Marksizm ne işe yarar?
Bülent Arınç’ın Tayyip Erdoğan’a “balans ayarı” vermesi “uyuyan Türkiye”yi uyandırdı. Sosyalist solu da.
“Uyuyan Türkiye”, olayın önemini tam içselleştirebildi mi, henüz bilmiyoruz. Beyaz Türk beyefendiler ve hanımefendiler tam “diktatör”den, “tek adam yönetimi”nden, hatta faşizmden dem vururken, başbakan yardımcısı çıktı, resmen Tayyip Erdoğan’a fırça çekti. “Bir sus, adam!” manasına gelen sözler söyledi. “Cumhurbaşkanımız eleştirilerini bize söylesin, televizyon önünde konuşmasın” başka ne anlama gelir? Olayın en önemli yanı da herkese “haddini bildiren”, geçmişte Arınç’ı her defasında açığa düşüren Tayyip Erdoğan’dan bu sefer çıt çıkmaması. Arınç konuştu, bütün Türkiye bunu konuşuyor, Erdoğan’dan “haddini bil” diye bir çıkış geliyor. Ama Arınç'a değil, Newroz konuşması dolayısıyla Selahattin Demirtaş’a!
İş orada da durmadı. Arınç kendine “özgül ağırlık” atfeden biri. AKP içinde Erdoğan’a muhalefet doğacaksa, Abdullah Gül ile birlikte bunun başını çekme potansiyeline sahip. Ya Hüseyin Çelik? Tayyip Erdoğan’ın sadık müridi olarak politik kariyer yapmış biri. Erdoğan istediğinde eğitim bakanı olur, fikrini değiştirdiğinde parti sözcüsü, istemediği zaman ise hiçbir şey. İşte o Çelik de konuştu. Hem de ne konuşma! “Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz, hepsi yanlış gider”! Yani, Arınç-Gökçek kavgasına ne kızıyorsunuz, siz hatayı başlatana bakın. “İtfaiyeci, kendi önemini ortaya koymak için yangın çıkartmaz”! Alay ediyor! Tayyip Erdoğan karikatüristlere hakaret davası açıyor. Alay etmek, ti’ye almak karikatüristin işidir. Haydi, Hüseyin Çelik’e de açsanıza bir dava!
Bülent Arınç doymadı. Baktı Erdoğan cevap vermiyor ya da veremiyor, bu sefer de “daha kral çıplak demedik” diye demeç verdi. Sonra da tehdidi savurdu: “Belki öyle günler gelecek ki ‘kral çıplak’ denecek.”
“Uyuyan Türkiye” artık uyanmış olmalı! Beyaz Türk hanımefendiler ve beyefendiler halkın gücünü anlayamadıkları için Gezi ile başlayan halk isyanından bu yana Tayyip Erdoğan’ın nasıl güç yitirdiğini kavrayamadılar. Görünüşe aldandılar. Onun suni teneffüs yöntemleriyle, yani Ergenekoncuların desteğiyle ve Mustafa Koç’un “düzenli geçiş” stratejisiyle 30 Mart seçimlerine, sonra da cumhurbaşkanı seçimine soluk soluğa ulaştığını göremediler. O seçimlerde büyük zaferler görüp karalar bağladılar.
Nişantaşı geç yatar, geç uyanır! Peki, sosyalistlere ne oldu? Onlar da “tek adam” teşhisini neden benimsediler? Neden Tayyip Erdoğan aldı gidiyor ruh durumuna girdiler? Marksizm diye bir şey vardı, bir zamanlar! Görünüşe aldanmamanın bilimiydi, diyalektik yöntemle görünüşün ardına dolanarak gerçek dinamikleri kavrardı.
