Emek ve Özgürlüğün adayı –tam şimdi!
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı hem CHP’nin içini, hem ulusalcı denen siyasi ortamı, hem Alevi toplumunu, hem de sosyalist solun CHP’ye umut bağlamayı meslek haline getirmiş kesimlerini altüst etti, sarsıntıya ve düş kırıklığına uğrattı. Biz Devrimci İşçi Partisi olarak CHP’nin hiçbir adayına herhangi bir biçimde itibar etmeyeceğimiz için ne altüst olduk, ne sarsıntıya, ne de düş kırıklığına uğradık. Tam tersine, CHP’nin bu tavrı bize Türkiye’de ittifakların yeniden düzenlenmesi, yepyeni bir cephenin oluşturulması açısından uzun zamandır ortaya çıkan en önemli fırsatlardan biri gibi göründüğünden bizde bir umut yarattı.
CHP’nin önlenemez sağa kayışı
CHP’nin “çatı adayı” olarak İhsanoğlu’nu seçmiş olması günlerdir tartışılıyor. Oysa bundan çok daha fazla tartışılması gereken bir şey var: CHP, MHP ile resmen ve açıkça bir ittifaka girmiş bulunuyor! Denecektir ki, 1999’da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti bunu zaten gerçekleştirmişti. Doğrudur, CHP geleneğinden gelen bir parti olarak DSP böyle bir ittifaka girmiştir geçmişte. Ama bu, bugünkü ittifakı daha az zararlı ve tehlikeli hale getirmiyor. Hele hele faşizmin dünya ve özellikle Avrupa çapında yeni bir yükseliş eğrisi sergilemekte olduğu bu dönemde: 25 Mayıs’ta düzenlenen Avrupa Parlamentosu seçimlerinden faşist, ırkçı, neofaşist, proto-faşist partilerin ne denli başarılı çıktığı ortadayken, Ukrayna’da Mart ayından bu yana başta olan hükümette, faşistlerin başbakan yardımcılığı dâhil birçok bakanla temsil edildiği ortadayken, kimilerinin “faşist” olarak nitelediği ırkçı ve Hindu köktendincisi bir başbakanın, Narendra Modi’nin, dünyanın en büyük ikinci ülkesinin başına yeni geçmiş olduğu ortadayken, Türkiye’de merkez sol bir partinin faşizmle bu ittifakı büyük bir tehlikedir. Kendisi için değil, toplum da onu izleyebileceği için. Bizim kafayı laikliğe takmış solumuz, bir yandan şu anda var olan rejime “faşizm” yakıştırması yaparken, bir yandan da gerçek faşizmi önemsememek gibi bir başarıyı gösterebilmektedir. CHP içindeki ulusalcı kanadın, CHP dışındaki ulusalcılığın, Alevi toplumunun sözcülerinin, hatta sosyalist soldan bazılarının, Ekmeleddin İhsanoğlu aday olarak lanse edilmeden önce büyük protestolar yaptığını kimse duymadı! Faşizm işte böyle böyle banalleştirilir ve sonra tehlike büyüdüğünde artık çok geç olur!
Bir kez bu dev sorun saptandıktan sonra Ekmeleddin İhsanoğlu’nun sembolü olduğu soruna dönebiliriz. Bu adaylık CHP’nin her geçen gün daha fazla sağa kaymakta olduğunu ve bu düşüşün dipsiz olduğunu bir kez daha göstermiştir. 17 Aralık’ın ardından Kılıçdaroğlu’nun ABD Büyükelçisi Frank Ricciardone ile baş başa görüşmeler yaptıktan sonra kuruluşuna ön ayak olduğu, bizim “Amerikan muhalefeti” olarak andığımız hareket çizgisi derinleşerek devam ediyor!
Neden devam ediyor? O muhalefet, öncelikle CHP ile Fethullah Gülen cemaatini bir araya getiriyordu. Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti iki tarafın görüşmesinin de vesilesi olmuştu. Şimdi İhsanoğlu’nun şahsında bir tür Amerikancı İslam ile ittifak yönelişi perçinleniyor. O zaman sosyalist soldan bazıları, sadece sağcı adayların olduğu yerlerde alternatif aday göstermeye kalkışmıştı. Haydi, aynı şeyi şimdi yapın bakalım! Fethullah Gülen’le, Mustafa Sarıgül’le, MHP ile, ABD Büyükelçisi ile ittifaka kesin bir ret tavrı almayanların şimdi şikâyet etmeye hakkı yoktur!
