İkinci dalga kaçınılmaz mıydı? Çin salgını nasıl durdurdu?
Koronavirüs salgınında ipin ucu kaçmış durumda. Yalan olduğu bizzat Bakan tarafından zımnen kabul edilen turkuaz tablodaki verileri, gerçek hayat da yalanlıyor. İstanbul, İzmir, Denizli ve bazı başka illerde yoğun bakım yataklarının hemen hepsi dolmuş ve test kuyrukları alıp başını gitmiş durumda. Her geçen gün tablo daha da ağırlaşıyor. Koronavirüse yakalananların yaklaşık beşte birinin hastaneye yatması gerekiyor. Bu yatanların bir kısmı da yoğun bakım desteğine ihtiyaç duyuyor. Hasta olanların yaklaşık yüzde 2-3’ü ise maalesef yaşamını yitiriyor. Bu, mevcut sağlık sisteminin kaldıramayacağı bir yük anlamına geliyor.
Mesele tedavi etmekte değil, hastalandırmamakta!
Koronavirüs ile mücadelede “insanlar hastalanırsa hastalansın, tedavi eder iyileştiririz” denirse, iki şey başınıza geliyor: Birincisi, aslında virüsün bulaşması önlenebilse hayatta kalacak vatandaşlarımızın, sırf önlem almadığınız için göz göre göre ölümüne sebebiyet veriyorsunuz. İkincisi, çok kısa bir zaman diliminde sağlık sisteminizin kaldırabileceğinden fazla hasta ile karşılaştığınız için ne virüs kapan hastalara ne de virüs kapmamış ama sağlık hizmetinden yararlanması gereken diğer hastalara sağlık hizmeti verebiliyorsunuz.
Şu an elimizde hastalığı önleyen bir aşı bulunmadığına göre virüsü yenmenin yegâne yolu, insanların bu virüsü kapmasını önleyecek önlemleri almak olduğu açık. Hükümet, güya virüsün yayılmasını önlemek için önlemler paketi açıkladı. Dostlar alışverişte görsün diye açıklanan bu önlem paketi elbette ülke çapında virüsün yayılmasını önlemeyecek. Önleyebilmek için “enfeksiyon zinciri”nin kırılması gerekli. Yani, “hastayı bul ve toplumdan yalıt”, “sağlıklı kişileri koruyacak tedbirler al”, “kişisel koruma önlemleri alınmasını sağla”. Türkiye’de hükümet ve onun liberal akıl hocaları vatandaşa yalnızca kişisel tedbirlerini alma çağrıları yapmakta ve uymadıkları için onları suçlamakta. Vatandaşına ücretsiz maske temin edemeyip, eline yüzüne bulaştıranlar kendi üzerilerine düşeni yapmalı, vatandaşın yakasından düşmelidir. Bugüne kadarki gelişmeler, virüsün yayılmasının durdurulmasının anahtarının, kişilerin tekil olarak alacağı önlemler ile değil, devletin alacağı önlemler ile sağlanabileceğini kanıtlamıştır.
Salgınla mücadelede örnek ülke “Çin”: Test yapanla yapmayan bir olur mu?
Buna en güzel örneklerden biri Çin’in virüsle mücadelesi. Çin, Mayıs ayında yalnızca 5 (beş) yeni hasta tespit edilmesi üzerine 11 milyonluk Wuhan şehrinin tamamına test yaptı ve 300 virüs taşıyıcısı tespit etti. Yine Ekim ayında 4,7 milyonluk Kaşgar şehrinde yapılan taramalarda belirti göstermeyen ancak virüs taşıyıcısı olduğu belirlenen bir kişi tespit edilince tüm şehre test yaptı ve 183 hasta tespit etti. Hatırlatalım, Mart ayından bugüne kadar 83 milyon nüfusluk Türkiye’nin uyguladığı toplam test miktarı turkuaz tabloya göre yalnızca 16 milyon. Yanlış anlaşılmasın, Türkiye 16 milyon kişiye test yapmadı. Bir kişi birden fazla test olabildiğinden mükerrer testlerin bu sayıya dâhil olduğunu hatırlamakta fayda var.
