Denktaş:Türk kontrgerillasının ve Britanya emperyalizminin Kıbrıs’taki baştemsilcisi!
(Enternasyonal Dayanışma - Kıbrıs) Denktaş, 12’ye 5 Kala kitabında şöyle der: “Körü körüne İngiliz dostluğu güttük”. Bu sözün hakkını vermiş bir ömür yaşamıştır Denktaş! Ölümü ile basında, “bir tarih göçtü” popülizmi yapıladursun, o “tarih” neyi anlatır?
TC’nin Kıbrıs ile süren sömürgeci ilişkisinin gelişimine bakacak olursak üç ana döneme indirgeyebiliriz. “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu yoktur” siyaseti İnönü’den Menderes’e uzanan bir devlet politikasıydı. Arkasındaki sebep ise TC’nin Batı emperyalizmi ile olan vazgeçilmez işbirliğiydi: ‘Kıbrıs sorunu yoktur, çünkü Kıbrıs Britanya’ya aittir.’ Bu, TC’nin ilk Kıbrıs siyasetidir. Bu siyaseti, Kıbrıs’ın bağımsız olması riski karşısında Türkiye ve Yunanistan arasında pay edilmesinin savunulduğu ikinci dönem takip eder. Ki bu siyaset de Britanya’nın baskıları sonucu TC’nin dış politikasının parçası olmuştur. Bu baskılar Denktaş’ın sözleri ile “Türkiye’nin Kıbrıs sorununa angaje edilmesi”dir. Bu “angaje edilme” süreci Türkiye’de 6-7 Eylül olaylarına karşılık gelirken, Kıbrıs’ta Cami bombalama ve 27-28 Ocak olayları gibi provokasyonların Denktaş liderliğince örgütlenmesi ile TC’nin bir Kıbrıs sorunu olmuştur. TC’nin Taksim Siyaseti’nden sonra uluslararası konjonktür vesilesi ile mecbur kaldığı üçüncü dönem ise “Federasyon diyerek Konfederasyonu savunma” dönemidir, yani “çözümsüzlük günleri”, Denktaş’ın hanedanlığı…
Türkiye’nin Taksim politikasını savunması ve çözümsüzlüğü sürdürmesinde kullandığı baş aktör Denktaş’tır. Bu Denktaş diktatoryası 1958’de, bugün “Ergenekon” dedikleri, ama asıl adı “Kontrgerilla” ya da “Özel Harp Dairesi” ile başlamış, bugün ise “milli yas” ile sürmektedir…
Denktaş: Britanya emperyalizminin memuru!
Denktaş, 12’ye 5 Kala kitabında şöyle der: “Körü körüne İngiliz dostluğu güttük”. Bu sözün hakkını vermiş bir ömür yaşamıştır Denktaş! Ölümü ile basında, “bir tarih göçtü” popülizmi yapıladursun, o “tarih” neyi anlatır?
Britanya sömürgeciliğinin klasik yöntemlerinden olan “böl-yönet” politikası Denktaş’ın siyaset sahnesine çıkarılmasıyla hayat bulur. Kıbrıs’ta alışılagelmiş sol tarih anlatımında şu sözler vardır: “Rumlar İngiliz’e karşı ayaklanırken, Türkler polis yazıldılar, bütün kavga böyle başladı.” Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun Ekim 1957’ye kadar başında bulunan Faiz Kaymak, Britanya emperyalizmi ile uzlaşamayarak görevinden ayrılır. Faiz Kaymak, görevinden ayrılmadan önce Türklerin Rumlara karşı polis yazdırılması siyasetine karşı çıkar ve uyarır; bu durumun bir Filistin-İsrail çatışmasına dönüşeceğini sömürgecilere iletir. Faiz Kaymak’ın yerine getirilen ise sömürgecilerle hemfikir olan Denktaş’tır.
British Council bursu ile Britanya’da hukuk okuyan, Dr. Küçük’ün hukuk danışmanlığını ve sömürge savcılığı görevlerini yürüten Denktaş, Britanya emperyalizminin gerek 6-7 Eylül 1955 olayları ile Kıbrıs sorununa angaje etmeye çalıştığı Türkiye’yi yeni provokasyon ve çatışmalarla Kıbrıs sorununa taraf haline getirecekti. Denktaş’ın ‘başarısı’, Türkiye’ye bir Kıbrıs sorunu ‘armağan etmek’ ve bu sorunu daha da çatışmalı bir seyre sokmaktı!
