Yargı eğilmiyor yerlerde sürünüyor
Anayasa Mahkemesi (AYM) başkanı Zühtü Arslan’ın 30 Ağustos resepsiyonunda Erdoğan’ın önünde eğilirken fotoğraflanması haklı olarak yargının yürütmeye bağlılığının bir göstergesi olarak değerlendirildi. Aslında Zühtü Arslan şahsen Erdoğan’ın önünde eğilmeden önce başkanı olduğu AYM, Anayasa’ya aykırı OHAL kararlarını görüşmeyi reddederek zaten kurumsal olarak kendini bitirmişti. Bu kararın ardından Erdoğan ve AKP, bizzat AYM’nin anayasaya aykırı olduğu için reddettiği grev yasaklarını da getirdiler, kanunlarda kalıcı değişiklikler de yaptılar ve nihayet 203 maddelik son KHK ile fiilen meclisi feshedip yerine bakanlar kurulunu geçirmiş oldular. Yarın bir KHK ile Anayasa Mahkemesi’ni kapattık deseler Anayasa Mahkemesi buna da itiraz edemeyecek.
Rehineler devleti
Dolayısıyla Zühtü Arslan’ın Erdoğan önünde eğilmesi tüm bu sefalet tablosunun bir sembolü sadece. Zühtü Arslan’ın bu tutumu ne siyasi eğilimleriyle ne basiretiyle ne de kişilik yapısıyla ilgili…Zühtü Arslan, iktidarın elinde bir rehinedir ve başka türlü davranması mümkün değildir. Biz yargının, ordunun komuta kademesinin ve devlet bürokrasisinin kilit noktalarında bulunan pek çok unsurun cemaat ilişkileri ya da benzeri açıkları dolayısıyla rehin alındığını ve iktidar ne istiyorsa yapmak zorunda bırakıldıklarını yazıyoruz. 15 Şubat tarihli “Rehineler devletinde referandum” başlıklı yazımızda Zühtü Arslan ve AYM için yazdıklarımız şöyle: “Belli ki iktidar referanduma giderken çok yönlü bir kuşatma harekâtına girişmiş durumda. Anayasa Mahkemesi’nin de bir şekilde rehin alınmış olduğu görülüyor. Bunun nedenini ilk bakışta kavramak güç. Ancak biraz yakından bakıldığında insanın burnuna pis kokular geliyor. Anayasa Mahkemesi'nin 17 üyesinin 8'i Abdullah Gül döneminde, 3'ü Ahmet Necdet Sezer döneminde, 3 üye de 2010 referandumundan sonra TBMM tarafından atandı. Sadece 3 üye Erdoğan tarafından atanmış durumda. Mevcut Anayasa Mahkemesi üyelerinin 11'i Gülen cemaatinin yargıda atak halinde olduğu ve AKP ile cemaatin birlikte yürüdüğü dönemlerde atanmış bulunuyor. Daha çarpıcı olanı ise AYM Başkanı Zühtü Arslan'ın cemaat yuvası olma iddiasıyla 2015 yılında kapatılan Polis Akademisi'nin eski başkanı olması. Zühtü Arslan ayrıca meşhur 367 kararına da en sert tepki veren ve bu şekilde sivrilen isimlerden biriydi. 2012 yılında Abdullah Gül tarafından YÖK kontenjanından atandı.
