anılarına sahip çıkılamadı. Şimdi onları anıp üzülmenin, ah vah etmenin de bir faydası yok. Yarın da Soma’da katledilen kardeşlerimizin anılarını hak ettikleri gibi yaşatabileceksek taşeronlaştırma yasasını durdurmalı, taşeronu yasaklatmayı hedefleyen büyük bir sınıf mücadelesi başlatmalıyız.