İsyanın birinci dalgası sona erdi
Bütün büyük halk hareketlerinin inişleri çıkışları, alt noktaları ve dorukları vardır. Kitleler kâh coşarlar, kâh sakinleşirler, geçmiş deneyimle hesaplaşırlar, bir sonraki şahlanışa hazırlanırlar. Bizim halk isyanımız da fırtınalı bir deniz gibi Türkiye’yi salladıktan sonra şimdilik sakinleşti. Bu demek değil ki yarın yeniden ayağa kalkmayacak. Ama şimdilik düşünmeye, hesap görmeye, geleceğin planlanmasına doğru geri çekildi.
Bunun en belirgin ifadesi, ODTÜ’de verilen büyük mücadelenin yalnız bırakılması. Melih Gökçek’in çetelerinin bayram baskınına yeterli bir tepki verilmemesi. Daha Eylül ayında ODTÜ, Tuzluçayır ya da Hatay Armutlu ayağa kalkınca bütün Türkiye ses veriyordu. Oysa Ekim ayında ODTÜ yalnız kaldı. Kasım ayında ise hareket genel olarak durmuş bulunuyor. Üstelik işgal edilmiş alanların boşaltılmasından sonra bile isyanın ateşini sürdürmüş olan forumların kendileri de epeyce zayıflamış durumda.
İsyanın altını oyanlar
Bunun çeşitli nedenleri var. En genel anlamda siyasi perspektif yokluğu isyanı yordu. Her aşamada siyasi kazanımlar biriktirerek ilerleyen bir süreç heyecanı ayakta tutabilirdi. Sadece “diren” diyerek yürümek kitleleri bir süre sonra bıkkınlığa sürükler. Bu durumdan sorumlu olanlar var olan örgütlülükler elbette. Bunlar bırakın siyasi bir perspektifle kitle hareketinin ufkunu genişletmeyi harekete köstek oldu. Haziran ortasında hareketin en güçlü anında, karşı devrim kampı en zayıf durumunda iken, toplumda ve dünyada isyanın prestiji doruğunda iken, en ufak bir talep kabul edilmemişken Gezi Parkı’nın boşaltılmasını kabul eden sol örgütler, hareketin ilk dalgasının eriyip gitmesinde en büyük sorumluluğu taşıyor. Büyük halk hareketleri söz konusu olduğunda zamanlama hayatidir. O aşamada ileri gidemeyen daha sonra geri düşmeyi engelleyemez.
Bunu Temmuz ayında forumların merkezileştirilmesinin reddedilmesi hatası izledi. Yine aynı sorun başka bir biçimde karşımıza çıkmıştı. Forumlar, Türkiye tarihinde taban demokrasisini, kitlelerin öz örgütlenmesini pratik olarak gündeme getirmeleri bakımından muazzam önemli biçimler idi. Ama birbirlerinden kopuk kaldıkları takdirde sonunda eriyip gidecekleri de açıktı. Merkezi bir hükümeti geriletmek için merkezi bir hareket elzemdi. Her tür örgütlülüğe kuşku ile bakan gençlik henüz deneyimsiz olduğu için hata yapmakta özgürdü. İşin doğası gereği onu ileriye taşıması gereken, geçmiş mücadelelerin deneyimlerinin taşıyıcısı olan örgütlerdi. Ama örgütler kitle kuyrukçuluğu yaptılar: akıntıya karşı yüzmeleri gereken yerde geri çağrılabilir temsilciler aracılığıyla merkezileşmeyi reddettiler. Bütün forumları Taksim’de toplama tezinin Taksim’i yeniden fethetmek anlamına geleceği, devletin veba gibi korktuğu Gezi Parkı’nda toplantı yaptırmamak için her şeyi yapacağı gün gibi ortada iken, ön hazırlıklar yapmadan, oraya giden yolu örmeden sadece bunu savunmak hiçbir şey yapmayalım demekten farklı değildi. Üstelik bu çağrı hiçbir zaman da yapılmadı. Çünkü merkezileşmeye karşı bir göz boyama idi. Oysa forumlar merkezileştirilseydi, sonunda Taksim’in yeniden fethi için gerekli güç elde edilebilirdi. Yani devletle asıl o zaman karşı karşıya gelinebilirdi.
Eylül ayından itibaren ise isyan solun büyük bölümü tarafından neredeyse bütünüyle terk edildi. Liberaller erkenden hareketi bitirme yönünde bir strateji benimsediler. İsyan kampının da polis gibi şiddete başvurduğundan “çapulcu”ların tuzu kuru ailelerin çocuğu olduğunun birden bire keşfedilmesine kadar sayısız gerekçe ile isyana karşı tavır aldılar. En ironik olan gerekçe ise isyandan Kemalistlerin yararlanabileceğine dair iddia idi. Çünkü aynı dönemde ulusalcılar da “küçük olsun, askerin olsun” zihniyetiyle hareketten koparak kendi işlerine döndüler.
Solun ana gövdesi ise isyanı yeni bir sevgili uğruna terk etti. Eylül ayından itibaren solda tartışma Gezi üzerine değil Sarıgül üzerineydi. İsyan alevinin yürekleri ateşlemesi bir kısacık mevsim sürmüştü, parlamentarizmin tekdüze yavanlığı solun üzerine yeniden çökmüştü.
Bu daha başlangıç!
İsyanın birinci dalgasının sona ermesi demek, isyan uzak olmayan bir gelecekte yeniden canlanmayacak demek değil. Gerek uluslararası, gerek ülke içi faktörler tam tersine isyanın mutlaka yeniden canlanacağını düşündürüyor. Uluslararası alanda kapitalizmin derin ekonomik krizi Türkiye’nin kapısını çalarken dünyanın çeşitli bölgelerinde, ama en çok Akdeniz bölgesinde dev halk hareketleri ülkeden ülkeye sıçrayarak isyanın ateşini canlı tutuyor. Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesindeki büyük gerilimler Türkiye’yi, en son Mısır ve Suriye örneklerinin gösterdiği gibi doğrudan etkiliyor. İçeride ise isyana yol açan bütün nedenler olduğu gibi durmak bir yana isyanın kendisine hükümetin verdiği tepki, büyük halk kitlelerini eskisinden de büyük bir öfkeye sürüklemiş bulunuyor. Tabii hükümetin her geçen gün yeni bir zaafının ortaya çıkması (emperyalizmin AKP’ye kuşkuyla yaklaşması, cemaatle iplerin gerilmesi, Arınç ile ortaya çıkan çatlak gibi ardı ardına gelen işaretler) isyanı kolaylaştıracak faktörler olarak birikiyor.
İsyan kuşku yok ki aynı biçimi almayacak, apaynı yolu yürümeyecek. Bu sefer çok daha fazla işçi sınıfı etkisi beklenebilir. “Süreç”ten yabancılaşan Kürt hareketinin bu sefer isyanın çok daha fazla içinde olması beklenebilir. Bunlar olursa, ikinci dalga birincisinden de sarsıcı olmayı vaat ediyor.
Gelecek hem Türkiye’de, hem Akdeniz’de, hem de dünyada isyanındır, devrimindir. Gerçek devrimci örgütler yönelişlerini bu temel veriyi merkeze alarak belirlemeli, politikalarında bu temel gerçeği bir an bile ihmal etmemelidirler. Şimdi iki muharebe arasında siperlerde hazırlık yapılıyor. Harp devam ediyor!