27-28 Ocak olayları, Bayraktar ve Ömerge camilerinin bombalanması ve Türk Haberler Bürosu’nun bombalanması Denktaş’ın İngiliz emperyalizminin sıkıştığı anlarda imdadına yetiştiği ‘taç kolonisi memuriyetine’ yakışır hizmetleridir. Tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var: “körü körüne İngiliz dostluğu güttük” ve “Bana bir anti-British Kıbrıslı Türk gösteremezsiniz” diyen sömürgeci hayranı ‘asılacaksan İngiliz ipiyle asıl’ diyen bir bilincin askeriydi Denktaş.
Denktaş’ın icatları: “Türk’ten Türk’e Kampanyası!” ya da burjuvaziyi palazlandırmak!
“Bugüne kadarki tarihin tamamı sınıf mücadelelerinin tarihi olmuştur.” diye başlıyordu Marx ve Engels Komünist Manifesto’ya. Bu tarih Kıbrıs’ta da sınıf mücadeleleri ile kurulmuştur. “Vatandaş Türkçe Konuş” ve “Türk’ten Türk’e” kampanyaları ile başlayan, söylenen her ‘yabancı’ sözcük için ceza ödenen ve sadece Türk tüccarlardan alışveriş yapılabilen bir Kıbrıs’ı icat etmiştir Denktaş. Bir yanı kültürel bir yanı ekonomik olan bu hegemonya bir getto toplumu yaratmak içindi. Bugün söylenen, “Cemaatten halk yarattı, devlet kurdu” popülizminin ardında yatan hakikat şudur ki, 58’den itibaren Kıbrıslı Türklerin içerisinde hiçbir demokratik öğe kalmayana kadar terör faaliyetleriyle bir “halk” kuruldu Denktaş tarafından: Zorla, baskıyla, cinayetle, provokasyonla… Camileri bombalayarak, basın bürolarına bomba atarak, ne kadar kendinden olmayan varsa öldürerek… Bu kültürel ve ekonomik hegemonya sırf bir ‘milli’ burjuvazi kurup, ona da sömürebileceği bir ‘halk’ vermek içindi. Yaşamı boyunca, o ‘milli’ burjuvaziyi, ‘milli’ kimliğin, yani –onun sözleriyle- ‘ayrı cemaat’ olmanın bir zorunluluğu olarak gördü Denktaş. “Kıbrıslı” kelimesi Denktaş için bir kabustu: “ ’Kıbrıslı’ mefhumu milli şuuru söndürebilecek en müessir bir mikroptur” diye yazıyordu 1960’ta. Kıbrıslı ve Kıbrıslılık konusunda Britanya emperyalizmi ile hep hemfikir oldu. Emperyalizm için Kıbrıslıları coğrafi bir temelde birleştiren ‘Kıbrıslılık’ ne kadar tehlikeliyse, Denktaş için de bir o kadar kabus oldu. 2000’lere geldiğinde bir o kadar daha küstahlaşarak “Tek Kıbrıslı’nın Karpaz Eşekleri olduğunu” söyleyebiliyordu. Tabii daha sonra 80 bin civarında kişinin toplandığı meydandaki insanlara “sinek” de diyecekti. “Ayrı cemaat” olmak için her şeyi yaptı: Önce futbol ligini, sonra işçi sendikasını, daha sonra belediyeleri ve hükümeti, en sonunda da adayı böldü!
Şiddetin ekonomi politik yönü o kadar görünüdür ki, yazının sonunda karşınıza çıkacak olan siyasi cinayetlerin, özellikle 1958’in Kıbrıslı işçilerce ortak kutlanan 1 Mayıs’ından sonraya tekabül etmesi tesadüf değildir. Burjuvazinin varlığını öne çıkarmak o kadar can alıcı bir hale dönüşmüştür ki –resmi tarihin “Rumlar bizi cumhuriyet’ten attı” söylemini yine resmi tarihin belgeleriyle çürütecek olursak- Dr. Küçük’ün İnönü’ye yazdığı mesajda dediği gibi: “Bilindiği gibi memurlarımız, kendilerine verilen direktife uyarak, emeklilik hakları dahil maaş, tahsisat ve diğer ücretlerini, feda etmiş ve meslekten ihraç durumuna kendilerini bilatereddüt sokmuşlardır…” Kısacası, memurlar (ki içlerinde bakanlar da var) feda edildiğinde, mevzubahis burjuvazinin geleceğidir.