Marksist yöntemi uygulayanlar, Gezi’den itibaren ortaya çıkan Gül-Arınç-Kılıçdaroğlu kutbunu gördüler. Tayyip Erdoğan’ın eskiden istikrarı temsil ederken şimdi tam tersine istikrarsızlık kaynağı haline geldiği için emperyalizmin ve burjuvazinin desteğini ve bütün müttefiklerini yitirmekte olduğuna işaret ettiler. Ardından ABD Büyükelçisi’nin bir Amerikan muhalefeti (CHP-MHP-Gül-Gülen-Sarıgül) imal etmeye giriştiğini delilleriyle ortaya koydular. Ergenekon ve Mustafa Koç desteğini en erken Marksistler vurguladılar ama aynı zamanda zorunlu olarak geçici olduğunu hatırlattılar. Çünkü diyalektik yöntem çelişkileri kavramayı olanaklı kılıyordu. İttifakın kurulduğu anda çelişkiler içerdiğini görmeyi mümkün kılıyordu. Bütün bunlardan dolayı, Cumhurbaşkanı seçiminin Erdoğan’ın yükseliş sürecinin son durağı olduğunu belirttiler.
Nitekim, cumhurbaşkanı seçiminden bir-iki hafta sonra Abdullah Gül ve eşi Çankaya’dan ayrılırken patladılar. Gerçek sitesi “Dakika bir, gol bir!” diye yazdı. Sonra Erdoğan ile Davutoğlu arasında ardı ardına çelişkiler doğdu. Gerçek sitesi “AKP kaç parça?” dizisine başladı. Görmeyi bilen gözler için, kendi adını koymayan çelişki de çelişkidir. “Uyuyan Türkiye” göremedi. Bülent Arınç’ın çıkışı açıktan bir çıkıştı. Nihayet gördüler! Ya sol? Marksizmi buruşturup bir kenara koyunca solun Nişantaşı’ndan ne farkı kalır?
Şimdi bunlar hatırlatılınca, “durumu erken kavramanın ne önemi var?” diye soruyorlar. Böylece, bir kez daha Marksizmi bir kenara atmış olmanın ne kadar vahim bir şey olduğunu bile fark edemediklerini ortaya koyuyorlar sadece! Marksizm “şık” analizler yapmak için bir felsefi dil değildir! Solun büyük bölümü Marksizmi bu hale getirdi son on yıllarda! Marksizm, birincisi, tarihin genel gidişatının eğilimlerini saptamak içindir; ikincisi, Lenin’in ünlü ifadesiyle söyleyelim, “somut durumun somut analizi” içindir. Ne için yapılır bu somut analiz? Nesnel durumu kavramak ve ona uygun taktikleri geliştirmek için.
Sol Eylül 2013’te halk isyanı henüz yeni sönümlenmişken bile gözünü saplantılı biçimde 30 Mart seçimlerine dikince, Devrimci İşçi Partisi (DİP) bunun yanlışlığı konusunda uyarılar yaptı. Erdoğan’ın 30 Mart’tan evvel düşürülmesinin dahi bazı koşullarda olanaklı hale gelebileceğini söyledi. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları bu koşulları sağladı. DİP sola çağrılar çıkardı, derhal harekete geçmek için. “Demir tavında dövülür” dedi. Sol bunu anlayamadığı için gözlerini 30 Mart yerel seçimlerine dikti. DİP 30 Mart seçimlerinin Erdoğan tarafından kazanılacağını, çünkü kitlelerin hâlâ ondan kopmadığını ısrarla söyledi. Erdoğan’ın zaafı henüz kitleler nezdinde değildi, müttefikleri nezdindeydi. Bu yüzden sandıkta yenilemezdi. Oysa “isyanımız sandığınızdan büyük”tü! Sol ise inat etti. Sonra da “uyuyan Türkiye” ile birlikte seçimden, büyük bir düş kırıklığı ve “diktatör” yakınmasıyla çıktı!
30 Mart’ta bırakın Erdoğan’ın müttefiklerini yitirmesini, AKP’nin oylarında bile düşüş olmuştu, yani kitleler nezdinde bile kayıplar vardı. Sol bunu da göremedi. Cumhurbaşkanı seçimi de Ekmeleddin’den ekmek bekleme absürtlüğü sayesinde birinci turda Erdoğan’ın oldu. 2,5 milyon insan oylarını ayaklarıyla kullandı, sandığa gitmedi. Erdoğan’ın düşmekte olan oyları, katılım çok düşük olduğu için yüzde 53 oldu. Sol yine Erdoğan’ın gücü zannetti bunu.
