30 yıl önce Paşakapısı’nda bir darağacı (Kadir Tandoğan-Ahmet Saner)
Kadir, Ahmet ve Hakkı Kolgu üç devrimci arkadaştı. Kadir 1958 yılında İstanbul'da, Ahmet 1959 yılında Trabzon Akçaabat’ta doğmuştu, yolları öğrenci eylemleri içinde kesişmişti.
Üçü de hayat dolu, dost canlısı delikanlılardı. İnsan sevgisi ile doluydu gencecik yürekleri. Daha liseli yıllarda, ilk gençlik yaşlarında sarmıştı onları özgürlük ateşi ve devrim sevdası.
“Sıra Neferleri”
onlar, kurtuluşun kapısına varmayı,
ferdin cesur hamlelerinden uman
iki saf ve namuslu çocuktu!
devrimin sıra neferiydi onlar,
devrimin namuslu neferi.
(Nazım Hikmet)
Kadir, Ahmet ve Hakkı Kolgu üç devrimci arkadaştı. Kadir 1958 yılında İstanbul'da, Ahmet 1959 yılında Trabzon Akçaabat’ta doğmuştu, yolları öğrenci eylemleri içinde kesişmişti.
Üçü de hayat dolu, dost canlısı delikanlılardı. İnsan sevgisi ile doluydu gencecik yürekleri. Daha liseli yıllarda, ilk gençlik yaşlarında sarmıştı onları özgürlük ateşi ve devrim sevdası.
Mahir Çayan’nın görüşlerine ve mücadelesine saygı duyuyorlardı.
Gençtiler, sevdalarına tutkundular. Yiğit ve cesurdular, devrime adandılar. Dostlarına sevimli ve yumuşak, düşmanlarına kinli ve heybetliydiler. Silahlı propagandayı temel alan bir örgütlenme içinde yer aldılar.
Gün geldi. CIA Ajanı oldukları kanısına vardıkları Amerikalı subaylara karşı planlanan eylem için görev aldılar. Nisan günlerinden biriydi. Gün o gün dediler. Ne eylem kararını sorguladılar, ne de korktular. Gözlerini kırpmadan, inandıkları dava uğruna yüreklerini ortaya koydular. Nisan’ın 16.gününü seçtiler, eylemleri için.
Ahmet ve Hakkı, Vefa Lisesinden okul arkadaşıydı. Şimdi aynı eylemde yer alan iki yoldaşı, eylem yerine motosikletle Kadir götürdü. Kadir motoru ile arka sokakta beklerken, Ahmet ve Hakkı eylemi gerçekleştirdi. Amerikalı subay Sam Novello ve Şoför Ali Sabri Baytar olay yerinde ölmüştü.
Silah seslerini duyan Kadir motorunu çalıştırdı ve arkadaşlarını alarak hızla olay yerinden uzaklaştı. Buraya kadar planladıkları gibi gerçekleşen eylem, bu aşamada aksamıştı. Motorları ve silahlarını almak için onları beklemesi gereken kamyon yerinde yoktu.
İstanbul’un Beşiktaş, Zincirlikuyu ve Bebek semtlerinde süren polis kovalamacası sırasında, önce Hakkı, sonra da Kadir vuruldu. Ve kanlar içinde yakalandılar.
Sözde Yargı
Gözde Savcı
Sessiz Duruş
Hakkı hastahanede veda etti arkadaşlarına. Ölüm döşeğinde yandı bedeni, özgürlük ateşi ile…
Kadir ve Ahmet için sonucu belli yargılama süreci hemen başlatıldı. Bu iki güzel çocuğun ipini çekmek isteyen bir savcı vardı. Faik Tarımcıoğlu adlı bu savcı kendine, Kadir ve Ahmet’in içinde bulunduğu örgütlenmeyi çökertmek gibi bir misyon biçmişti.
Acele bir iddianame hazırladı. İddianame eyleme katılanların pozisyonundan hiç söz etmiyordu. Öldürülen Amerikalıların kim olduğu ve görevleri tam olarak açıklanmıyordu. Salıpazarında müfreze görevlileri deniyordu, ama Salıpazarındaki bu müfreze neyin müfrezesiydi, belli değildi.
