Topal ördek savaşı

İster burjuva demokrasisinde, ister proleter demokrasisinde, ister parlamenter, ister başkanlık, ister işçi sovyetlerine dayalı, hangi sistemde olursa olsun, yakın dönemde hükümeti teslim etmeye mecbur olan ve artık halkın desteğinden güç almayan iktidarlardan beklenen günbegün yürütmesi gereken işleri yapması, buna karşılık ülkenin genel gidişatını etkileyecek siyasi kararlar içeren yönelişlere girmemesidir. Mesela yeni hükümetin kurulması ya da seçimlerin yapılması beklenirken bütçe dönemi geldiyse, işleri geçici olarak yürütmekte olan hükümet, devletin ve kamu idaresinin sürekliliğini sağlamak amacıyla elbette bir bütçe teklifi hazırlayacaktır. Ama bu bütçe teklifinde birdenbire KDV’nin düzeyini yüzde 18’den yüzde 30’a çıkartmaya girişir veya askeri faaliyetlere ayrılan payı aniden diyelim yüzde 10’dan yüzde 25’e yükseltmeye kalkışırsa, bu son derece anti-demokratik bir tutum olur. Çünkü o hükümet ya da o yönetici, halkın desteğine sahip iki hükümet arasında ülke ortada kalmasın diye görev yapmaktadır. Kendisi halkın desteğine sahip değildir. Dolayısıyla radikal adımlar atarsa halkın iradesini görmezlikten geliyor demektir.

Bugün Türkiye’deki durum tam da budur. Hem de birazdan göreceğimiz gibi katmerli biçimde böyledir. Öyleyse, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin ülkeyi savaşa sürükleme yetkisini nereden aldığını sormak gerekir. Baştan söyleyelim: 7 Haziran seçimlerinin herhangi bir siyasi anlamı varsa, bu, halkın, önceki 12 yıldan farklı olarak, Erdoğan’a ve AKP’ye “senin ülkeyi tek başına yönetmeni istemiyoruz” demesidir. Halkın söylediği bu iken, tek başına hükümet konumunda olan ve kendi tarihi lideri cumhurbaşkanı olan bu parti, neredeyse bir yıldırım harekâtı ile Türkiye’yi emperyalizmin yardakçısı olarak Ortadoğu’da savaşın içine çekiyor. Bu hükümetin böyle bir yetkisi yoktur. Bu savaş hükümsüzdür!

Görelim:

1) Hükümet vekâleten görev yapmaktadır. Erdoğan, Ahmet Davutoğlu’na yeni hükümet kurulana kadar işler ortada kalmasın diye görev vermiştir. Hükümetin görevi ve yetkisi bununla sınırlıdır. Bu tür hükümetler siyaset bilimi literatüründe İngilizce bir kavramla “caretaker government” olarak anılır. Bu kavramın Türkçe’de tam bir karşılığı yoktur. “Vekil hükümet” denebilir, ama daha iyi bir karşılık “maslahatgüzar hükümet” olurdu. Bilindiği gibi, belirli bir anda şu ya da bu nedenle bir ülkenin başka bir ülkede büyükelçisi bulunmuyorsa, devletler arası ilişkinin sürekliliği dolayısıyla büyükelçinin yerine işleri başka bir temsilci yürütür. Bu temsilciye diplomasi dilinde “maslahatgüzar” ya da yeni benimsenen bir terimle “işgüder” denir. İşte “caretaker gövernment” tam tamına böyle “maslahatgüzar” rolüne sahiptir. Günbegün ortaya çıkan işleri yapar, ama büyük ve uzun vadeli sonuçları olacak kararları alırsa demokrasiyi fena halde ihlal etmiş olur. Bugünkü hükümet tam tamına bu durumdadır.

