Bir eylem “ateşleyicisi”nin işbirlikçi bir “ateş düşürücü” olarak portresi
Hareketin böylesine yayılmasında en önemli momentlerden biri, hiç kuşkusuz BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in son derece cesur bir şekilde, etkileyici bir eylemle ve yaralanma pahasına iki gün boyunca iş makinelerinin önüne geçerek yıkımı durdurması oldu. Bu aynı zamanda Türkiye toplumsal mücadeleler tarihinde bireyin rolüne ilişkin parlak bir örnektir. Hayata ve olgulara tarihsel ve diyalektik materyalizm süzgecinden bakan devrimci Marksistler bu rolü ancak “devrimci öncü”, “devrimci önderliğin” misyonu ve etkisi bağlamında değerlendirir. Önder’in bu eylemdeki, o momentteki, bu korkusuz ve atak “devrimci öncü” eylemi onu söz konusu olayların ateşleyicisi olarak tarihe yazmıştır. Ama bu onurlu rol, ne kendisini -ne yazık ki- bir tür “metamorfoz”dan kurtarabilmiş, ne de bizi –hiç gönüllü olmadığımız halde-onu eleştirme hakkından yoksun bırakmıştır.
“Bilmeden yapılan hata yanlışlıktır,
bilerek yapılan hata ise ihanettir.”
Bertolt Brecht
Türkiye 9 gündür tarihinde görülmemiş bileşimde ve ölçekte bir halk hareketi yaşıyor. 28 Mayıs’ta Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmesi üzerine başlayan protestolarla çıkan kıvılcım 78 ile ve bazı yerlerde ilçelere varana kadar yayılarak bir ateş topuna dönüşmüş durumda. Bu hareket bütün tepkilerle birlikte, özellikle polisin ve bazı yerlerde askerin kullandığı insanlık dışı şiddetin de doğurduğu tepki ile katlanarak bambaşka bir mecraya girdi. Antakya’da ve Ankara’da iki genç polis şiddetiyle öldürüldü, gaz bombaları, plastik mermiler, çivili sopalarla, coplarla yapılan saldırıların sonucu binlerce yaralı var. Buna rağmen Rize’nin ilçelerine varana dek her yer barikat, her yer ateş hattı.
Hareketin böylesine yayılmasında en önemli momentlerden biri, hiç kuşkusuz BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in son derece cesur bir şekilde, etkileyici bir eylemle ve yaralanma pahasına iki gün boyunca iş makinelerinin önüne geçerek yıkımı durdurması oldu. Bu aynı zamanda Türkiye toplumsal mücadeleler tarihinde bireyin rolüne ilişkin parlak bir örnektir. Hayata ve olgulara tarihsel ve diyalektik materyalizm süzgecinden bakan devrimci Marksistler bu rolü ancak “devrimci öncü”, “devrimci önderliğin” misyonu ve etkisi bağlamında değerlendirir. Önder’in bu eylemdeki, o momentteki, bu korkusuz ve atak “devrimci öncü” eylemi onu söz konusu olayların ateşleyicisi olarak tarihe yazmıştır. Ama bu onurlu rol, ne kendisini -ne yazık ki- bir tür “metamorfoz”dan kurtarabilmiş, ne de bizi –hiç gönüllü olmadığımız halde-onu eleştirme hakkından yoksun bırakmıştır.
Bu yazının konusu eylemlerin gelişimine, bileşenlerinin sosyal karakterine, içinde taşıdığı özellikle ulusalcıların yükseltmeye çalıştığı gerilimlere, ya da bu eylemler sınıf hareketine dönüşürse gerçekleşmesi muhtemel devrim durumlarına ilişkin değerlendirmeler değil. Sadece dün 4 Haziran 2013 günü, yani eylemlerin 8.günü itibarıyla TOMA’sıyla, akrepiyle, panzeriyle, biber gazıyla, gaz bombasıyla, tazyikli suyuyla, eli sopalı sivilleriyle, gözaltılarla olayları bastıramayacağını anlayan burjuvazinin, onun devletinin ve medyasının başlatmış olduğu “ateş düşürme” operasyonunun “bizim” cepheden karşılığını irdelemektir. Başka bir ifadeyle “devrimci öncü”nün hızlı dönüşümü/“metamorfoz”unu masaya yatırmak. Ama önce karşı cephe ne adımlar attı hızlı bir göz atalım.
“İyi polis”ler devrede: Burjuvazinin “ateş düşürme” açılımı!