Bu bilgileri 15 Temmuz sonrası Türkiye'sinde yan yana getirdiğinizde herkesin aklına aynı şeyin gelmesi kaçınılmaz. Çocuğunun gittiği dershane, bankadaki hesabı, kestirdiği kurban, bağış yaptığı vakıf-dernek yüzünden on binlerce kişinin kovuşturmaya uğradığı, açığa alındığı, ihraç edildiği bir dönemde Anayasa Mahkemesi üyelerinin durumunun hiç de sağlam olmadığını görmek zor değil. Bu durum akıllara Anayasa Mahkemesi’nin FETÖ suçlaması tehdidiyle rehin alınmış olabileceği ihtimalini getiriyor. Bu AYM, Cumhuriyet gazetesi yöneticileri Can Dündar ve Erdem Gül'ün yargılanmasında hak ihlali olduğuna 3'e karşı 12 oyla karar vermiş ve gazetecilerin tutuksuz yargılanmasını sağlamıştı. Ne var ki bu karar 2016 yılının Şubat ayında alındı. Aynı AYM, ama bu sefer 15 Temmuz'dan sonra, OHAL kararnamelerinin anayasaya aykırılığını görüşemeyeceğine oybirliği ile karar verdi. Moda deyimle zamanlama gayet manidar!” (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/rehineler-devletinde-referandum)
Zerrin Güngör ve Nagehan Alçı’dan bağımsız yargı dersleri
Hal böyle olunca artık Zühtü Arslan eğilse de yerlere de kapansa gören gözler için herşey gayet açık. Daha önce Erdoğan’ın karşısında cübbesinin olmayan düğmelerini iliklemeye çalışan Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün yaşananlarla ilgili yorumunu ise aynı resepsiyonda kendisiyle görüşen Nagehan Alçı aktarmış. Nagehan Alçı’nın Habertürk’te yazdığına göre Zerrin Güngör, yargının şimdiye kadar hiç bu kadar bağımsız olmadığını düşünüyormuş. Nagehan Alçı’ya konuşan Danıştay başkanı bu düşüncesini şöyle gerekçelendirmiş: “CHP, Adalet Kurultayı’ndan sonra yayınladığı bildirgeyle ne yapmaya çalışıyor? Aslında ben biliyorum. Tek başlarına güçlü siyaset yapamadıkları için eskiden onların imdadına yargı yetişiyordu. Şimdi artık yargı bunu yapmıyor. O nedenle rahatsızlar.” “Bağımsız” Danıştay’ın başkanına bakın! Hükümet yanlısı bir gazeteciye ana muhalefet partisini çekiştiriyor. Yargı bağımsızlığına delil olarak muhalefet partisi ile olan ihtilaflarını gösteriyor. Herhalde dünya tarihinde ilk defa yargı bağımsızlığı, yargı kurumlarının siyasi iktidarla değil muhalefetle olan ilişkisiyle ölçülüyor.
Hakkını yemeyelim Zerrin Güngör, Nagehan Alçı’ya kararlarında hiçbir telkin, hiçbir telefon almadıklarını söylemiş. Türkiye’de iktidarın yargıyı yönlendirmek için telefona mı ihtiyacı var? Mesela öncesinde, sırasında ve sonrasında defalarca anayasanın çiğnendiği, YSK’nın açıkça yasayı çiğneyerek iktidar lehine sonuçları değiştirdiği bir seçimde muhalefetin başvurularını reddetmesi için Danıştay’a, AYM’ye telefon açmaya gerek var mı? Cumhurbaşkanı “atı alan Üsküdar’ı geçti” dedikten sonra yargıya hangi vazifenin yüklendiği açık değil mi? Danıştay başkanı Zerrin Güngör’e Erdoğan’ın huzurunda cübbesinin olmayan düğmelerini iliklemeye çalışması için telefon mu edildi? Talimat mı geldi?
OHAL komisyonu yok, “ilgili makam” var!
Nihayet OHAL’i “Allah’ın bir lütfu” olarak gören Erdoğan ve AKP iktidarı yüzbinlerce insanı kamudan ihraç etti. Bu ihraçların önemli bir kısmı hakkında ne bir dava var ne de açılmış bir soruşturma. Soldan ihraç edilenler için hükümet aleyhine düşüncelere sahip olup, sendikal mücadele vermek yeterli bir gerekçe oluşturuyor. Cemaatle ilişkili olanlar içinse Bank Asya’da hesap açtırmak, cemaatin dershanelerine gitmek gibi kriterler mevcut.
Cemaatle ilişkisi ayyuka çıkan Büyükşehir Belediye başkanları hâlâ görevde, Adil Öksüz’ün her ay ziyaret ettiği rektörler koltuklarında oturuyor, AYM başkanının cemaatin kalesi Polis Akademisi’nde hem de cemaatin en güçlü olduğu dönemde başkanlık yaptığını yazdık. Bank Asya’dan elektrik faturası almak suç ama Bank Asya’dan milyonlarca liralık krediyle villa alanlar Danıştay başkanıyla yargı bağımsızlığı üzerine mülakatlar yapabiliyor. Nihayet solcu, sendikalı öğretmenin sınıfa girmesi milli güvenlik tehdidi olarak değerlendirilirken 15 Temmuz darbe girişiminin kilit ismi Albay Mehmet Dişli’nin kardeşinin Cumhurbaşkanı başdanışmanı yapılmasında bir beis görülmüyor.