2) Hükümet, maslahatgüzar hükümet örnekleri arasında en yetkisiz, en az meşruiyeti olan türdendir. Bu tür hükümetler farklı biçimde ortaya çıkabilir. Mesela bir hükümet belirli bir aşamada parlamentodan güvenoyu istemek zorunda kalmış ve oylamada yenilgiye uğramışsa, yeni bir hükümet kurulana veya seçim yapılana kadar başta kalabilir. Burada yeni seçimler yapılmamış olduğu için bir süreklilik söz konusudur. Oysa bugünkü maslahatgüzar başbakan Davutoğlu’nun ve hükümetinin durumu farklıdır. Bu hükümetin üç bakanı siyasi sorumluluğu ve hesap verirliği olmayan memurlardan oluşmaktadır. Ülkenin gidişatı bakımından çok büyük önem taşıyan (mesela spor ya da kültür bakanlığına göre hayat memat meselesi olarak görülebilecek alanlar olan) İçişleri (Sebahattin Öztürk), Adalet (Kenan İpek) ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme (Lütfi Elvan) Bakanlıkları memurların uhdesindedir. İçişleri Bakanı’nı alın: Polisin Suruç katliamında veya Suruç protestolarında takındığı tutumun ve icraatinin baş sorumlusu bugünkü bakandır. Ama bu bakan, halktan herhangi bir onay almış biri olmadığı gibi, sadece seçimlerin tarafsız biçimde düzenlenmesi için göreve getirilmiştir. Yetkisi sınırlıdır. Üstelik bu bakanlar aslında teker teker de sorumludur. “Bakan istifa!” bütün ülkelerde sık sık dile getirilen bir taleptir. Gensoru mekanizması ise tam tamına bakanların da teker teker sorumlu olduğunu, hesap verir konumda çalıştığını gösteriyor. Öyleyse, bugün bu hayati önemdeki bakanlık koltuğunda oturan şahıslar siyasi hesap veremeyecek ama aslında vermeleri gereken kişilerdir. Kısacası, Davutoğlu hükümeti sadece bir “maslahatgüzar hükümeti” değildir. Onun en yetkisiz örneklerinden biridir.

3) Bugün savaş açmaya kalkışan bu hükümetin, savaşla doğrudan doğruya ilgili bakanı, yani Savunma Bakanı, Meclis’ten güvenoyu almamıştır! Bu koltukta oturan Vecdi Gönül, kendinden önceki bakan İsmet Yılmaz meclis başkanı seçildiği için görevinden ayrılınca, Davutoğlu meclis dışından (AKP’nin milletvekilliği için üç dönem sınırı dolayısıyla artık milletvekili olmayan) eski Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ü bu bakanlığa atamıştır. Ortada yeni bir meclis var. Bu meclisin onayından geçmeyen bir bakan savaşla en ilgili bakanlığı yönetiyor! Öteki bakanlar hiç olmazsa eski hükümetin devamı. Ya bu bakan? Şimdi ordunun bu savaşta savaş suçu işlediğini düşünelim. Siyasi sorumlu kim olacaktır?

4) Bu hükümetin içinde şu ya da bu nedenden son seçime katılmamış, milletvekili seçilmemiş insanlar vardır. Evet, anayasa milletvekili olmayanların bakan olmasına cevaz veriyor. Ama bakanların ezici çoğunluğu daima milletvekillerinden seçilir. Bunun nedeni, özel durumlar dışında, yürütme görevini yapan insanların da halkın onayını almış olması gerektiği yönündeki anlayıştır. Oysa bugünkü hükümetin sözcüsü Bülent Arınç artık milletvekili değildir! Dolar her gün yükselirken, Yunanistan krizi dolayısıyla Avrupa üzerinde ağır bir ekonomik kriz tehlikesi dolaşırken Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan milletvekili değildir! Savaş çıkartan, işte böyle yetkisi ve büyük işler yapma meşruiyeti olmayan bir hükümettir.

5) Bütün bunların ötesinde, savaş yetkisi aslında hükümetin değil meclisin yetkisidir. Bu hükümetin sınır ötesi harekât yaparken dayanabileceği tek yasal zemin 2014 Ekim ayında eski meclisin onayladığı ve Irak ve Suriye’den gelecek tehditlere karşı silahlı müdahale olanağı yaratan hükümet tezkeresidir. Ama bu tezkere bir önceki meclis tarafından kabul edilmiştir. Yeni meclisin bileşimi ise eskisinden faklıdır. Tezkereyi kabul eden o mecliste AKP çoğunluğa sahipti, 7 Haziran sonrası bu çoğunluk ortadan kalkmıştır. Seçimin herhangi bir anlamı varsa, bugün yurtdışında askeri müdahale için herhangi bir hükümetin meclise onay için başvurması gerekir.

Bütün bunlardan dolayı, Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi içine sürüklemekte olduğu savaş, sadece siyasi bakımdan bütünüyle haksız değildir, sadece Devrimci İşçi Partisi bildirisinde dile getirildiği gibi Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin kendi iktidarlarını kurtarmak için bütün bir Türkiye halkını tehlikeye atması anlamını taşımaktadır. Aynı zamanda yasal zemini yoktur, meşruiyeti hiç yoktur! Bu savaş hükümsüzdür!

Maslahatgüzar hükümetlere verilen bir ad vardır: Topal ördek! İşte bu yüzden bu savaş bir topal ördek savaşıdır!