Koç gibi iç savaş!
Biz Gerçek olarak, Devrimci İşçi Partisi olarak bu tahlili neden yapıyoruz? Bir kere, olguları oldukları biçimde tanıyarak politika yapmak Marksizmin yöntemidir de ondan. Bunun bir de uzantısı var, zaten Marksizmin yöntemini vazgeçilmez kılan da o. Her kim ki, AKP ile Batıcı-laik sermaye arasındaki derin çelişkiyi görmezlikten gelir, o Türkiye’deki siyasi durumu öyle bir niteler ki, mutlaka burjuvazinin bir gücünün peşine takılmanın gerekçesini yaratır.
Gezi Parkı’nın adıyla anılan halk isyanı sırasında Tayyip Erdoğan’ın içeriği biraz belirsiz bir “faiz lobisi”ni isyanın gerisindeki güç olarak gösterdiği biliniyor. Bu sözde lobinin bir ölçüde Batı’da Erdoğan’dan memnun olmayan güçleri (ABD’nin finans merkezi Wall Street, Yahudi sermayesinin gücü dolayısıyla kuşkulular için iyi bir aday olabilir), bir ölçüde de Türkiye burjuvazisi içinde belirli bir kanadı kapsadığı az çok kesin. Türkiye’deki burjuva kanadın kim olacağı da sır değil elbette. Erdoğan’a göre kendisi gelip enflasyonu ve faizleri düşürene kadar o sistemden kim kârlı çıkıyorsa, o kanat. Kârlı çıkanın Türkiye burjuvazisinin yerleşik hâkim kanadı, yani TÜSİAD burjuvazisi olduğu da ortada. Dolayısıyla, “faiz lobisi” suçlamasının aslında burjuvazinin Batıcı-laik kanadına karşı olduğu pek su götürmez.
Elbette bu suçlamanın bir tarihsel geri planı var. On yıldır devam eden bir mücadele bu. Önce İşçi Mücadelesi, sonra Gerçek ve Devrimci Marksizm 2003’ten beri bunları yazdıkça, Devrimci İşçi Partisi 2007’den beri bunları ortaya koydukça bin dereden su getirenler oldu. “AKP de Batıcı değil mi ki?” diyen de oldu, “TÜSİAD AKP’yi destekliyor” diyen de. AKP hükümeti ile TÜSİAD arasında ilk aşamada çelişkiler olduğunu kabul edip daha sonra (tam da çelişki derinleştiğinde!) paranın, dinin ve silahın ortak diktatörlüğü kuruldu diyenler de. Biz ısrar ettik: Türkiye burjuvazisi kendi içinde bir silahsız iç savaş yaşıyor dedik. İslamcı burjuvazi üstünlüğü ele geçirdi ama savaş bitmedi dedik.
Sonra bir aşamada (Mayıs 2010) ABD finans kapitalinin sözcüsü Wall Street Journal (faiz lobisi!) Türkiye’nin bir “kansız iç savaş” yaşamakta olduğunu yazacak oldu. Bütün Türkiye ile birlikte Türkiye solu da harıl harıl bunu tartışmaya başladı büyük bir buluşmuş gibi. Ama Gerçek’in söyledikleri hep bir büyük yanlış olarak nitelendi.
Somut, elle tutulur bir ekonomik savaş
“Faiz lobisi” gibi kavramlar ne de olsa soyut. Yukarıda biz “faiz lobisi”nin içeriğini belirli bir tarzda doldurduk. Burjuvazinin iç savaşını yadsımak isteyenler başka türlü doldurabilirler. Somut verileri kendi görüşlerine uydurmak için saptırmak hiç de alışılmadık bir şey değil. Ama günümüzde öyle bir şey yaşanıyor ki bütün sosyalistlerin ve Marksistlerin bunu açıklama tarzı neredeyse gerçekçiliğin, hakikati yadsımamanın bir turnusol kâğıdı işlevi görecek.
AKP hükümeti halk isyanından bu yana Koç grubuna büyük bir taarruz başlattı. Koç ve Sabancı üniversitelerinin orman alanlarını yağmalamış olduğunun şimdi hatırlanmasından Divan Oteli’nin “çapulcu”lara sığınak sağlamış olmasının eleştirilmesine kadar bir sürü laf dolaştı ortada. Ama biz laftan değil, somut, hasmane bir ekonomik saldırıdan söz ediyoruz. Bunun delillerine hızla değinelim:
· Enerji Piyasası Denetleme Kurulu Koç’un enerji şirketlerinden nümuneleri (doğru, başka şirketlerin yanı sıra) teknik standartlar açısından inceletti. Aygaz’ın ve Opet’in ürünlerinin standart altı olduğuna, ruhsatlarının iptal edilmesi gerektiğine dair söylentiler yayıldı, ama sonra tersine haberler de geldi. Şimdilik bir sonuç yok. Ama böyle söylentilerin şirketlerin şöhreti ve dolayısıyla ticari başarıları bakımından ne kadar zararlı olabileceğini tahmin etmek için allame olmak gerekmiyor.
