1 Kasım'da nereye?
Türkiye resmen 1 Kasım'da yeniden seçime gidiyor. 7 Haziran'dan, AKP meşru yollardan tek parti iktidarı kurma olanaklarını yitirmiş, Erdoğan ise yine meşru yollardan Başkan olma hayalleri suya düşmüş şekilde çıktı. Ancak Erdoğan durumu kabullenmedi. Çünkü ortaya çıkan tablo ile, meclis çoğunluğunun 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarını yeniden gündeme getirme, MİT'in Suriye'ye silah taşıyan TIR'larının hesabını sorma olanağı belirmişti.
Erdoğan bu tabloyu değiştirmek istiyor. Yeni seçime, savaşı yeniden yükseltip HDP'yi baraj altına itme stratejisiyle hazırlanıyor. Ancak Erdoğan, Türkiye solu gibi parlamentarist değil. İşine gelmeyeceğini gördüğünde savaş ilan edip, anayasal kılıf altında seçimlerin ertelenmesini de, seçimlerden yine aynı sonuç ya da kendisi için daha beteri çıkarsa, güvenoyu almamış hükümetle yola devam etmeyi yani yetki gaspına devam etmeyi de gündeme getirebilir. Dolayısıyla yaklaşan seçimleri tartışırken her şeyden önce bu seçimlerin olmama olasılığını, yapılsa bile Erdoğan'ın ve AKP'nin koltuğu terk etmemek için yine her yolu deneyeceğini hesaba katmak gerekiyor.
1 Kasım'da seçimin yapılmama olasılığı bile var dedik. Yapılsa bile bunun özellikle Kürt illerinde eli sopalı bir seçim olma olasılığı son derece yüksek. Bugün kamuoyu araştırmalarında görünen o ki AKP'nin oy oranları düşmekte, HDP'nin oyları ise artıyor. Peki, 1 Kasım'da oy vermek anket şirketinin sorularını yanıtlamak kadar kolay olacak mı? Davutoğlu, seçimlerin demokratik şartlarda ve hukuk çerçevesinde yapılacağını söylüyor. Seçime giden bir partinin kapatılmakla tehdit edildiği, liderlerinin soruşturulduğu, belediye başkanlarının tutuklandığı demokratik şartlarda mı, Cumhurbaşkanı'nın rejim fiilen değişti şimdi bunu tescil etmek lazım dediği bir hukuk çerçevesinde mi yapılacak bu seçimler?
Erdoğan, “400 milletvekili verin, bu iş huzur içinde çözülsün” demişti. Millet vermedi, o da milletin huzurunu kaçırmakta beis görmedi. İstediği oy artışını sağlayamazsa, belli ki 400 milletvekili ve başkanlık isteğinden vazgeçmeyecek. "Lanet olsun al başkanlığı rahat bırak bizi, düş çocuklarımızın yakasından" dedirtinceye kadar halkın huzurunu kaçırmaya devam edecek. Elbette Erdoğan'ın şantajına boyun eğmek huzurun değil cehennemin kapısını açmak demek. İş, ekmek, barış ve kardeşlik için Erdoğan'dan ve AKP'den kurtulmak üzere sandığı da, meclisi de, seçim hükümetini de kapsayan topyekûn bir siyasal mücadele gerek.
Hürriyetgazetesini basan AKP'li güruhun elebaşı, eski AKP Gençlik Kolları Başkanı, yeni milletvekili Abdurrahim Boynukalın'ın zihninin son derece berrak olduğunu gördük: "1 Kasım'da ne sonuç çıkarsa çıksın seni başkan yaptıracağız" dedi. Üç defa tekrarlayarak. Acaba solun, sosyalistlerin ve HDP'nin de zihni bu kadar berrak mı? Seçim yapıldı. HDP barajı aştı, AKP'ye çoğunluk vermedi. Ancak AKP hâlâ iktidarda! Derhal meclis çalıştırılmalı, hemen yolsuzluk dosyaları, MİT TIR’ları gündeme taşınmalıydı. Ama muhalefet beklerken AKP beklemedi. Meclisi tatil etti. Koalisyon görüşmelerini sündürdü. Savaş çıkarttı. İktidarda kaldı. Seçim hükümeti kurulduğunda bile 2 HDP'liyi sembolik bir noktaya itti. Yasa, hukuk tanımadan HDP'li bakanların elini kolunu bağladı. Hükümetin AKP hükümeti olma niteliğini korudu. Demek ki yeni seçimin nasıl bir oy dağılımı ve milletvekili tablosu ortaya çıkartacağından daha önemli olan, 1 Kasım'dan önce ve sonra Meclis’te, sokakta, işyerinde ve şimdi seçim hükümetinin içinde verilecek olan mücadeledir. Diktatörlük hevesi ne referanduma konu edilebilir ne de herhangi bir oy oranı ya da herhangi bir milletvekili sayısıyla meşrulaştırılabilir. Demokrasi isteyen, sadece Erdoğan'ı değil kimseyi başkan yaptırmamalıdır! Ne olursa olsun başkanlık sistemine karşı direnmelidir!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2015 tarihli 71. sayısında yayınlanmıştır.