Eylemlerin bir çığ gibi büyümesi üzerine telaşa ve paniğe kapılan burjuvazi ve yüzbinlerin “Hükümet İstifa” sloganlarını kâbus gibi yaşayan iktidar partisi AKP çok ani bir hareketle “halkla ilişkiler operasyonu”nu başlattı. Ve tabii ki sistemin en parlak sicilli “iyi polis”i “partiler üstü” demokrasi abidesi cumhurbaşkanı Gül 3 Haziran’da sahneye çıktı. Burjuva medyası onun parlatarak dolaşıma soktuğu sadece şu sözlerini tartıştırdı, bunun üzerinden “itidal” çağrısı yaptı: Bu konuşmanın yapıldığı saatlerde Ankara’da Mehmet Ayvalıtaş isimli gencin beyin ölümü gerçekleşiyordu. (Birkaç saat sonra da beden ölümü gerçekleşti)
“Ama demokrasi demek sadece seçim demek de değildir. Seçimlerin dışında da farklı görüşler, farklı durumlar, itirazlar varsa bunların da çeşitli yollarla dile getirilmesinden daha tabi de bir şey olamaz. Barışçı gösteriler de tabi ki bunun bir parçasıdır.(…) Bu anlamda son günlerdeki gelişmeleri bu çerçeve içerisinde görüyorum. Ve şunu da açıklıkla söylemek istiyorum ki, iyi niyetli olarak verilen mesajların da alındığının bilinmesini isterim. İyi niyetli olarak verilen mesajların hepsi alınmıştır.” (Vurgular bana ait.-Ş.R.-)
Bu “mesaj alınmıştır.” sözüne “kötü polis” Erdoğan Fas’tan, basın mensuplarının önünde Gül’le dalga geçercesine kinayeli bir yanıt verdi. Bunu geçelim. Aynı şahsiyet Gül, bakın aynı konuşmanın devamında ne diyor: “Bunların muhakkak ki günü geldiğinde gereği de yapılacaktır. Zaten bunun işaretini de eminim ki hepiniz görüyorsunuz. Yalnız, bundan sonra artık dikkatli olmak gerektiğine inanıyorum. Hepimizin tecrübeleri şunu göstermektedir ki, maalesef bu tip toplumsal olayların neticesinde illegal örgütler devreye girerler ve onlar esir alırlar ve çok yanlışlara sokarlar. Buna hiç müsaade etmemek gerekir. Şunu da unutmayalım ki, bir ülkenin imajını yapmak kolay değildir. Hepimiz hep beraber Türkiye olarak 10 yıl içerisinde didindik, uğraştık ve Türk ekonomisini, Türkiye'nin imajını içeride ve dışarıda çok üst noktalara taşıdık. Bunun zedelenmesi hiç kimseye fayda getirmez. Hepimize zarar verir. Ülke hepimizindir ve ülkemize sahip çıkmamız gerekir.” (Vurgular bana ait.-Ş.R.)
Neymiş? İllegal örgütler varmış! Neymiş, “Hepimizin Büyük Türkiye’si” için susup yerimizde oturmalıymışız! Bu Türk-İslam sentezi kokan, anti-komünist burjuva söylemini biz çok iyi biliyoruz Gül Efendi! Bu laflara karnımız tok!
Hemen ardından, ertesi gün 4 Haziran’da ise şefkat timsali, gözü her daim yaşlı, “yardımcı erkek oyuncu” iyi polis Arınç devreye girdi. Burjuva medyası bu kez de onun şu sözlerini “özür diledi” manşetleriyle parlattı: “Polisimizin gösterinin ilk zamanlarında ortaya koyduğu aşırı tedbir haklı olarak tepki çekmiştir.”
Ama dikkat Arınç da bu sözlerle durmuyor, devamı var, hem de aynı cümle içinde: “Ancak son 5 gündür polisin tavrı son derece hassastır. Polisimiz yasalar çerçevesinde üzerine düşen bir hakkı yerine getirmiş ve bundan sonra da getirecektir.” Nitekim polis bu çağrıyı duymuş gereğini yerine getirmiş, bütün ülkeyi bu konuşmadan sadece birkaç saat sonra gaz bombalarına boğmuş, plastik mermileri yağdırmıştır! Aynı saatlerde bu kez de Hatay’da bir önceki gece polis şiddetine maruz kalan Abdullah Cömert ölmüştür.