Halbuki Kadir’in pozisyonu biliniyordu. Kadir gözcüydü, silah kullanmamıştı. Ve hukukta suçun bireyselliği diye bir kavram vardı. Bunlar hiç dikkate alınmıyordu.
Karar belli olur, idam! Ama Kadir ve Ahmet boyun eğmez, nedamet getirmez. Karar günü Filistin halkıyla dayanışma günüdür. Hâkimlerin yani egemenlerin yüzüne karşı Filistin halkının özgürlük savaşına desteklerini haykırırlar!
Kadir ve Ahmet tüm yargılama sürecinde olduğu gibi serinkanlı ve dik duruşlarını korudular. Duruşmada bulunanların beklediğinin aksine, seslerini yükseltmediler.
Sustular! Bıyık altından tebessüm ettiler! Ve dönüp gittiler!
Sessizliğin sesinin bu denli gücü görülmemiştir!
Biletler Kesildi
Tren Kalkıyor
25 Haziran 1981. Vietnam kasabı Commer başkanlığında,üst düzey bir ABD heyeti Türkiye’dedir. Kurbanlarını almaya gelmiş gibidirler. Hüküm acele onaylandı. Biletler kesilmişti. Karar acele Selimiye Kışlasına iletildi.
Aileler çağrıldı. Kısa bir süre görüşmelerine izin verildi. Ancak avukatları ile görüşmelerine engel olmaya çalışıyorlardı. Önce Ahmet geldi, Avukatlarla görüşmeye.“Yani tren kalkıyor mu? Bilet kesildi mi?” diye sordu, avukatlarına. Avukat Nebi Barlas yıkılmış durumdaydı. Ahmet, “Nebi abi niye bu kadar üzülüyorsun? Lütfen Nebi abi bırak üzülmeyi, arkadaşlara söyleyin, biz trene biniyoruz, onlar treni kaçırmasınlar," diyerek onu teselli etmeye çalışıyordu.
Daha sonra Kadir geldi, avukatları ile görüşmeye. Kadir de aynı Ahmet gibi, arkadaşlarına selam söylemelerini, üzgün olmadıklarını, başlarının devamlı dik olduğunu söyledi.
Paşakapısı:
Bir Darağacı, İki Ateş Parçası
25 Haziran 1981. Gece yarısından sonra alındılar hücrelerinden. Darağacı Paşakapısı cezaevinde kurulmuştu. Cezaevinin bahçesi ışıklandırılmıştı. Çatılmış üç direğin ortasında bir ilmek sallanıyordu. İlmeğin altında bir masa, masanın üstünde de tahta bir sandalye vardı. Sahne hazır, misafirler bekleniyordu.
O gece Kadıköy’de hava hiç olmadığı kadar kasvetliydi. En ücra sokaklara kadar polis ve asker yığınağı yapılmış, barikatlar kurulmuştu. Zulmün kasveti, zalimlerin korkusu sinmişti tüm Kadıköy sokaklarına.
Sessizliği bir anons bozdu:
“Misafirler Geliyor!”
Bir koşuşturmadır başladı. Misafirler içeri alındı. Burası onların son mekânıydı. Sanki zebanilerin uğurlama törenini, ölüm dansını andırıyordu, bu koşuşturmaları.
Misafirlerin uğurlayıcıları hiç alışık olmadık bir şekilde kalabalıktı. Askerler Albay rütbesinden itibaren, polisler de Emniyet Amiri rütbesinden itibaren sıralanmışlardı.
Hâkim hükmü, savcı infaz gerekçesini okudu. Avukatlar infaza itiraz etti. Çünkü iade-i mahkeme başvuruları sonuçlanmamıştı. Yani yargılama süreci tamamen bitmemişti. Savcı bu en temel hukuk kuralını dinlemedi.
Avukatlar müvekkilleri ile son bir görüşme yapmak istediklerini söyledi. Savcı kabul etmedi. Bu arada Kadir daha önceden anlaştıkları gibi “dini vecibeler” için avukatı ile görüşmek istediğini söyledi.