Oysa şimdi Erdoğan Kaç-Ak Saray’a çıkmışken, Davutoğlu gibi kitleler nezdinde etkisi ondan çok daha düşük olan biri oy istiyorken, AKP kendini Arınç-Gökçek kavgası gibi iç çatışmalarla yemeye başlamışken, ekonomik kriz yaklaşırken, işten çıkartmalar başlamışken, seçim AKP’ye büyük bir darbe vurmanın olanağını yaratmıştır. Tam bu sırada, hiçbir işe yaramayacağı belli olan 30 Mart’ta ve sınırlı bir yararı olacağı belli olan cumhurbaşkanı seçiminde kurtuluş aramış olan solun bir kanadı, Birleşik Haziran Hareketi, 7 Haziran seçimlerinin çok da önemli olmadığını ortak pozisyon olarak benimseyebilmişse, bu somut durumun somut analizini yapamadığı içindir.
Dün Erdoğan’ın düşürülebileceği anda doğru adımların atılmamasına yol açmıştır Erdoğan’ın ve AKP’nin zaaflarını görememek. Bugün de artık ortaya çıkmış olan zaafların sonucunun ne olabileceğini anlayamamak ve yine yanlış yapmak anlamına gelir somut durumun kavranamaması. Ta Gezi’de başlayarak hazırlanmakta olan Amerikan muhalefeti, AKP’nin oyları seçimde düşük çıkarsa, alternatif hükümet formülü için hazırlanıyor. Gül davet üzerine görkemli biçimde AKP’nin başına geçecek, bazı koyu Erdoğancılar direnirse başka parti kuracak. Erdoğan gibi “Siirt formülü” ile milletvekili seçilecek, CHP ile (ve kim bilir meclis aritmetiğine göre MHP ile) bir koalisyon hükümeti kuracak. Kambersiz düğün olur mu? Fethullah Gülen elbette yine gizli koalisyon ortağı! Sarıgül’e de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yakışır, usta olduğu becerilerini uygulasın diye! Gül suyuna batırılmış bir alternatif! Tayyip Erdoğan da Kaç-Ak Saray’da kendi başına kalacak. Formül budur.
Bu formülün karşısına nasıl çıkılır? Halkın çıkarlarını Gül’lere, Arınç’lara, Gülen’lere, Sarıgül’lere ve tabii Kılıçdaroğlu’lara teslim etmeyecek bir cephe ile. Mecliste güçlü bir odakla. O odağın seçim başarısına ve meclisteki sesine de yaslanarak sokakta, fabrikada, işyerinde, okulda daha büyük mücadeleler vererek. İki halk isyanını üçlemek için çaba göstererek. Yani 7 Haziran’da somut olarak HDP’yi batıda işçi sınıfının talepleri, doğuda Kürt halkının istekleri doğrultusunda destekleyerek. Ama tam seçim çok büyük bir önem kazanmışken solumuzun bir kanadı “seçim önemli değil” diyor. Marksizm ne işe yararmış?
Formülün çok önemli bir ayağını unutmayalım. Kılıçdaroğlu Kemal Derviş’le görüştü. Derviş’ten destek istedi. Derviş mealen “milletvekili olmakla vaktimi harcayamam, benim emperyalizme yapacak başka hizmetlerim var” dedi. Ama aynen 2001’deki gibi yeniden paraşütle başbakan yardımcısı olmayı kabul etti. Amerikan muhalefetinin ekonomisini Selin Sayek Böke gibi yerini dolduramayan birine terk etmeyecek. Ekonomik krizde Türkiye’yi (siz bunu sermayeyi diye okuyun) yine kurtaracak.
Derviş, Kılıçdaroğlu ile görüşmesinin pratik sonucunu şöyle özetledi: “Sosyal demokrat boyutu güçlü olan CHP’nin de söz sahibi olduğu bir iktidar kurulursa o zaman tekrar görüşürüz dedik birbirimize …” “Söz sahibi olduğu”? Bu tuhaf ifade tam anlaşılamadı.
Bunun tam da yukarıda sözünü ettiğimiz Amerikan muhalefetinin iktidara geçmesi formülü olduğunu göremiyor musunuz? Yine soralım: Marksizm ne işe yararmış?
Bu yazı, Gerçek gazetesinin Nisan 2015 tarihli 66. sayısında yayınlanmıştır.