Neden derinleşerek diyoruz? Çünkü o aşamada Suudi gericiliği daha işin içinde yoktu. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın Rabia çizgisiyle Mısır’daki darbeye verdiği destek dolayısıyla ters düşmüş olan Suudi Kralı da işin içine giriyor! Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet gazetesi Ankara Bürosu temsilcisi Utku Çakırözer ile görüşmesinde İhsanoğlu’nu savunuyor. Çakırözer’in röportajda attığı ara başlıklardan biri, “Obama’dan Suud Kralı’na kadar herkesle iyi”! İyi mi! Şu dünyanın en gerici rejimlerinden biri olan, Arap devriminin karşısında duran en önemli güç olan Suudi Arabistan’dan söz ediyoruz. Sağa kayışın gerçekten sonu yok!
Bir de İhsanoğlu’nu Kılıçdaroğlu’nun kulağına Abdullah Gül’ün fısıldadığını belirtenler var. “Gül suyuna batırılmış” muhalefet devam ediyor olur o zaman!
Öte yandan, MHP ile kurulan ittifakın “dört temel ayağı” meselesi var. CHP Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray açıklıyor bu ayakları: “laiklik, üniter devlet, ulusal ve manevi değerler”. Laikliği ayırın, gerisi MHP’nin programıyla aynı! Onun “milli ve manevi değerler” dediği şeye “ulusal ve manevi değerler” denince içerik değişmiyor! Bakın ülkenin birliği bile değil, illa “üniter devlet”! Kürtleri Erdoğan’a doğru itmek için formül arıyor herhalde ittifak! Bir de soralım. Bu “ulusal ve manevi değerler” denen şey, illa padişahların, sadrazamların, şeyhülislamların savunduğu değerler mi olmak zorunda? Hallacı Mansur, Yunus Emre, Şeyh Bedreddin veya Pir Sultan Abdal’dan Aşık Veysel ve Aşık İhsani’ye, oradan Nâzım’a, Yaşar Kemal’e, Yılmaz Güney’e ve ötekilere, bu topraklarda yaşamış, erkeğiyle kadınıyla Anadolu ve Trakya halklarının gönlünü kazanmış düşünürlere, kültür ve kavga insanlarına bakıp da belirleyebilir miyiz “ulusal ve manevi değerler”imizi? MHP yolundan mı tanımlayacağız bunları? Öyle değilse nasıl ittifakın “dört temel ayağı” olacak bunlar? Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Nâzım’ı Arapça’da tanıtan çevirmen olarak propagandasını yapıyorsunuz. Bahçeli de Nâzım’ı, Yaşar Kemal’i, Yılmaz Güney’i benimsemiş midir yoksa!
76 milyonun cumhurbaşkanı
Kılıçdaroğlu ve arkadaşları Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını savunmak için bir de şunu söylüyorlar: aday CHP’nin yönetimine değil, cumhurbaşkanlığına adaydır. Öyleyse, deniyor, 76 milyonu birden temsil edebilecek, hepsinin içine sinebilecek bir aday gerekir.
Biz bu fikre tamamen karşıyız! Ulusalcılar, İhsanoğlu’nun İslam’ı politikleştirmesinden rahatsız oluyorlar. Yoksa CHP içindeki ulusalcılar da, CHP dışındakiler de İhsanoğlu’nun adı ortaya çıkmadan önce “çatı aday” fikrine gayet güzel destek veriyorlardı. Aday, 25 Mart seçimlerinden önce bir televizyon görüşmesinde “ben hâlâ ülkücüyüm” diyen Mansur Yavaş olsa, hiçbir itirazları olacağını sanmıyoruz. Doğu Perinçek İhsanoğlu’nun adaylığı sonrasında ortamın “Kahramanmaraş’lar, Madımak’lar” için uygun hale geldiğini söylüyor. Maraş’ı İslamcılar mı yaptı? MHP ve MİT düzenledi o büyük katliamı! Sivas Madımak’ı sadece İslamcılar mı yaptı? Kontrgerillanın (derin devletin) ve faşist BBP’lilerin rolü yok muydu?
Biz ulusalcılardan farklı olarak “76 milyonun cumhurbaşkanı” kavramının sahte, içi boş, gerici bir kavram olduğunu söylüyoruz. Kılıçdaroğlu, bununla şunu söylemiş oluyor. Cumhurbaşkanı ulusun birliğini temsil eder, o yüzden herkesi kavrayabilmelidir. Biz Soma madencisi ile Soma Madencilik şirketinin sahiplerinin aynı kişide temsil edilebileceğine inanmıyoruz. Aralarında ölümün soğukluğu var! Biz Berkin Elvan ve Kürt Berkin’i İbrahim Aras ile Tayyip Erdoğan’ın polisinin aynı kişide temsil edilebileceğine inanmıyoruz! Aralarında kan var! Sömürülen, ezilen, horlanan çoğunlukla, sömüren, ezen, horlayan azınlığın, cumhurbaşkanının sembolik varlığında bile birleşmesini talep etmek gericiliktir, sınıf gerçeğini ve ezen-ezilen karşıtlığını gizlemeye yöneliktir.
