AKP’nin Suriye merkezli Ortadoğu politikasının iflasına dair notlar
Suriye merkezli Ortadoğu’daki gelişmeler gündemin ön sıralarındaki yerini korumaya devam ediyor. Rusya'nın bölgeye yönelik yaklaşık olarak 4,5 ay boyunca hava operasyonu ile yaptığı müdahale, dengeleri büyük ölçüde değiştirdi. Yöntem açısından bu gidişattan memnun olanlar ve memnun olmayanlar ayrımına dikkat etmemiz de bu konuda berraklaşmamızı kolaylaştırabilir. Bu gidişattan memnun olanlar belli: Esad bundan memnun. Bağdat merkezi hükümeti memnun. Tahran süreci olumlu görüyor. Rusya memnun. Filistin solu memnun. Gazze'deki sol memnun. PYD memnun. Kürt siyasi hareketi memnun.
Peki, kimler memnun değil? Uzun süre birçoğunun dikkatinden kaçan bir ülke var: İsrail. Hiç memnun değil. ABD'de Cumhuriyetçiler memnun değil.
Önerimiz şudur: ilk bakışta anlaşılmayacak şeyler gerçekleştiğinde ve gerçekleşecek olduğunda bu olağan şüphelilerin listesini daima göz önünde bulundurmakta sonsuz fayda vardır. Genel olarak emperyalizm ama özellikle de ABD'deki Cumhuriyetçi çevreler ve onların uzantıları, Ortadoğu halklarının sırtındaki kanlı hançer olan İsrail, gericilik ve karşı devrim odağı Suudi Arabistan, Neoosmanlıcı AKP. Bu liste belli.
Şimdi asıl somut konumuz olan Azez sorununa dönersek, son 6 aylık sürecin temel özelliklerinden birisi, ABD ve Rusya'nın uzun süredir pek az konuda yapabildiği bir şeyi yapmış olması, yani anlaşmış olmasıdır. Yani Ukrayna'da daha dün 3. Dünya Savaşı'na mı gidiyorlar denilen iki devlet Suriye ve Ortadoğu denkleminde bir mutabakata varmışlardır. Elbette abartmayalım, bunun sınırları var. Yarın yine emperyalist ABD ve Rusya savaşın eşiğine gelebilir. Burada da şaşırılacak bir şey yok. Rus tarafı fazla güçlendi diye düşündüklerinde, emin olun hemen S. Arabistan için başka olanaklar, Türkiye için başka olanaklar açılacaktır. Bugün için henüz o noktaya ABD 'ye göre gelinmiş değil. Hepsi bu.
Azez konusunda özel bir ısrar var. ABD sahada DAİŞ ile mücadeleyi öncelikli görüyor, elbette laf olsun diye değil. ABD’nin bu politika tercihinde DAİŞ’in Paris ve başka saldırıları, mülteci akını, enerji güvenliği vb. pek çok etken önemli rol oynamıştır. Burada görmüş oldukları şey şu: ABD ve Rusya bir takvimde anlaştılar. Bu takvim en fazla şuna işaret ediyor: Rakka'nın ele geçirilmesi veya Musul ve Rakka'nın DAİŞ'den arındırılmasını içeren bir takvim değil bu. O daha sonra birlikte yapılacak. Orada Bağdat ve Şam'ın tam bir hâkimiyet kurmasını istemeyecektir ABD ve istemiyor. Ama DAİŞ'i bertaraf etme yahut etkisizleştirme noktasında sahada kiminle iş yapabilecekse yapıyor. Hatta dikkat edin (alabildiğine pragmatist bir durum var, ince ayarlar var). Bakın Türkiye'de hep yanlış bir şekilde aktarılıyor: ABD, PYD'ye sadece basit mühimmat veriyor. Kalaşnikof, Biksi düzeyinde. Peki mesela İngiltere, S. Arabistan, Ürdün ve ABD iki yıl önce yüksek teknoloji içeren TOW füzelerini kime verdi? Youtube'a girdiğinizde, ATV'yi izlediğinizde görüyorsunuz. Bu TOW'lar Ahrar-uş Şam'da var. Nusra'da var. Yani mesela PYD bunu istiyor, daha doğrusu askeri kanadı YPG bunu istiyor. Veriyorlar mı? Hayır, burada çok detayına giremeyeceğimiz ince dengeler var. Bu aşamada YPG’ye bir destek var. Fakat bu kadarı bile Erdoğan ve AKP hükümetini çıldırtabiliyor.
Azez hattında son derece daralmış bir yer var. Rakka'ya doğru bir harekât yapılıyor. Kim yapıyor bunları? Filistin solu ve Filistin milliyetçileri. Yaklaşık 800-1000 kişilik bir ekiple. Bu, dengelerin herkes açısından değiştiğini gösteriyor. İsrail açısından da başka bir sinyal bu. Şimdi orada nasıl bazı şeriatçı Filistinlileri cihatçılar saflarına alıp Esad rejimine ve Kürtlere karşı savaştırdılarsa aynı şeyin daha fazlası bu kez soldan geliyor. Çünkü dengeler değişti.
Mesele şudur: DAİŞ'in elindeki bölge Türkiye'ye doğru küçük bir koridor halinde epey daralmış durumda. Ama bir şey dikkatten kaçmasın: aşağıda başka bir koridorla, Samandağ-Yayladağ doğrultusunda İdlip hattı söz konusu. Bu hatta zaten bir geçiş kapısı var. Ama neyi istiyor? Halep'i. Azez'in kontrolünün anlamı aslında Halep için son kartı oynamaktır. Azez demek aslında Halep demektir. Rus hava harekâtı başladığı ilk günden itibaren bütün mesele Halep'tir. Zaten Lazkiye’nin Şam'da kalacağı, Rakka'nın Suriye ordusunun, girse bile kontrol edemeyeceği bir tür Kandahar olacağını tahmin etmek zor değil. Bütün mesele nerede kalacağı belli olmayan Halep'ti. Şimdi Halep'e yönelik son hamleler yapılıyor. ABD ve Rusya'nın üzerinde mutabık kaldığı ateşkes planlanıyor.
Kısacası durum şudur: ateşkese gitmeden önce herkes sahada gücünü test etmeye çalışıyor. Ancak sınırları çok tehlikeli bir biçimde zorluyor taraflar. Erdoğan ve AKP de bunu yapıyor. Çünkü ateşkes olduğu andan itibaren iyi kötü en azından buna uyacak taraflar açısından denge değişmiş olacak. Bununla ilgili çok sert bir mücadele sürüyor.
Uluslararası denklem açısından bakıldığında, Türkiye'nin herhalde bunca yıllık tarihi, itibarının ve ağırlığının hiç bu kadar düşük olduğu bir dönem görmemiştir. Bunun AKP’nin çözülme ve gerileme sürecini hızlandıracağı açıktır. Bu tabloya başta asgari ücret kıdem farkı olmak üzere talepleri için mücadele eğilimleri güçlenen işçi sınıfını, Gezi’de başlayan halk isyanından ciddi etkiler taşıyan Artvin halkının yaşam alanlarını savunan militan direnişini ve Kürt halkının aylarca süren abluka ve katliamlar serisine boyun eğmez direnişini ekleyelim.
Sürekli bağırmaları, etrafı yüksek sesle hakarete boğmaları Erdoğan ve AKP’nin gücünü değil, çaresizliğini yansıtmıyor mu?
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mart 2016 tarihli 77. sayısında yayınlanmıştır.