Türkiye’nin bir bölümünde seçme ve seçilme hakkı rafa kaldırıldı
15 Mayıs’ta İçişleri Bakanlığı Iğdır, Siirt, Kurtalan, Altınova ve Baykan Belediyeleri olmak üzere HDP yönetimindeki 5 belediyeye daha kayyım atadı, belediye başkanlarını gözaltına aldı. Gözaltına alınan iki HDP’li belediye başkanı ise birkaç gün sonra art arda tutuklandı. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden bugüne istibdad rejimi HDP’nin kazandığı 65 belediyenin 45’ine kayyım atamış oldu. Üstelik bu, istibdadın Koronavirüs döneminde salgın fırsatçılığıyla gerçekleştirdiği ikinci kayyım dalgası. Daha Mart ayının sonlarında, ülkemizde salgına yakalananların sayısı katlanarak yükselirken, 8 HDP’li belediyeye kayyım atamıştı.
Böylece Türkiye’de belediye başkanlarının seçimle iş başına gelme kuralı Kürtler için tümüyle rafa kaldırılmış durumdadır. Tabii istibdad rejiminin genel yönelişine son günlerde, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun özel gündem ve motivasyonlarının da eklendiğini görüyoruz. 10 Nisan’da yaşanan sokağa çıkma yasağı skandalının ardından istifası kabul edilmeyen Soylu’nun, Erdoğan’a geri adım attıran sosyal medya kampanyasının ana teması “terörle mücadele” idi. Soylu koltukta kaldı ama o gün bugündür ortada görünmüyor, iktidar yanlısı basın ona adeta bir ambargo uyguluyordu. Soylu sahneye yine aynı yöntemle çıktı. Belediyelere kayyımlar atayan Soylu basının önünde tekrar “ya olacağız ya öleceğiz” sloganları ile boy gösterdi.
Sonuçta iktidarın genel yönelişi ve İçişleri Bakanı Soylu’nun özel çabalarının neticesinde Türkiye’nin bir bölümünde belediyeler halkın seçtiği temsilciler eliyle değil, vali ve kaymakamlar aracılığıyla yönetilmektedir. Bir bölgeyi sömürge valileri ile yönetmek tüm dünyada klasik sömürgeci siyasetin alameti farikasıdır. İktidarın, kayyımlarla ve baskılarla Kürt halkına, kendi siyasi iradesinden vazgeçme ve iktidara boyun eğme mesajı vermek istediği açıktır. Ancak bu uygulamalar sonucunda bölge halkının aldığı tek mesaj, sömürge muamelesi gördüğüdür. Bu yüzden Kürt halkı baskılara ve sömürgeci politikalara karşı haklı bir tepki göstermektedir.
Tüm bu zulmü birebir yaşayan Kürt halkı için her şey son derece somut ve gerçek. İstibdad rejimi kayyımların ardından hiç hız kesmeden, HDP’li 19 milletvekili hakkında 31 dokunulmazlığın kaldırılmasına yönelik fezleke hazırlayarak meclise sundu. HDP’li milletvekilleri hakkında bir yıl içerisinde hazırlanan fezleke sayısı artık yüzlerle ifade ediliyor. Kürt halkının iradesinin gasp edilmesine karşı sokağa çıkanlar polis saldırısıyla karşılaşıyor. Bir de halkın aklıyla alay edercesine Koronavirüse karşı alınan önlemler bu saldırıların da bahanesi yapılıyor. Kayyımların ardından sandıkta gösterdiği iradeye sahip çıkmak amacıyla sokağa çıkan Kürt halkının üstüne saldıran, parti üyelerini işkenceyle gözaltına alan istibdadın amacı, kendisine karşı çıkan sesleri kısmaktır. Kaldı ki Koronavirüs öncesindeki protesto ve eylemlere yapılan saldırıları ve uygulanan şiddeti de gayet iyi biliyoruz, bu saldırılar salgınla birlikte başlamamıştır.
Unutmayalım; hukuktan ve meşruiyetten uzak bütün bu uygulamalarını milli güvenlik gerekçesiyle açıklayan bu müstebit rejim, Kürt halkına gösterdiği sopayı, salgınla alakalı gerçekleri halkın can güvenliği için açıklayan ve alınması gereken önlemleri sıralayan sağlık emekçilerine ve Türk Tabipler Birliği’ne (TTB) karşı da gösterdi. Salgına karşı en ön safta savaşan sağlık emekçilerinin, her gün fabrikalara, işyerlerine giden işçilerin seslerini bu sopayla kesti. 1 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağında bile evde kalamayan, fabrikalarda, işyerlerinde çalışan işçilerin temsilcilerine de aynı sopa kalktı. Biliyoruz ki emeklerini, haklarını, canlarını savunmak için işçiler, emekçiler seslerini çıkarttığında yine karşılarında bu sopayı bulacaklar. İşçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini hep birlikte savunmalıyız. Hürriyet için, ekmek için ve yaşamak için mücadele etmek, Türk ve Kürt tüm işçi ve emekçilerin görevidir.