Biz Erdoğan’ın karşısına, Soma’da ilk kez bütün toplumun görebileceği kadar berrak biçimde ortaya çıkan işçi sınıfı düşmanlığına karşı duran bir aday çıkması gerektiğine inanıyoruz. Biz Erdoğan’ın karşısına, Roboski’de ve Paris’te katledilen Kürdün hesabını soracak bir aday çıkması gerektiğine inanıyoruz. Biz Erdoğan’ın karşısına isyan şehitleri Ethem’in, Ali İsmail’in, Abdullah’ın, Mehmet’in, Ahmet’in, Berkin’in, Hasan’ın, Uğur Kurt’un ve bugüne kadar katledilen bütün Alevilerin adına konuşabilecek bir aday çıkması gerektiğine inanıyoruz. Biz kadınların, LGBT’nin, gençlerin adayının Erdoğan’ın karşısına dikilmesini savunuyoruz. Biz günahlarını görkemli villalarının yüksek duvarları ardına saklamaya çalışan “ak Türkler”in karşısında Sünni Müslüman işçilerin mücadelesini temsil edecek bir aday istiyoruz.
Herkesin cumhurbaşkanı, hiç kimsenin cumhurbaşkanıdır. Daha doğrusu ABD’nin, Koç’un, Sabancı’nın, Ülker’in cumhurbaşkanıdır.
Haydi HDP, yap satranç hamlesini!
Devrimci İşçi Partisi geleneği, önce PGBS, sonra İşçi Mücadelesi, sonra partinin kendisi, 1993 Sivas katliamı ve 1994 yerel seçimlerinden bu yana TÜSİAD burjuvazisinin yönettiği kamp ile İslamcı kamp dışında bir Üçüncü Cephe’nin, bir Emek ve Özgürlük Cephesi’nin kurulmasını savunuyor. Bugün HDK-HDP doğrultusunda cisimleşen ittifak politikasının ilk savunucusu bu gelenek oldu. Ama bir farkla: Kürt hareketinin siyasi yönelişinin ve programatik ilkelerinin tek başına damga vurduğu bir yaklaşıma biz karşı çıktık, HDK-HDP çizgisi ise (bugün EMEP’in gecikmeli biçimde fark ettiği gibi!) bir bütün olarak alındığında benimsedi. Bugün bu yüzden HDK veya HDP içinde değiliz.
Ama günümüzde bir olanak doğmuştur. CHP ağır bir hata yaptı. AKP’nin tabanına ulaşmak için seçtiği sağcı adayı erken açıkladı. HDP ise sosyalist solla, bu arada Devrimci İşçi Partisi ile de yaptığı danışma turlarında henüz kesin kararını vermediğini ortaya koymuş bulunuyor. CHP’nin bu hatasını değerlendirin hevaller ve yoldaşlar!
Aleviler tepkili. Sosyalistler şaşkın. Sendikacılar CHP’nin adayını savunabilecek durumda değil. Kadınlar, LGBT ve gençler huzursuz. CHP’nin dışında, daha solda önemli bir güçler bileşiminin toplanmasını olanaklı kılabilecek bir ortam doğmuş durumda. CHP içinden bir dizi güç ve partinin bir dizi il ve ilçe teşkilatı bile seçim sürecinde el altından HDP’nin adayına destek verebilir.
Haydi, doğru adayı belirleyin. Kürtlerin kendi adayı iyi bir aday olabilir. Ama Kürt hareketinin başka toplum kesimleriyle ittifaka girmesini sağlayamayabilir. Doğru aday soldan bir emekçidir. Alevi ya da Kürt olmadığı halde, hem Alevilere hem Kürtlere güven verecek bir adaydır. Doğru aday TÜSİAD-TUSKON kampı ile MÜSİAD kampı karşısında emeğin ve özgürlüğün sesini temsil edecek adaydır.
Bu, 76 milyonun adayı değildir. 75 olabilir. Yüzde 99’un adayı olacaktır çünkü. Ama 76 milyonun değil! Koç’un değil. İlker Başbuğ’un değil. Mehmet Ağar’ın değil. Bahçeli’nin değil. Tayyip Erdoğan’ın da değil.
Emek ve özgürlüğün adayı!