Mesele yalnızca test yapmak da değil. Test yaparak tespit ettiğiniz taşıyıcıları/hastaları toplumun geri kalanından izole etmeli ve bunlarla yakın temasta bulunmuş kişilerin tamamına ulaşıp, 14 gün karantinaya almalısınız. Çin, vatandaşlarını mağdur etmeden, tüm asgari ihtiyaçlarını karşılayarak izolasyon ve karantina tedbirlerini tavizsiz uygulayabilmiştir. Bunun meyvelerini de almıştır. Çin, Nisan ayından itibaren günlük yeni vaka sayılarını onlu yirmili rakamlarda tutabilmiştir. Bu vakaların ezici bir çoğunluğu da yurtdışı kaynaklı olup, yerel düzeyde vaka tespit edildiğinde ise o bölgenin tüm yaşayanlarına test uygulayıp virüsün adeta başını ezmiştir.
Salgınla mücadelenin en güçlü aracı: merkezî planlama
Koronavirüsün dünyada ilk tespit edildiği 1,4 milyarlık nüfuslu dünyanın en kalabalık ülkesi Çin, şu an dünyanın en az vaka görülen ülkelerinden biri. Oysa Avrupa kıtasındaki Çin’den çok daha zengin pek çok ülke ise virüsten kırılmakta. Çin, 1980’lerden itibaren işçi devleti niteliğini kaybedip, bir kapitalist devlet haline gelmiş ve özellikle kapitalizme sonuna kadar açılan kıyı kentlerinde çok sayıda özel hastane açmıştır. Kamusal ve parasız sağlık sistemi büyük oranda kapsayıcı bir sosyal sigorta sistemiyle ikame edilmektedir. Bunlar Çin’de kapitalistleşmenin sağlık alanlarındaki yansımaları ve çok önemli geri adımlardır. Ancak Çin hala geçmiş işçi devleti döneminin kazanımı olarak sağlıkta devletin ve planlamanın özel sektöre ve piyasaya baskın durumda olmasının, özel sektörün küçük ölçekli girişimlerle ve genellikle diş, göz vb. ihtisas alanlarıyla sınırlı kalmış olması avantajını kullanmaktadır. Bu açıdan kamusal sağlık sisteminin bir ürünü olan ve 2002-2003 SARS salgınından sonra yapılandırılan erken uyarı sistemi çok önemlidir. Koronavirüsü dünyada ilk olarak tespit eden ülke olan Çin’de Türkiye’den farklı olarak salgının sorumluluğu halka atılmamıştır. Çin, sekiz günde bin yataklı hastane yapmış; milyonlarca test ve maskeyi çok kısa zamanda üretip bunları halkına yaygın olarak uygulamış ve dağıtmış; ülke çapında çok iyi işleyen bir takip sistemi kurarak hastalarla temas edenleri tek tek saptayıp onları etkin şekilde toplumdan yalıtmayı başarmıştır.
Çin’de bu uygulamalar genel olarak ekonomideki kamu mülkiyetinin ağırlığı ile de desteklenmiştir. Kamu sektörünün ve kamu bankalarının Çin ekonomisindeki ağırlığı, Türkiye’deki gibi en az maliyetle ve önlemle en çok kârı elde etmeye yönelen, her koyunun kendi bacağından asıldığı anarşik piyasa hakimiyetinden farklı olarak salgına karşı mücadele ile ekonominin daha uyumlu olmasını sağlamıştır. Böylece toplumun başka alanlarında olduğu gibi sağlıkta da merkezî düzeyde planlamanın, kişi ve/veya kuruluşların tek tek kendi çıkarları doğrultusunda vereceği kararlardan çok daha etkili olduğu kanıtlanmıştır. Ne yazık ki sağlık bakanının dahi bir özel hastane patronu olduğu Türkiye, salgınla mücadeleyi kâr-zarar hesabının başat olduğu bir anlayışla yürütmüş ve böylece bugün yaşadığımız felaket tablosuna gelinmiştir.
Derhal yaygın ve düzenli test! Salgına karşı planlı bir seferberlik!
Hükümet derhal sağlık acil durumu ilan etmeli ve sürece etkin olarak müdahil olmalıdır. Mevcutta eksikliği duyulan her türlü malzemenin (solunum cihazı, test kiti, kişisel koruyucu donanım vb.) kamulaştırmalar yoluyla planlı olarak üretimi derhal başlamalı, virüs tespit edilen işçilere ve çalışan aile bireylerine tam ücretini alacak şekilde izin hakkı tanınmalı, riskli gruplara ve virüs ile maruziyeti fazla olanlara yönelik (65 yaş üstü kişiler, sağlık çalışanları, berberler, AVM çalışanları gibi) yaygın ve düzenli test yapılması sağlanmalıdır. Bu amaçla ülkenin tüm kaynakları hastalığın bertaraf edilmesine yönelik bu uygulamaların karşılanmasına ayrılmalıdır. Ancak bu şekilde virüsü yenmek mümkündür.