· Koç’un üç enerji şirketi (Tüpraş, Opet, Aygaz) için ayrıca çok ciddi bir vergi denetimi kararlaştırıldı. Basında bu şirketlere polis eşliğinde baskın yapıldığı haberi bile yer aldı. Verilen ilk üç aylık süre dolmuş durumda, şimdi denetimin süresi uzatılıyor. (Tüpraş’ta inceleme henüz başlatılmamış durumda.) Bu iş için 200 kişilik bir müfettiş ekibinin görevlendirileceği basına sızdı. Doğan grubu birkaç yıl önce büyük bir vergi cezası yediğinde yapılmış olan denetimde sadece 20, Uzanların hesaplarının incelenmesinde ise 35 müfettiş görevlendirildiği, dolayısıyla Koç grubunun üzerine salınan 200 müfettişin anormal bir sayı olduğu vurgulanıyor.
· Koç grubuna ait RMK Marine şirketinin kazanmış olduğu Milgem (Milli Gemi Projesi) ihalesi iptal edildi. Bazı şirketlerin itirazı üzerine alınan bu karar kendi başına ihalenin somut koşullarıyla açıklanabilirdi belki. Ama öteki gelişmeler ışığında bu biraz safça bir yorum olur.
· Öteki gelişmelerin arasında karayollarının özelleştirilmesi konusunda Koç’un Ülker grubu ile işbirliği içinde kazandığı ihalenin de iptal edilmesi var. Yani altı aylık bir süre içinde Koç’un kazandığı iki büyük ihale iptal edilmiş durumda.
· Koç’un Setur şirketinin yıllardır kiralama yoluyla işletmekte olduğu Türkiye’nin en büyük marinası Kalamış Marinası da özelleştirilme yoluyla Koç’un elinden alınıyor.
· Koç Üniversitesi’nin 1995’te kendisine verilen arazisi 2005’te mahkeme kararıyla Orman Bakanlığı’na ait kabul edildiği için yıllık 20 milyon kira talep ediliyor. Üniversite bunu ödemediği için tahliye edilmesi konuşuluyor.
Mustafa Boydak’ın tanıklığı
Biz iş dünyasının içinde yaşanan birçok gelişmeden elbette haberdar olamıyoruz. Burjuvazi içinde istihbarat kaynaklarımız yok! Kim bilir başka neler yaşanıyor ve biz bilmiyoruz! Yukarıdakiler genel olarak basını, özel olarak da ekonomi basınını izleyerek derleyebildiğimiz veriler. Bunlar kuşkucu okuyucuya yetmiyorsa şunu belirtelim: Bütün Türkiye Erdoğan’ın Koç’la uğraştığını konuşuyor! Bu da yetmiyorsa ekleyelim: İslamcı sermayenin en önemli finans kapital gruplarından biri olan Boydak Holding’in yöneticisi, Kayseri Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak, Koç’a yapılan taarruzdan rahatsız olarak eleştirdi. Ne söylediğini kelime kelime aktarmak, solun olan bitene uyanmamakta direnen kesimleri için göz açıcı olabilir:
“Memleketi idare eden hükümetimizin, iş dünyası ile diyaloglarda da en üst seviyede çalışmalar yapması gerekiyor. İş dünyası ile meselelerinde taraf olmaması ve iş dünyasıyla ilgili konularda bir takım çevrelerin ifade ettiği gibi 1990’lı yılları yeniden yaşamamamız gerekiyor. 28 Şubat sürecini hepiniz hatırlarsınız. Bir takım grup ve şirketlere karşı yanlış algı oldu. Bu yanlış algının tam tersini bugün yapmamamız gerekiyor. Türkiye’yi taşıyan şirketleri gözümüz gibi korumamız gerekiyor. Yanlış algıya maruz kalmayalım” (Hürriyet, 27 Temmuz 2013).
28 Şubat’ta hakkında “yanlış algı” olan birtakım şirket ve gruplardan ne kast ediyor Boydak? Elbette o dönemde “yeşil sermaye” olarak adlandırılan İslamcı sermayeyi. Onlar baskı altında kalmıştı, şimdi aynı şeyin bugünün hükümeti tarafından ters yönden yapıldığını ima ediyor Boydak. Ne olabilir o “tersi”? Bu sefer baskı altına alınanın Batıcı-laik sermaye olduğu açık değil mi?