Arınç devam ediyor, bu sefer Gül’le aynı aşağılık söylem: “11 tane illegal örgüt var. Yaralılardan bir kısmının örgüt mensubu olduğu söyleniyor ama isim vermenin doğru olmadığına inanıyorum. Önemli olan bunlar değil, önemli olan bunların sokakta yalnız kalması. Onlar şiddetten elini çektiği zaman bu iş bir saatte bitecek bir iştir.” (Vurgular bana ait.-Ş.R.-)
“Sırrı Önder Arkadaş” Devrede!
Arınç aynı konuşmanın devamında eylemleri “olumlayan” bir bağlamda son derece bilinçli seçilmiş bir ifadeyle “Sırrı Önder arkadaşımızın içinde olduğunu biliyorum.” cümlesini sarf etmiştir.(http://realtime.wsj.com/turkey/2013/06/04/bulent-arinc-asiri-siddet-icin-ozur-diliyorum/) Dikkat “arkadaş”! Hayatın diyalektiği, tarihin ironisi bu kez çok hızlı işlemiş, işte bu ifadeden “feyiz alan” Önder müthiş bir süratle devreye girmiş, henüz 2012 Ekim’inde: “Şu dile bak... Niye lan sen kimsin ki? Sen neyi affediyon? Kimi affediyon? Zillullahı fil alem misin sen? Bu dilden bir tek barış sadır olmaz. İnsaf dinin yarısıdır, vicdan dinin yarısıdır. Eşitlik dinin hepsidir. Göz hizasından konuşmuyor. Bir köşkte oturuyor özür dilerse affedecek. Yok yav, babanın azabıydı sanki...” (http://www.focushaber.com/sirri-sureyya-onder-den-arinc-a-lan-sen-kimsin--h-179603.html) sözleriyle haklı olarak cephe aldığı Arınç’tan randevu talep etmiştir. Arınç da derhal birkaç saat içinde randevu vermiş, kravatını takıp randevuya giden Önder’in “bizim cephe”nin ateş düşürücüsü misyonu başlamıştır!
Önder’in büyük olasılıkla “barış süreci” “anlaşma”larından dolayı yaşadığı “metamorfoz” bağlamında çok daha önem kazanan bir hatırlatmayı da not düşelim. Arınç sadece bir ay önce 9 Mayıs’ta çekilme sürecine ilişkin şu sözleri sarf etmiştir: “Yine güvenlik güçlerimiz işlerinin, görevlerinin başında. Yine eylem yapmaya kalkarlarsa, önce önlemeyi sonra da hesabını sormayı kendilerine vazife biliyorlar. 'Niçin eylem yapmıyorsunuz?' diye onlara kızacak halimiz mi var? 'Niye gidiyorsunuz, daha karpuz kesecektik' deme imkanımız mı var? Cehennemin dibine gitsinler.” (Vurgular bana ait.-Ş.R.) (http://www.radikal.com.tr/turkiye/arinc_cehennemin_dibine_gitsinler-1132847)
Radikal gazetesi bu görüşme için: “Önder’in görüşmelerde, sokaktaki insanların mesajı konusunda hükümet tarafından yapılan yanlış değerlendirmeleri dile getirerek, ateşin düşmesi için atılması gereken adımlara ilişkin öneriler sunması bekleniyor.” ifadesini kullanmıştır. Önder çıkışta kısa bir açıklama yaparak, “Arınç'a eylemlerin başlangıcında yaşananlara ilişkin bilgi eksikleri olduğunu” söylediğini açıklamış başka da bir şey söylememiştir.
“Bilgi eksiği” varmış! Arınç o görüşme yapıldığı anda, o çocuklar polis tarafından öldürüldüğü sırada “başbakan vekili”dir. Yani bir gün önce sadece ilk gün için dilediği göstermelik özürden sonra daha da artan polis şiddetinin emrini veren içişleri bakanının amiridir. Neyin bilgisi eksikmiş? Aynı Arınç sadece bir gün sonra bir basın açıklamasında yüzsüzlüğün doruklarında, orantısız şiddet eleştirileri konusunda “Polis meşru müdafaa yapıyor.” sözlerini sarf etmiştir. “Arınç’ın “illegal örgüt mensubu ” diyerek hedef gösterdiği kitle Sırrı Süreyya’yı milletvekili yapan devrimcilerdir, her fırsatta yoldaşı olmakla övündüğü sosyalistlerdir, hatta partilerinin kararına rağmen eylemlere katılan Kürtlerdir! Önder, Arınç’ın ne kadar deneyimli bir burjuva politikacısı, gerektiğinde ağlayarak, gerektiğinde şiirler okuyarak “iyi polis” rolünü mükemmel bir biçimde oynayan ikiyüzlü bir aktör, ama her halükârda partisi AKP’yi ve temsilcisi olduğu aşağılık sermaye sınıfının çıkarlarını savunan ve savunmaya devam edecek olan bir figür olduğunu bilemeyecek kadar saf mıdır? Hayır!
