“Sağlık bakanı iyi” efsanesi
“Doğrusu Türkiye bu işi iyi yönetiyor. Sağlık bakanı çok çalışkan, şefkatli ve şeffaf, geceleri uyumadan çalışıyor, halka saygılı.” Bunu, kendisinin Erdoğan’a ve AKP hükümetine “muhalif” olduğunu söyleyen, başka konularda söylemediğini bırakmayan gazeteci, köşe yazarı, televizyon haber sunucusu söylüyor. Sosyal medya da bu tür yorumlarla dolu.
İşin aslı hiç de öyle değil. Türkiye’nin ne gidişatı iyi ne de politikaları.
Türkiye’nin durumu, görmek isteyen için
Türkiye’nin bazen “bu işi dünyada en iyi götüren biziz” gülünçlüğüne kadar vardırılan sağlık karnesi aslında kırıklarla dolu. Satır başlarıyla görelim:
- Türkiye toplam vaka sayısı bakımından dünya yedincisi. Oysa nüfus bakımından dünyada 19. sırada. Kimileri Avrupa’yla, Amerika’yla karşılaştırıyor durumu. Ama virüs Türkiye’ye onlardan bir ay sonra geldi. Türkiye, virüsü bizim bölgede ilk kapan ülkelerden olan İran’ı şimdiden geride bıraktı. Oysa nüfusumuz onlarla az çok aynı.
- Kimileri “ama ölüm sayısı düşük” diyor. Ölüm sayısının neden az göründüğünü artık sağır sultan bile duymuş olmalı. Öteki ülkelerden farklı olarak Türkiye PCR denen teste negatif yanıt veren hastaları, başka teşhis yöntemleriyle Koronavirüs kaptığı anlaşılsa bile vaka sayısına dahil etmiyor.
Sağlık Bakanı’nın politikası “olayların gerisinde kalarak yönetmek”!
Bir de bakanın sorumluluğunda yürütülen politikalara bakalım:
- Hükümet doğru olan her politikayı çok geç ve eleştiriler üzerine uygulamaya koydu. Test yapılmadı, eleştirildi, daha çok yapılmaya başlandı. İzolasyon uygulanmadı, eleştirildi, geç yapıldı. Sokağa çıkma yasağı haftalarca önerildi, hükümet kulak asmadı, sonunda hafta sonlarında uygulandı. Bunlar sadece örnekler.
- Özel hastanelerin olanaklarının Koronavirüse karşı mücadele için kullanılması kağıt üzerinde kaldı. Koronavirüs tedavisinden para alınmayacak dendiği hâlde özel hastanelerin virüs kuşkusuyla başvuran hastalara parayla test yaptığına, tedavi parası aldığına, sonra da kendi hastaneleri kârlı işlerine devam etsinler diye hastaları kamu hastanelerine sevk ettiğine dair örnekler ortaya çıktı. Özel hastaneler devlet hastanelerinde yapılmayan tedavi ve ameliyatları üstlenerek dönemi kâr fırsatı olarak da değerlendirdi. Sağlık Bakanı hem kötü bir politika izliyor hem de özel çıkar çelişkisi içinde¸ çünkü kendisi de özel hastane sahibi. Medipol Hastanesi’nin sahibinden sağlık bakanı yaparsanız özel sağlık sektörünü korumasından başka ne beklenir? Özel hastanelerin sağlık çalışanları denetiminde kamulaştırılması işte bu nedenle şarttır.
- Bakanın “şeffaf” olduğu söyleniyor. Hükümet uluslararası kurallar dolayısıyla Dünya Sağlık Örgütü’ne istatistik vermek zorunda. O kuruluş da bu verileri açıkladığına göre kendisi halka doğrudan söylemese de oluyor. Şeffaflık diye övülen bu! Televizyonlarda Bilim Kurulu üyelerinin yer aldığı programlarda, coğrafi bölge dağılımı, yaş dağılımı, gelir dağılımı gibi konularda “siz bilirsiniz ama açıklamazsınız” deniyor. Bu mu şeffaflık?
- Bakanın “Bilim Kurulu” denen heyetin başkanı olması bir skandaldır. Bu, kurulun görevlerini yapmasına, politikanın etkisi dışında uzman fikir oluşturmasına engeldir. Nitekim öyle de olmuştur! Sağlık Bakanı sadece iktidarın politik etkisini kurula hakim kılmamış aynı zamanda sermayenin çıkarlarını da bilimin üstünde tutmuştur. Sağlık Bakanlığının işyerlerinde alınması gereken önlemlerle ilgili genelgesi tam bir fiyaskodur. Patronlara maliyet yükü olmasın diye işçilere verilen maskenin düzenli değiştirilmesi gerektiği bile genelgede yoktur. Gerisini siz düşünün.
“Türkiye işi iyi götürüyor” diyenler hafta sonu, ilk sokağa çıkma yasağının ilan edildiği 10 Nisan Cuma günü, yaşananları hatırlasalar belki bir nebze yüzleri kızarır. Süleyman Soylu bile yanlış yapıldığını itiraf etmişken, nasıl oluyor da “Türkiye işi iyi götürüyor”, anlamak mümkün değil!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2020 tarihli 128. sayısında yayınlanmıştır.