1974 işgali gerçekleştikten sonra ardı ardına açıklamalarda bulunan dönemin TÜSİAD yönetimi “Sıra ekonomik çıkartmada” diyordu. 1974 sonrası Kıbrıs, dev bir “ilkel birikim” olanağıydı. Türkiye’de İslamcı burjuvazi iktidara gelene kadar, “ekonomik çıkartma” hazırlıkları yapan TÜSİAD bile Denktaş kliğinin sürdürdüğü yağmaya müdahale edemedi. (Bu konuda Kıbrıs’ta çıkardığımız Sınıf Bilinci dergisinin 2. sayısındaki yazımıza bakılabilir.)
Kıbrıs’ın 12 Eylül’ü: KKTC!
Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler kitabında, Ecevit’in ağzından Denktaş hakkında şu mealde bir aktarma yapar: “74’te Ecevit’in yanındakiler Denktaş için ‘tekin değil, değiştirmek gerek’ derler, Ecevit ise, ‘Köprü geçerken vasıta değiştirilmez, hele bir köprüyü geçelim icabına bakarız’ şeklinde cevap verir.” 74 işgali Türkiye’de hükümet krizlerine sebep olduğundan bir türlü ‘vasıta’ değişmez ve 12 Eylül gelir… 12 Eylül’ün yarattığı ortam da tam Denktaş içindir. 1983’te kararını verir, milletvekillerini saraya kapatır ve bütün telefonları yurtdışına kapatır. Ola ki birileri yurt dışına haber ulaştırır da Denktaş’ın çılgın projesi KKTC ilan edilemez… Solcu milletvekillerini de KKTC’ye ‘hayır’ dedikleri takdirde siyasi hayatlarını bitirmekle tehdit ederek, birkaç milletvekili dışında herkesten onay alır. KKTC mührünü kullanarak da Kıbrıslı Türklerin üretim ile olan bütün ilişkilerini keserek, Özal’cı tüketim toplumunu kurmuştur… “Bir cemaatten devlet yarattı” safsatası, o kadar açıktır ki; gerek 74 öncesinde kurduğu tedhiş rejimi ile ilk gettosunu kurarken, KKTC ile de başka başka gettolara ‘devlet adamlığı’ yapmıştır.
Denktaş: Kıbrıs’taki Bütün Siyasi Cinayetlerin ve Provokasyonların Sorumlusu! 27-28 Ocak 1958: ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ sloganı ile Lefkoşa ve Mağusa’da çıkarılan olaylarda 70 kişi yaralanmıştır; olaylar ile ilgili Denktaş’ın yorumu şudur: “Bu ölüler bize lazımdır, dünyaya sesimizi bu ölülerle duyuracağız!” 22 Mayıs 1958: PEO (Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu) Türk Şube’si başkanı Ahmet Sadi’nin kurşunlanması. Yaralı kurtulan Ahmet Sadi Londra’ya göç eder. 24 Mayıs 1958: Sadece 14 hafta yayımlanabilen işçi gazetesi İnkılapçı’nın sahibi ve yazı işleri müdürü Fazıl Önder’in katledilmesi. 29 Mayıs 1958: Ahmet Yahya’nın öldürülmesi. 5 Haziran 1958: İnşaat işçileri Sendikası yönetim kurulu üyelerinden Hasan Ali’ye silahlı saldırı. 7 Haziran 1958: Lefkoşa’daki Türk Haberler Bürosu’nun halkı galeyana getirmek için bombalanması! İşin ilginci bu provokasyonun Türkiye’de 8 Haziran’da yapılacak olan Kıbrıs Mitingi’nden bir gün önceye denk gelmesi! 30 Haziran 1958: Türklerle Rumların bir arada yaşayabileceğini söylediği için Leymosunlu berber Ahmet İbrahim kurşunlanarak öldürüldü. 3 Temmuz 1958: Arif Hulusi Barudi bir Rum kuruluşunda çalıştığı için tehdit edilmiş ve kurşunlanmış. 25 Mart 1962: Lefkoşa’daki Bayraktar ve Ömerge Camileri’nin bombalanması! 23 Nisan 1962: Kıbrıs’ta yayınlanan Cumhuriyet gazetesinin iki yazarının, Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’in öldürülmesi! 11 Nisan 1965: Rum-Türk kardeşliğinin sembolü olan sendikacılar Derviş Ali Kavazoğlu ve Mişaulis’in Lefkoşa-Larnaka yolunda bir pusuda öldürülmesi! 6 Temmuz 1996: Gazeteci Kutlu Adalı’nın öldürülmesi! 24 Mayıs 2001: Avrupa gazetesinin matbaasının bombalanması, gazetecilerin tutuklanması ve gazetenin kapatılması! |