Önder asıl saikini bu görüşmeden çıkıp (görüşme saati 14:00), -nasıl bir telaşsa- dakikalarla yetiştiği yine kendisinin talebi üzerine randevu veren cumhurbaşkanı Gül ile yaptığı görüşmeden (görüşme saati 16:30) sonra ele vermiştir. Şöyle inciler sıralamıştır Önder: “Sayın Cumhurbaşkanına konuyla ilgili bilgileri aktardım. Bu süreç hukuk ihlaline en demokratik karşı çıkıştır. (…) Bence polis bütün eğitimini yapılanmasını gözden geçirmek durumundadır. Polisler bu işi şahsi meselesi, oradaki insanları da şahsi düşmanı olarak görmektedir. Bu olmaz. Demokratik süreçler zamanında devreye girmemiştir ama artık devlet ve hükümet nezdinde devreye girdiği görülmektedir. Bu konuda kolektif bir akla ihtiyaç var. Meseleyi tüm yönleriyle anlamaya çalışmak gerekmektedir. Bülent Arınç, polis tarafından zehirli güç kullanımına dair adli ve idari soruşturma başlattıklarını söyledi. İç işleri Bakanı ise mülkiye müfettişlerini görevlendirdiğini söyledi. Bu olumlu bir gelişme.” (Vurgular bana ait.-Ş.R.-) (http://www.haberturk.com/gundem/haber/849929-sirri-sureyya-onder-umudum-var)
Bu sözlerin neresinden tutmalı, hangisine cevap vermeli bilmem ki? Karşımızda entelektüel bir sanatçı, işkence tezgâhlarından, cezaevlerinden geçmiş bir sosyalist yok da, iyi niyetli, devletinden umutlu olan saf bir vatandaş var sanki! Yapma Önder, senin pek sevdiğin deyimle söyleyelim: “Yemezler gözüm”.
Önder zavallı bilgi yoksunu Gül’ü bilgilendirmişmiş! Sanki Gül olaylardan bihaber, en tepesinde bulunduğu devlet aygıtını tanımıyor, sanki Türkiye’nin her yerinde eylem içinde dahi kitleyi taciz eden, provokasyon çıkaran sivil polisin, istihbaratçıların bilgisi kendisine ulaşmıyor! “Polis bütün eğitimini yapılanmasını gözden geçirmek durumunda” imiş. Sanki polis sadece fevri davranışıyla, psikolojik faktörlerle saldırıyor, öldürüyor. Kusura bakmasın ama bu tespit, her olumsuzluğa “eğitim şart” diye açıklama yapan sığ siyasi bakış açısının kötü bir kopyasıdır. “Polise eğitim şart!”
Önder, burjuva medyasının pazarlama harikası Gül’ün “partiler üstü demokrat insan” kimliği senaryosuna pek inanmışa benziyor. Yukarıdaki, “Maalesef bu tip toplumsal olayların neticesinde illegal örgütler devreye girerler ve onlar esir alırlar ve çok yanlışlara sokarlar.”alıntılarını boşuna yapmadık. Önder dönsün Gül’ün –geçmişteki işçi sınıfı düşmanı, Kürt düşmanı, devrimci düşmanı söylemleri bir yana- sadece bu süreçte yaptığı düzen bekçisi açıklamalarını bir zahmet bir daha okusun. Ama biz, çok zeki ve çok iyi hafıza sahibi bir insan olan Önder’in bütün bunları çok iyi bildiğini çok iyi biliyoruz. Ama amacı başkadır. Amacı başka bir mecraya dönüşme eğilimi taşıyan bu halk hareketinin “ateşini düşürmek”tir. Ne hayat! “Eylem ateşleyiciliği”nden, “eylem ateş düşürücülüğüne”! Ama hakkını yemeyelim Önder iyi senarist olduğu kadar, Arınç’tan da, Gül’den de çok daha iyi bir oyuncu!
