Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!
Modern Türkiye tarihinin ilk devriminin, 1908 Hürriyet devriminin sloganı, Boğaziçi Üniversitesi direnişi vesilesiyle tekrar yankılandı: Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet! Kendini II. Abdülhamit’le özdeşleştiren bir iktidarın, bu padişahı deviren ve baskıcı rejimine son veren devrimin sloganının yankılanmasından ve yayılmasından endişe etmesi gayet anlaşılır bir şey. Bizim açımızdan ise gençliğin düzen içi çözümlerden yüz çevirip, bir devrim sloganını benimsemesi, mesela düzen adamı İmamoğlu’nun apolitik “her şey çok güzel olacak” sloganı yerine karşıtını ve amacını açık açık belli eden “Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!” sloganını tercih etmesi bir o kadar umut verici.
Bu sloganı İttihat ve Terakki’nin sloganı olarak kodlayan, bu partinin 1908 devriminden sonraki sicilini bir karalama kampanyasına vesile eden liberalleri de anlıyoruz. Zira onlar bugün AKP ve Erdoğan’a karşı konumlanmış gözükseler de bunlarla ilk defa devrim karşıtlığında buluşmuş değiller. Mesela öğrenciler meydanlarda “yeni ve sivil anayasa istiyoruz” diye bağırsa liberallerin pek hoşuna giderdi. Bugünkü istibdadın, halkın bu liberal masallarla uyutulmasıyla adım adım inşa edildiği gerçeğini sorun etmezlerdi. Bakın temcit pilavı gibi ısıtılıp yeniden önümüze getirilen “yeni ve sivil anayasa” gündemine nasıl da balıklama atlıyorlar. Liberallerin içi yeniden umutla doldu.
Merkez Bankasında döviz bitti, Erdoğan ABD’nin yeni başkanı Biden’den randevu kopartmak için mektuplar yazıyor, reform vaadiyle AB’ye yaranmaya çalışıyor ya… İşte liberallerin etekleri bu yüzden zil çalıyor. Peki o zaman biz Hürriyet devrimini savununca İttihatçı oluyoruz da bu liberaller İttihatçıların Alman emperyalizmine yamandığı gibi Batı emperyalizmine yamandıklarında ne olmuş oluyorlar? Biz istibdadı deviren Jön Türkler’i sahiplenmekten gocunmayız. Kaldı ki 1908 Hürriyet devrimi sadece 23 Temmuz’dan ve Jön Türklerin komplosundan ibaret değildir. Bu devrim 1908’i takip eden devasa halk mitingleriyle, büyük grev dalgasıyla, Osmanlı toplumunun bağrından fışkıran bir halk devrimidir. Üstelik bu devrimde Türk, Kürt, Arap, Makedon, Rum, Bulgar, Arnavut, Ermeni ve Yahudi birliktedir. 1908’i ırkçılıkla, soykırımla karalamaya çalışmak boşunadır. Buralara girecek isek sadece İttihat ve Terakki’nin bağrındaki Türkçülüğü, İslamcılığı vb. değil Alman ve İngiliz emperyalizminin suçlarını da masaya koyacağız. Biz varız! Liberalleri de bekleriz.
Ancak mesele tarih meselesi değildir. Bugüne dairdir. “Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!” sloganı yüzyıl öncesinden gelip bugünün istibdadına karşı bulduğu yerden yeniden filizleniyor ve eskiye özlem duyan nostaljik kuşakların değil, geleceği için mücadele eden gençliğin sloganı oluyorsa bunun bir anlamı vardır. Devrim günceldir. Aynı anlama gelmek üzere düzen içi çözüm arayışları boşunadır. Boğaziçi Üniversitesi liberalizm, kimlikçilik ve post-modernizm açısından adeta bir kale hüviyetinde olmuştur. Ama bugün baktığınızda 100 yıl öncesinden de gelse bir devrim sloganı artık çoktan köhneleşmiş, sonuç vermeyen, artık umut da vermeyen kimlikçi ezberlere nazaran çok daha yenidir, umut doludur. Bunun sebebi çok açık. Liberalizm yelpazesinin her rengi, her türlü politik tezahürü şu ya da bu şekilde artık geleceği olmayan ve çürümekte olan emperyalist kapitalist düzene bağlıdır. Devrim düşüncesinin ise yüzü geleceğe dönüktür. O halde kökü bu topraklarda olan bir devrim sloganının yeniden ve yeniden filiz vermesinden doğal bir şey yoktur.
Bu sloganın kökü 1908’dedir. Ancak yeniden meydanlarda duyulması 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL sürecine denk gelir. 29 Ekim 2016’da İstanbul Üniversitesi’nden bir OHAL KHK’sı ile ihraç edildiğimizde bu sloganı ilk defa Beyazıt meydanında biz haykırdık. Haksızlığa uğramış insanların bir isyanı değildi bu. İstibdada karşı mücadeleye devam etmek ve bu mücadeleye sadece üniversiteyi değil tüm emekçi halkı çağırmak için attık bu sloganı. İstibdadın adım adım inşasına liberaller, sivil demokrasi ve Avrupa Birliği sloganlarıyla ortak olmuştu. Cumhuriyeti “Kemalist ordu” ile koruyacağını zannedenlerin de güvendiği dağlara çoktan karlar yağmıştı. Bırakın ileri gitmeyi mevcudu korumanın bile devrimsiz olamayacağının apaçık bir gerçek olduğu bir anda haykırdık bu sloganı. Daha sonra bu slogan 16 Şubat’ta gelen üniversitelerdeki ihraç dalgasına karşı Mülkiye’de yankılanacaktı. Daha sonra 26 Temmuz’da Cumhuriyet gazetesi davasında Ahmet Şık, istibdadın mahkemelerinde haykırdı bu sloganı. Bazıları bu slogan DİP’in sloganı diyor. Hem doğru hem değil… Devrimci İşçi Partisi, bu toprakların devrim sloganını tekrarladı, duvarlara yazdı, afiş yapıp astı, 1 Mayıs meydanlarına, işçi direnişlerine, grevlerine taşıdı. Biz de ilk defa Beyazıt’ta dillendirdiğimiz bu sloganı işçiye karşı kurulan barikatlarda, işçilerle birlikte gözaltına alındığımız polis araçlarında haykırmaya devam ettik. Kökü bu toprakların ilk devriminde olan bu slogan kanlı canlı mücadeleler içinde filizlendi. Nihayet Boğaziçi direnişinde çiçek açtı.
“Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!” sloganının umut dolu çağrısı, istibdadın korkusu kadar, liberallerin karın ağrısı kadar gerçektir. Ama hayat da politika da somuttur. 100 yıl önce II. Abdülhamit’in ortaçağdan miras gerici istibdadının yerinde bugün Erdoğan’ın burjuva istibdadı vardır. Dolayısıyla bugünün hürriyet devrimi ya proleter ve sosyalist olacaktır ya da olmayacaktır. 21. yüzyılın Jön Türkleri, milliyetçi değil enternasyonalist olmak zorundadır. Kışlada değil fabrikada mevzilenecektir. Bugünün kavgası hem ekmek hem hürriyet kavgası olarak bir ve bütündür. Enerjisini Harbiye’den değil hürriyet için direnen üniversiteli gençten alacaktır. Batıyı yanında yöresinde arkasında değil tam karşısında bulacaktır ve bulmuştur da… Anti-emperyalist olmak zorundadır. Beyazıt’ta o gün “Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!” diye haykırdıktan sonra eklediğimiz gibi önümüzdeki devrimin bayrağında “kahrolsun emperyalizm, yaşasın devrim ve sosyalizm” yazacaktır!