Kapitalizm ve demokrasi
Kapitalizm ve demokrasi arasında şöyle bir bağ kurulur: bir ülkede kapitalizm gelişmişse demokrasi de gelişmiştir/gelişir ya da bunun tersi, demokrasi yoksa kapitalizm gelişmez. AKP iktidarının istibdat yönetimi altında buna şöyle bir ilişki de eklendi: bir ülkede demokrasi yoksa yatırım da olmaz, sanayi de gelişmez filan. Üstelik bu ikincisini sadece liberaller değil bazı sosyalistler de dile getirir oldular. Bu yüzden de AKP otoriter bir yönetime meylettikçe ekonomi çökecek, yatırımlar azalacak, işsizlik artacak, dolayısıyla iktidarı da çökecekmiş gibi fazlasıyla indirgemeci bir yorum buna eşlik ediyor zaman zaman.
Kapitalizm, sadece üretim sürecinde karşımıza çıkan bir işçi-işveren ilişkisi değil, bir toplumsal-ekonomik sistemdir. Bu sistem, değişik siyasal sistemler içerisinde işleyebilir. “Liberal demokrasi”, “devlet kapitalizmi”, “faşizm” gibi rejimler kapitalizmin çeşitli uygulamalarından birkaç tanesidir. Dolayısıyla liberal demokrasi, kapitalist ilişkilerin sürdürülebilmesi açısından tek siyasal yönetim biçimi değildir. Bu türden uygulamalar, kapitalist sistem içerisinde egemen burjuva sınıflarının ekonomik/siyasal/ideolojik ihtiyaçlarına ve sınıf mücadelesinin seyrine göre ortaya çıkarlar, yani onların ihtiyaçlarına göre ya liberal, ya devletçi, ya faşist ya da başka türden rejimler oluşur. Dolayısıyla, diyelim Keynesyen uygulamalar kapitalizmin sürekliliğinin sağlanabilmesi, daha doğrusu burjuva sınıfının ihtiyaçları nedeniyle ortaya çıkmıştır. Kapitalist sosyal devlet Keynesyen kapitalizmden başka bir şey değildir zira. Kaldı ki, kapitalist sistemde devletin şu ya da bu biçimde piyasaya/ekonomik yaşama hiçbir biçimde müdahale etmediği tek bir kapitalist ülke yoktur. Kapitalizm, devlet işin içine karışmadan kendi kendisini düzenleyemez; ne var ki, devletin işin içine karışması, kapitalizme karşı yapılan bir şey değil, tersine, bizzat kapitalistlerin/burjuva sınıfının ihtiyaçları nedeniyledir. Devletin hiçbir biçimde müdahalede bulunmadığı bir liberal kapitalist sistem, olsa olsa Hayek’in rüyalarını süsleyen bir ütopya olarak kalmıştır bugüne kadar. Kaldı ki, devletin piyasaya müdahalesini geniş halk kitlelerinden çok sermaye sınıfı istemektedir. Örneğin 1980’li yıllardan bu yana “serbest piyasa” şampiyonluğu yapan liberaller, kriz koşullarında hükümetlerin piyasaya müdahale etmesine, devletleştirme atağını gerçekleştirmesine alkış tutmaktadır.
Durum bu ise, her kim AKP’nin otoriter rejimi altında, yani sırf liberal demokrasi yok diye, gerek ulusal gerekse uluslararası sermayenin yatırıma yönelmeyeceğini, ülkeden kaçacağını düşünüyorsa büyük bir hata içindedir. Sermaye sınıfının farklı fraksiyonlarından hiçbirinin ülkede demokrasi olup olmadığına ilişkin bir endişesi yoktur, olsa olsa kârlılık endişeleri olur. Eğer kâr ve sermaye birikimi, daha otoriter, daha faşist bir siyasal rejim altında elde edilecekse, hiçbir sermaye sahibi buna itiraz etmeyecektir. Bugünkü yaşadığımız otoriter rejim de burjuva sınıfının ihtiyaçları çerçevesinde ortaya çıkmıştır.
Bu söylediklerimizi, topluma bir sözü olan sosyalistleri şu aşağıdaki sözleriyle resmen işsiz bırakan Tayyip Erdoğan zaten kanıtlamamış mıdır? “OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum: İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde Türkiye’de OHAL vardı, ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i.”
Şimdi soralım: işçi ve emekçilerin seslerinin kısıldığı, ücret taleplerinin baskılandığı bir yerde burjuvazi neden yatırımdan kaçınsın ki? Bu durumda eğer şu anda yatırımdan kaçınıyorsa, bunun altında başka bir şey aramak gerekir, demokrasinin olmamasını değil.