Bu arada çok önemli bir ayrıntı: 7 gün boyunca moda deyimle “dilsiz şeytan” kesilen, bir dakika dahi doğru haber yapmayan sermaye medyası, bilhassa “yandaş” medya bu iki görüşmeyi de “Eylemcilerin önderi Sırrı Süreyya Önder Arınç’la Görüştü” “Gül’le Görüştü” flaş haberleriyle dakikası dakikasına veriyor, özellikle Gül’le görüşme sonrası Önder’in açıklamasının tamamını kesintisiz yayınlıyordu. Mesaj Açık: “Önderiniz ‘şölen yapın’ diyor siz hâlâ neyin peşindesiniz çapulcular?”
Acı Son: burjuvaziye akıl hocalığı ve işbirlikçilik!
Kavramlar çok ağır değil mi? Ne yazık ki öyle! Yapılanlar, söylenenler de çok ağır, hatta utanç verici de ondan! Buraya bir şerh düşelim. Sorun Önder’in tek başına ne Arınç’la, ne de Gül’le görüşmesi değildir. Bir sosyalist, bir devrimci, bir eylem önderi gerektiğinde “diplomatik misyon” çerçevesinde burjuvazinin, hatta gerekirse emperyalizmin temsilcileri ile dahi görüşebilir. Esas olan bu görüşmelerin zamanlaması, biçimi ve bu görüşmelerde söylenenler, yapılanlardır.
Önder bu görüşmeyi ne zaman yapmıştır? Eylemcilerin iki şehidi toprağa düştüğü, binlercesi yaralı halde savaştığı gün! Polis şiddetinin tavan yaptığı anlarda! Henüz eylemcilerin bir tek talebine, kabul edilmeyi bırakın yanıt dahi verilmemişken!
Nasıl yapmıştır? Somut bir kazanım, eylemcilerin çağrısı ya da koşulların zorlaması üzerine mi? -Hadi bir an için onu da hoş görelim- onların talebi üzerine mi? Hayır bizzat kendisinin randevu talebiyle! Yine ağır olacak ama “Kraldan çok kralcılık” lafı işte tam da bu durumu anlatmıyor mu?
Neler söylemiştir? Eylemcileri bütünüyle silahsız bırakan, eylemlerin meşruiyetini tehlikeye atan, taleplerin ilerleme seyrini keserek burjuva demokrasisi kalıbına yerleştiren, sistemin bu aşamadaki temsilcisi iktidarı ve onun sözcülerini olumlayan, dolayısıyla sistemin nefeslenmesini sağlayan sözler!
Görelim. Önder hızını alamıyor devam ediyor: “Bu olay Türkiye'nin demokratik tarihine geçecektir. Bu olay hem hükümetin bakışını değiştirecek hem de basının kendisine ders çıkarmasını sağlayacak derinlikli bir olaydır. Halkın denetleme refleksi gelişti. Demokratik süreçler devreye girdi. Sivil toplumun kararları devreye girdi. Bundan sonrası şölene dönüşmelidir. Yaratılan durum bu ülkede herkesin düşünce tarihinde önemli bir mihenk taşıdır. Bundan sonrasını demokratik mekanizmalarla yürütmek gerekiyor. Ankara başta olmak üzere devletin polisi çekmesi ve insanların kalbini kazanacak adımlar atması lazım. Benim umudum var. Gezi Parkı eylemcilerini kutluyorum. Bundan sonraki süreç, şiddete ve kamusal alanın tahribine yönelik eylemlerle gölgelenmemelidir. İsterim ki bu hafta sonu ülkenin her yerinde şölen havası içinde kutlansın.
Ben olumlu bir izlenim edindim. Bu durum alanlara yansımazsa bunun doğuracağı vebalin altından hiçbirimiz kalkamayız.” (Vurgular bana ait.-Ş.R.-)
Bu olay “hükümetin bakış açısını değiştirecekmiş”! Bize de bir anlatabilir mi Önder, nasıl anlamış bunu? Henüz bu satırların yazılmakta olduğu anlarda dahi halkına savaş açmış bir iktidar edasıyla, müttefiki İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü manzaralarla Türkiye’nin her yerine gaz bombası, plastik mermi yağdırmaya devam eden hükümet mi değiştirecekmiş? Bu hükümet emniyet müdürlerinden (İstanbul, Ankara, Hatay) birini mi görevden almış, valiler, bütün şiddetin başı içişleri bakanı hakkında- görevden almak bir yana- bir tek soruşturma mı başlatmış? Önder bu durumlarda sistemin birkaç polis şefini günah keçisi gösterip olayı kapattığını bilmiyor olabilir mi?