Birçok solcunun psikoloji biliminin “inkâr” olarak adlandırdığı mekanizmaya benzer bir biçimde reddettiği iç savaşın burjuvazinin en önemli şahsiyetlerin birinin ağzından açık itirafı değil mi bu söylenenler? Dün ordu İslamcı sermayeye saldırdı diyor Boydak, bugün AKP Batıcı-laik sermayeye saldırıyor. İkisi de yanlıştır diyor. Anlayana! Neden dediği ise elbette açık. Kanatlar arası savaşın sonunda sistemin sahibi sermayeye zarar vermemesi için!
Burjuva kuyrukçuluğunun kılıfı
Biz Gerçek olarak, Devrimci İşçi Partisi olarak bu tahlili neden yapıyoruz? Bir kere, olguları oldukları biçimde tanıyarak politika yapmak Marksizmin yöntemidir de ondan. Bunun bir de uzantısı var, zaten Marksizmin yöntemini vazgeçilmez kılan da o. Her kim ki, AKP ile Batıcı-laik sermaye arasındaki derin çelişkiyi görmezlikten gelir, o Türkiye’deki siyasi durumu öyle bir niteler ki, mutlaka burjuvazinin bir gücünün peşine takılmanın gerekçesini yaratır. İki olasılık mevcut.
Şayet Türkiye’de AKP ile düzen içindeki karşıtları arasında yaşanan büyük çelişkiyi köktendincilik ile laikliğin ya da ümmetçilik ile cumhuriyetin çelişkisine atfeder ve ABD ve TÜSİAD’ı da AKP’nin arkasına dizerseniz, o zaman ordu destekçiliğinin ya da ordunun ulusalcı kanadının destekçiliğinin kapısını açmış olursunuz. O kadar aşırıya kaçmak istemeyenler için de CHP ile ittifak bir alternatif olarak hazırdır.
Şayet bu derin çelişkiyi AKP ile Kemalist veya ulusalcı kanatlar arasında bir demokrasi mücadelesine atfederseniz, o zaman da ya demokrasiyi temsil ettiği sanrısıyla AKP’ye destek olursunuz, ya da bu kadar düşmediyseniz CHP içinde Kılıçdaroğlu, hatta Mustafa Sarıgül tipi politikacıları desteklemeye yönelirsiniz.
Her iki seçenek de burjuvazinin şu ya da bu gücünün halka kurtuluş umudu olarak gösterilmesine zemin sağlar. Burada işin püf noktasına geliyoruz. Bizim artık tam on yıldır her olanaklı araçla, sayısız delille ortaya koymuş olduğumuz iç savaşın varlığını yadsıyanlar, ne politik kavrayıştan yoksundurlar, ne de sorunları psikolojik “inkâr” mekanizması ile sınırlıdır. (İç savaşı yadsıyanlar kampında bunların birini ya da ötekini, hatta her ikisini birden bünyesinde barındıranlar mutlaka vardır, ama belirleyici olan bu değildir.) Marksist materyalizmin yöntemiyle bakarsak, işin püf noktası yine çıkarlarla ilgilidir. Burjuvazinin iç savaşını inkâr edenler, bu tespit, burjuvazinin bir kanadı veya gücüyle ittifaklarının bozulmasına yol açacağı için bu apaçık hakikati inkâr etmektedirler!
Hodri meydan!
Şimdi, inkâr cephesinin hangi kanadında yer alırlarsa alsınlar burjuvazinin iç savaşının en azından son on yıldır Türkiye’nin siyasi hayatına damga vurmakta olduğunu yadsıyanlara bir soru soruyoruz: Erdoğan Koç ile neden uğraşıyor? Bir hükümet olarak AKP hükümeti sınıflar üstü müdür? Yok değilse, bir burjuva hükümeti ise, o zaman Türkiye burjuvazisinin en güçlü sermaye odağına neden saldırıyor? Yoksa finans kapitalin doruğuna saldırdığına göre AKP hükümeti bir proleter hükümeti midir? Değilse neden saldırıyor?
Bu sorunun cevabını bekleyeceğiz. Biz yanılıyorsak aydınlatılmak istiyoruz. Bu cevabı alamadığımız takdirde Türkiye solunun gerçeklerle yüzleşmeyi reddettiği yolundaki kanaatimiz pekişecek. Burjuva kuyrukçuluğunun da iflah olmayacağı sonucuna ister istemez ulaşacağız.