Avukatı A.Rıza Dizdar’ın imam ile birlikte Kadir’in yanına gitmesi kabul edildi. Kadir’in hücresinin önüne geldiler. Çevreleri kuşatılmıştı. Konuşmalarına müsaade etmediler. Avukat imama okuması gereken duayı gösterdi ve Türkçesini de okumasını istedi.
İmam okudu:
“ Sizi ebediyete gönderenler zannetmesinler ki ebedî kalacaklar.”
Kadir gülümsedi:
“Hoşçakalın, tüm dost ve arkadaşlara selamlar," dedi.
Savcı uyanmıştı. Ahmet’in de “dini telkin” için avukatı ile görüşme isteğini kabul etmedi.
***
Demir kapı açıldı. Misafirleri uğurlama anı gelmişti. Önce Ahmet yöneldi darağacına. Gözleri göklerde, ağzında gerilla marşı, gönlünde sevdası vardı. Susturmak istediler. Ağzını kapatmaya çalışan askeri kafa atarak engelledi. Marşını sonuna kadar söylemesine kimse engel olamadı.
Savcı son sözlerini sordu. Ahmet:
“Bizi asanlar şunu bilsinler, kendileri de bir gün asılacaklar!” diye haykırdı ve kırık dökük sandalyenin üstüne çıktı. İpi boynuna geçirdi.
Cellat telaş içindeydi. Elinde ip “bunun bağlanacak yeri yok,” diye söyleniyordu. Ahmet etrafı inceledi, herkes suskun ve şaşkındı. Avukatı ile göz göze geldi.
O anda her şeyi anlattı, o bakışlar…
Sevdasını, tutkusunu, yaşadıklarını, yaşayamadıklarını her şeyi…
Onun da her şeyi anlatmasını istedi; inancını, cesaretini, dik duruşunu, ödün vermeyişini, herşeyi…
Arkadaşlarının bilmesi gereken her şeyi…
Ve altındaki sandalyeye bir tekme vurdu…
Sandalye uçtu…
Albayın yüzüne kondu…
Ahmet salıncakta sallanan güzel bir çocuk gibiydi…
Sallandı…
Sallandı…
Sallandı…
***
Demir kapı bir daha açıldı. Yine gür bir ses, yine gerilla marşını söylüyordu. Kadir, ağır ağır geldi, darağacının önünde durdu. Savcı, hükmü okudu ve “bir diyeceğin var mı?” diye sordu. Kadir, “ var” dedi:
“Anayasalar toplum için, emekçiler için, halklar için, işçiler için yazılır. Ama maalesef bizde belli bir zümre için kullanılıyor. Ve inanıyorum ki; halkın, emekçilerin, işçilerin sahip olacağı anayasalar gelecektir.”
Ve sırtını döndü, yürüdü. Tıpkı mahkemede ölüm kararı okunduğu gün yaptıkları gibi. Sandalyenin üzerine çıktı. Cellat ipi Kadir’in boynuna geçirmekte zorlanıyordu, elleri titriyordu. Kadir celladına döndü:
“Sakin ol kardeşim telaşlanacak, acele edecek bir şey yok. Biraz sakin ol,” dedi. Kadir sakindi. Düğününde gibiydi. Şaşıranlar, korkanlar, ağlayanlar cellatlarıydı.
İpi boynuna geçirdi ve bağırmaya başladı;
“Katil Oligarşi!”
Yer gök inliyordu. Defalarca bağırdı “Katil Oligarşi!” diye.
Sandalyeye sımsıkı basmış bağırıyordu, Kadir:
“Katil Oligarşi!”
Cellatlar sandalyeyi alamıyorlardı altından.
Bir tekme de o vurdu, Ahmet’in tekmelediği sandalyeye.
Aynı ipte şimdi o sallanıyordu…
Biraz önce Ahmet’in yaktığı özgürlük ateşi şimdi onun boynundaydı…
Şimdi o harlatıyordu ateşi…
(12 Eylül Karanlığında Ölüme Ateş Yakanlar, Sait Almış ve M.İnanç Turan, Kalkedon Yayınları, 2010)