“Bundan sonrası şölene dönüşmeli.” imiş. İki ölü, yoğun bakımda ölümle pençeleşen 4 genç, plastik mermilerle bir gözü kör olmuş onlarca insan, binlerce yaralı, işkenceyle gözaltına alınan yüzlerce kişi! Bu neyin şöleni olacakmış, yine Önder’in çok kullandığı deyimle “Allah aşkına”?
“Demokratik süreçler devreye girmiş”miş!Önder zahmet edip muhalif sosyal medyaya, hatta burjuva medyasının yayınlarına baksın da görsün “demokratik süreç”ler ne imiş! Gaza devam, bombaya devam, TOMA’ya devam, akrep’e devam, işkenceye devam! Al sana “demokratik mekanizma”!
“Bundan sonrasını demokratik mekanizmalarla yürütmek gerekiyor”muş!Yani bugüne kadar avazı çıktığı kadar “eylemciler demokratik mekanizmalar kullanmıyor, hepsi şiddetten yana” diyen aşağılık burjuva medyasının, “illegal örgütler yönlendiriyor” diye yırtınan görüşme “arkadaş”ları Arınç ve Gül’ün söyledikleri doğru galiba! “Hay Allah pardon ya, bundan önce demokratik mekanizmaları yürütmedik, hadi artık demokratikleşelim” dememizi mi bekliyor eylem “önder”i?
Peki Marx aşkına“Benim umudum var.” ne demek acaba? Nereden geliyor bu umut? Önder’i umutlandıran iki kepaze burjuva siyasi figürünün attığı ikiyüzlü, daha “yatsıdan önce” sönen devlet yalanları mı? Devrimciler burjuva devletinin aparatlarına, temsilcilerine ortada karşı taraftan -taahhütten, belgeden, kanıttan, anlaşmadan vazgeçtik- taviz kırıntısı tek bir adım bile gelmeden, kuru ve hemen ardından saldırı gelen bir “özür”e ne zamandır inanıyor, başkalarını da inandırmaya çalışıyor?
“Bu durum alanlara yansımazsa bunun doğuracağı vebalin altından hiçbirimiz kalkamayız.”mış! Yani günlerdir ayağa kalkan, dünyanın her yerinden destek gören, Noam Chomsky’nin o yaşında dünyanın öbür ucundan-hem de Türkçe söyleyerek- “Her Yer Taksim Her Yer Direniş!” diyerek selamladığı kitleler “vebal altında” kalırmış!
Her fırsatta sosyalist olduğu söyleyen Önder, bu sözlerin ve arkasındaki mantığın sosyalizmin lügatında olmadığını, sadece burjuva demokrasisine övgü ve burjuvaziye akıl hocalığı anlamına geldiğini, pekâlâ bilmektedir.
Merak etmeyin “sayın” Önder, biz hiç bir vebalin altında kalmayız, her ne olmuş ve olacaksa vebali burjuvazinin ve onun baskıcı devletinin boynunadır. Ama bu halk hareketinin devrimci ateşini burjuvazinin uşakları ile birlikte düşürme girişimi skandalına imza atan siz daha şimdiden çok büyük vebal altındasınız! Yine de umarız yol yakınken siz de eski saflarınıza dönersiniz. Henüz farkında olmayabilirsiniz ama bu vebal “barış süreci” yalanlarına inanarak yanlış yönlendirdiğiniz Kürt halkını da çok zor durumda bırakacak! Neyse ki onlar –Kürt kitlesinin bizzat kendisi- burjuvazinin yalanları ve hilelerine karşı yeterince deneyimli!
Unutmadan, elbette bizim de umudumuz var! Ama biz umudumuzu sadece barikatlarda özgüvenini eline alan, komün yaşamının mümkün ve güzel olduğunu Türkiye’ye gösteren, bugün ateşi düşürülmeye çalışılsa da yarın tekrar yükselecek olan kitlelerden ve onların bu gücünü işçi sınıfının ve ezilen Kürt halkının gücüyle birleştirme hayalinden alıyoruz “gözüm”!
“Ambülans” çekilse de hareket devam ediyor ve edecek! Kürdistan ve Türkiye “aşkın yüzü oluncaya dek”!
Adana, 5-6 Haziran 2013