Üçüncü Büyük Depresyon’un 10. yılı: Marksizmin öngörü zaferi
Kapitalizmin tarihinin üçüncü “Büyük Depresyon”una giriyoruz. İlk Büyük Depresyon 1872-1896 arasında yaşanmıştı. Bu isimle tanınan esas ünlü Büyük Depresyon’un ise 1929 New York borsa çöküşüyle başlayıp ABD’de 1940’a, Avrupa’da 1948’e kadar sürdüğü genellikle biliniyor. Geçtiğimiz Eylül ayı içinde önce ABD’de, ardından Avrupa’da finans piyasasında ardı ardına yaşanan iflaslar, devletleştirmeler ve satınalma ve birleşmelere paralel olarak dünyanın bütün borsalarında yaşanan çöküntü, belki de 1929 borsa çöküşünden de derin ve kapsamlı bir depresyonu gündeme getirecek. (…) Eylül 2008 dünya tarihsel bir dönüm noktasıdır.
(“‘Tarihin Sonu’nun Sonu”, mavidefter sitesi)
Bundan tam on yıl önce, 15 Eylül 2008’de Wall Street bankası Lehman Biraderlerin iflası ile o zamanın ünlü terimiyle “küresel finansal kriz”in başlamasından yaklaşık on beş gün sonra yazdığımız yukarıdaki satırlar, o dönemde burjuva iktisatçılarının hepsinin söyledikleriyle taban tabana karşıt idi. Onlar, krizin “finansal” olduğunu, hatta kısa sürecek bir “düzeltme” dahi olabileceğini ileri sürüyorlardı. Biz bir “düzeltme” değil bir finansal çöküş yaşandığını, bu tür çöküşlerin finans alanıyla sınırlı kalamayacağını, hızla sorunun zaten kaynağı olan üretim alanına taşacağını, ama bir ekonomik kriz olarak da kalmayıp bir Üçüncü Büyük Depresyon olarak yaşanacağını ısrarla söylüyorduk. Sadece Lehman’dan sonra değil, 1997’deki Asya krizinden beri uyarıyorduk.
Marksizmin yolunu terk etmiş, liberalizmden etkilenmiş sosyalistler de bizden farklı bakıyordu gelişmelere. Onlar, kapitalizmin artık krizlerini kontrol altına almayı öğrenmiş olduğunu, bu tür “depresyon” olarak anılacak krizlerin mümkün olmadığını söyleyip duruyorlardı. Krizlerin kapitalizmin gelişme yolunun ayrılmaz bir parçası olduğunu geçmişte Marx’tan öğrenmiş ama unutmuşlardı. Daha da kötüsü, kapitalizmin artık tarihi bir anlamda gerileme ve düşüş çağına girdiğini reddediyorlardı. Oysa ilk iki depresyon gibi üçüncüsü de bu tarihi gerilemenin aşılamayan çelişkilerinin bir ürünüdür. İnsanlık kapitalist özel mülkiyetten kurtulup planlı bir ekonomiye geçerek yeni bir sıçrama yapmak zorundadır. Aksi takdirde kapitalizm yeryüzünü yeni bir barbarlık dalgası ile karşı karşıya bırakacaktır.
On yıl sonra görüyoruz ki, Marksizmin teorik kazanımlarında ve yönteminde ısrar, içinde yaşadığımız dünyanın kavranmasında bize muazzam bir olanak sunuyor. Üçüncü Büyük Depresyon öngörüsü, aynı zamanda siyasi ve ideolojik alanda da bir altüst oluşun insanlığın gündemine girmiş olduğu uyarısını içeriyordu. “Küreselleşme” denen dalganın artık sona ereceğini, milliyetçiliğin ve korumacılığın yükseleceğini söylüyorduk. Trump geldi ve dünya pazarını paramparça etme harekâtına girişti. Faşizmin yeniden yükselmeye başlayacağını söylüyorduk. Avrupa kıtasında, faşist ve (henüz tam olarak faşist olmamakla birlikte sınıf mücadelesine ırkçı ve milliyetçi bir yolla çözüm önermek bakımından ona çok yakın duran) ön-faşist partiler zaferden zafere koşuyor (burjuvazinin sözcüleri bunlara anlamsız “popülist” adını taktı). Dünya savaşı tehlikesinin yeniden insanlığın gündemine gireceğini söylüyorduk. Bugün insanlık tetikte!
Ama nihayet emekçi kitlelerin devrimci atılımlarının yükseleceğini söylüyorduk. Arap devriminden Wall Street işgal hareketine, bizde Gezi’den Brezilya’ya, şimdi 2018 yılı içinde bizim coğrafyamızda birçok ülkede (İran, Irak, Tunus, Ürdün, Ermenistan vb. vb.) halk kitleleri isyan içinde ayağa kalkıyor.
Marksizm muhteşem bir doğrulanma yaşamıştır. Daha önemlisi, sosyalistlerin görevlerinin doğru saptanması açısından muazzam bir kılavuz olduğunu kanıtlamıştır. Her kim ki bugün Trump’ın, Salvini’nin, Brexit’in ve Arap devriminin yaşandığı bir dünyada sosyalizme muhafazakâr, parça bölük, savunmacı, “demokratik”, hele hele pasifist politikalar önerirse, o içinde yaşadığı maddi koşullardan hiçbir şey anlamıyor demektir, proletaryaya yol göstermesi olanaklı değildir. Gün faşizmle mücadele, savaşa karşı savaş, devrime hazırlanma günüdür.