Bu rezillikler hükümetin yüzüne çarpıldığında ise her zaman meseleyi OHAL komisyonuna havale ediyorlar. Hatalar yapılmış olabilir ama varsa bu hataları ortaya çıkartıp düzeltmek için OHAL kararlarını inceleme komisyonu oluşturduk diyorlar. Yargı yetkisinin siyasi iktidarın belirlediği bir siyasi komisyona havale edilmesi, anayasaya külliyen aykırı olmasının yanında “yargı bağımsızlığının” ortadan kaldırılmasının en son noktası. İktidar haksızlığa uğrayanlardan bu komisyona güvenmesini istiyor. Kimi kime şikâyet ediyoruz sorusu ise orta yerde duruyor. Ancak daha da önemlisi iktidarın kendisi de bu komisyona güvenmiyor. Eğer güveniyor olsa AKP Antalya milletvekili Hüseyin Samani’nin kızı hakkındaki ihraç kararını kaldırmak için KHK mı çıkarırdı, OHAL komisyonunun kararını mı beklerdi.
Kızının adına otomobil almak için Bank Asya’da bir günlük para yattığını, başka da bir şey olmadığını söyleyen Samani, “Kızım karardan bir gün önce ikinci bebeğini doğuracağı gerekçesiyle belediyeden ayrılmıştı. Görevinden ayrılmış birini ihraç etmiş oldular. Kızım hiçbir zaman bir suça karışmadı ve FETÖ ile hiçbir bağlantısı olmadı. İlgili makamlara itirazlarımızı yapacağız” demişti.
Aynı durumda, hatta çok daha masum pozisyonda olan binlerce, on binlerce insan neden aylardır azap çekiyor? AKP’de tanıdığı olanlara iltimas geçildiği zaten biliniyor. AKP’li olduktan sonra Fethullahçı darbecinin kardeşi olmak Cumhurbaşkanı danışmanlığı için sorun olarak görülmezken AKP milletvekilinin kızı için KHK çıkarılması artık kimseyi şaşırtmıyor. Ancak Samani’nin sözlerinde Türkiye’de yargının nasıl bitirildiğinin ve yerine keyfi yönetime dayalı bir baskı rejiminin geçirildiğinin açık kanıtları var. Samani diyor ki: “ilgili makamlara itirazımızı yapacağız.” Bu ilgili makamın yargı olmadığı biliniyor çünkü Danıştay ve AYM kendisine yapılan tüm başvuruları OHAL komisyonu kurulduğu için reddetmişti. OHAL komisyonuna da başvurulmadığı anlaşılıyor. Zira komisyon başvuruları görüşmeye başlamadı. Demek ki başka bir “ilgili makama” başvuruldu. Kim bu makam? Nerede?
Yerlerde sürünenler değil ayakta duran emekçiler Türkiye’yi yeniden kuracak
Anayasa’da yasalarda tanımlanmış, hatta OHAL KHK’sı ile bile oluşturulmuş böyle bir makam yok! Hadi bakalım yargı bağımsızlığı şampiyonu Zerrin Güngör, Anayasa koruyucusu Zühtü Arslan çıkın da kimmiş bu Anayasa’da yeri olmayan kendini yargının yerine geçiren makam sorun! Sorgulayın! Önünde eğildiğiniz, olmayan cübbelerini iliklemeye çalıştığınız zatı, makamı sorgulayabilecek hatta adını bile ağzınıza alabilecek durumda mısınız?
İşte tablo bu! Yargı istibdadın karşısında eğilmiyor, yerlerde sürünüyor! Ama hâlâ Türkiye’ye diz çöktürebilmiş değiller. Ayakta dimdik duran, her türlü baskıya karşı direnen, iktidarı adım adım yalnız bırakan emekçiler var. Ülkeyi ayakta tutan da bu ülkeyi yeniden kuracak olan da onlar.