Üniversite hastaneleri borç batağına batarken sağlık tüccarları kârına kâr katıyor
Üniversite hastanelerinin sağlık alanında hep özel bir yeri olmuştur. Buralar ülkenin ihtiyaç duyduğu doktor, hemşire, ebe gibi sağlık emekçilerini yetiştiren kurumlardır. Ayrıca diğer sağlık kurumlarının çözemediği çetrefilli hastalıkların tanısının koyulduğu, tedavisinin yapıldığı araştırma kurumlarıdır. Burada yetişen sağlıkçılar, eğitim alırlarken aynı zamanda eğitimlerinin bir parçası olarak hasta muayene etmeyi, tanı koymayı, tedavi etmeyi ve genel olarak hastaya yaklaşımı öğrenirler.
Ancak ülkemizde, özellikle son on yıldır üniversite hastaneleri yüksek borçlarıyla gündeme geliyor. Pek çok bilindik üniversite hastanesi borçlarını çeviremez hale geldi. Devletin üniversite hastanelerinin, yine devletin kurumu olan Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) yüklü şekilde borcu oldu. Peki, neden bu hale düştü üniversite hastaneleri?
Hastalara cepten ödeme, üniversite hastanelerine borçlanma dayatıldı!
AKP hükümetinden önce, sağlık harcamaları için bütçe miktarı bir yıllık olarak belirlenirdi. AKP hükümeti SSK, Bağkur ve Emekli Sandığı’nı birleştirip SGK adında yeni bir kurum kurdu. Bu kurumun ilk yaptığı iş, vatandaştan muayene parası, ilaç parası adı altında ağırlığı her geçen yıl artan ek katkı payları almak ve aylık ek primler toplamaya başlamak oldu.
SGK vatandaşa bunları yaparken üniversite hastanelerine de bir paket dayattı. Yapılacak her bir işlemin karşılığında ne kadar para ödeyeceğini ilan etti. Artık bütçe yıllık değil, işlem başına ödenecekti. Üniversite hastanelerine bu teklifi reddetme şansı tanınmadı. Mesele o kadar trajik bir hale geldi ki herhangi bir hasta üniversite hastanesinin kapısından girdiğinde hastane zarar etmeye başlıyordu. Çünkü hastalara yapılan her işlemin maliyeti, SGK paket ücretinin çok üstündeydi. Böylece borç yıllar içinde altından kalkılamaz hale geldi.
Hasta ile vakit kaybetme, sürümden kazan!
Hükümet ve hastane yöneticileri, üniversite hastanelerinin bu borç yükünü, sağlık emekçilerini daha fazla çalıştırmak için mazeret olarak kullandı. Sağlık emekçilerinin yasal izinleri, dinlenme hakları gasp edildi. Doktorlara performans sistemi getirildi ve doktorlara vicdanı ile cüzdanı arasında bir seçim yapması dayatıldı. Böylece hastaneye başvuran hastaların en kısa sürede muayene olması, çok sayıda gerekli gereksiz tahlil istenmesi doktorlar aracılığıyla sağlanmış oldu. Borç yükünden kurtulmanın çaresi olarak sürümden kazanma yöntemi devreye sokuldu.
Vatandaşlar eskiye oranla daha kolay üniversite hastanesine başvuru yapabilirken ve daha kolay doktora gözükebilirken, hastalığına daha zor çare bulmaya başladı. Sağlık hizmetinin kalitesi düştü, sağlık emekçisi yetiştirmek için eğitime ayrılması gereken süre azaldı, hastanede çalışan sağlık emekçileri doktorundan sağlık memuruna nefes almadan koşturmaya başladı, iş tatminleri kalmadı. Üniversite hastanesi öyle borç batağına battı ki hiçbir ihalesine teklif alamaz hale geldi. Böylece daha maliyetli alımlara girmek zorunda kaldı.
Kazanan sağlık tüccarları oldu!
Kısacası bu sistemde vatandaş kazanmadı, çalışan ve eğitim alan sağlık emekçisi kazanmadı. Peki kim kazandı? Kazanan sağlık sektörüne yatırım yapan sermaye oldu. İlaç şirketleri, tahlil firmaları, film cihazı şirketleri vb. sermayedarlar bu içler acısı sağlık tablosunun kaymağını yediler, yemeğe de devam ediyorlar.
Üniversitelerin bölünmesinin gündemde olduğu bu günlerde, bölmek, özelleştirmek, işletme mantığı ile yönetmek sorunları ağırlaştırmaktadır. Üniversite hastanelerindeki sorunların çözümü için sağlık giderlerinin genel bütçeden karşılandığı, nitelikli, ücretsiz bir kamucu sağlık talebi yükseltilmeli.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2018 tarihli 104. sayısında yayınlanmıştır.