Alternatif bir ekonomi tartışılıyor
Özgür Üniversite’nin 19-20 Nisan tarihleri arasında düzenlediği Alternatif Bir Ekonomik Model Mümkün adlı sempozyum değerli hocamız Nail Satlıgan’a adanmıştı. Bu nedenle sempozyum Satlıgan’ın yakın arkadaşı ve ilk oturumun konuşmacısı Ahmet Tonak’ın geçen yıl aramızdan ayrılan Nail Satlıgan hakkında duygu dolu konuşmasıyla açıldı. Tonak Nail Satlıgan’ın sadece bir “Kapital çevirmeni” olarak nitelenemeyeceğini, bir dizi hasletinin yanı sıra özellikle yaşam karşısındaki materyalist ve sekter olmayan tavrının altını çizmek gerektiğini belirtti. Tonak’ın konuşmasından sonra Nail Satlıgan’ın yaşamını özetleyen kısa bir film gösterimi gerçekleştirildi. Sempozyumun açılış konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen Fikret Başkaya kapitalizmin artık her boyutuyla iflas etmiş ve sürdürülemez olduğunu ve insanlığın geleceğinin risk altında olduğunu belirtti. İnsan ihtiyaçlarını dikkate alan bir üretime, bir yeni paradigmaya ihtiyaç olduğunu ve bunun için mücadele etmek gerektiğini savundu.
Sempozyumun Taner Timur tarafından yönetilen ilk oturumunda Ahmet Tonak uzun dönemli verilerden hareketle dünya ekonomisinin büyümesinin giderek yavaşladığını ortaya koyduktan sonra, kapitalizmde rekabetin krizlere yol açan rolünü ve dünya çapında azalan kârlılıkla birlikte günümüz krizine damgasını vuran önemli bir çelişkinin de sermayenin finans, ticaret gibi üretken olmayan alanlara yönelmesi olduğuna işaret etti.
Oturumun ikinci konuşmacısı yoldaşımız Kurtar Tanyılmaz BRICS diye adlandırılan “yükselen ekonomiler”in (başta Çin olmak üzere, Rusya, Brezilya, Hindistan, G. Afrika’yı kapsayan) dünya ekonomisinin büyüme motoru olmak bir yana, - 2008 yılından itibaren iyice belirginleşen kapitalizmin uzun dönemli yapısal krizi karşısında - büyüme hızlarının yavaşladığını, bu ülkelerin bazılarının ekonomilerinin oldukça kırılgan bir konuma evrildiğini belirtti. Bürokratik işçi devletlerinin 90’lı yıllardan itibaren kapitalist dünya pazarıyla bütünleşmeye başlamalarının ve dünya ekonomisinin yapısal krizi karşısında uluslararası sermayenin kâr oranlarının düşme eğilimi karşısında artı değeri artırmak üzere üretimin bir bölümünü Doğu’ya kaydırma stratejisinin söz konusu ülkelerin hızla büyümelerinin arkasında yatan iki temel etken olduğunu vurguladı. Başta Çin olmak üzere söz konusu ülkelerin birer süper güç olmaya doğru evrildiklerinin, ancak henüz emperyalist ülke niteliğini kazanmamış olduklarını altını çizen Tanyılmaz, krizin daha da derinleşmesi durumunda bu ülkelerin hem emperyalist ülkelerle hem de kendi aralarında bir dizi ekonomik ve jeopolitik gerilim yaşayacaklarını belirtti. Bu ülkelerde görülen ciddi boyutlardaki yavaşlama eğiliminin dünya ekonomisinin durgunluğa girmesini tetikleyebileceğini belirten Tanyılmaz, bu ülkelerdeki devlet kapitalizmi uygulamalarına atfedilen yeni-kalkınmacı, sosyal uzlaşmacı yaklaşımların hem krizin derinliği hem de bu ülkelerdeki egemen sınıfların (kimisinde büyük burjuvazi, kimisinde Çin’de olduğu gibi bürokratik kastın) çıkarlarıyla çatışacağını ileri sürerek, günümüz koşullarında bu ülkelerin “ilerici” burjuva ve bürokrasi kesimlerinden medet ummak yerine, sürekli ayaklanmalara kalkışan bu ülkelerdeki işçi hareketlerinin bağımsız çıkarları etrafında ilerletilmesi için mücadele etmenin daha anlamlı ve gerçekçi olacağını belirtti.
Üçüncü konuşmacı Temel Demirer, Venezüella’nın 21. yüzyılın sosyalizmi olarak nitelendirilmesinin gerçekleri yansıtmadığını, Latin Amerika tarihinde kilit bir figür olan Bolivar’dan oldukça esinlenmiş Chavez’in, popülizmin sınırlarının ötesine geçemediğine, mülkiyet ilişkilerinin dönüşümünde hemen hiçbir önemli mesafe kaydedilmediğine işaret etti. Latin Amerika ayaklanma geleneğinin halkçılık zemininde kaldığı her durumda tıkandığını, ancak sosyalizme açılması durumunda kalıcı bir dönüşümün mümkün olduğunu belirttikten sonra, çağımızda anti-kapitalist olmayan bir anti-emperyalizmin geleceği olmadığını ileri sürdü.
Oturumun son konuşmacısı olan Sibel Özbudun, mülkiyet ilişkilerini dönüştürme hedef ve çabası olmayan halkçı yönelişlerin bir örneğinin de Bolivya’da görülebileceğini, Eva Morales liderliğindeki MAS yönetiminin son yıllarda emekçilere karşı giderek cimrileştiğini, buna mukabil uluslararası şirketlerle daha yakın ilişkilere girdiğine değindi. İlk oturum böylece konuşmacılara yöneltilen çeşitli sorular ve verilen cevaplarla tamamlandı.