Krizle ilgilenmeseniz kriz sizinle ilgilenecektir

Karşı taraf krizin ne boyutta olduğunun farkında; biz de farkında olmalıyız. Patronların korkuları bizim umudumuzdur. Onlar sadece kârlarının düşmesinden, ihracatın düşmesinden endişelenmiyor. Küçük bir azınlık olarak elde ettikleri tüm zenginliğin kaynağı olan sömürü düzeninin işçi ve emekçi kitleler tarafından sorgulanmasından endişe ediyorlar. Devrimden korkuyorlar.

 

Ağustos ayında DİP Genel Başkanı Sungur Savran yoldaş, NTV televizyonunda krizlerin tarihi üzerine bir söyleşiye katıldı. Oğuz Haksever’in sunduğu programda Sungur Savran’a Mahfi Eğilmez ve Çağlar Keyder eşlik ediyordu.

Program boyunca Oğuz Haksever’i sürekli “durum bu kadar mı kötümser” diye hop oturup hop kaldıran şey, tüm konuşmacıların kapitalizmin içine düşmüş olduğu krizden toparlanmasının çok güç ve krizin çok derin olduğunda hem fikir olmalarıydı. Sungur yoldaş, krizin kapitalizmin en gerici yüzünü kitlelere göstereceğini, sert sınıf kavgalarının yaşanacağını söylüyor, buradan tek çıkış alternatifinin sosyalizm olacağını vurguluyordu.

Sungur Savran yoldaşı ve DİP’i bilenler için hiç de şaşırtıcı değil… Ancak ilginç olan ve programdan sonra esas konuşulan, geçmişte Hazine Müsteşarlığı yapmış, bugün özel bir üniversite öğretim üyeliği ve danışma kurulu üyeliği yapan, sosyalizme hiçbir yakınlığı bulunmayan Mahfi Eğilmez’in kapitalizmi kurtarmanın çok zor olduğu tespitini yapmasıydı. Mahfi Eğilmez daha da ileri giderek “sosyalizm” alternatifine çaresizlik içinde “Tabii, niye olmasın. O da bir alternatif. Kapitalizmin içinde bir çıkış yok. Oturup düşünüyoruz burada bir çözüm yok…” dedi.

Durum açık: kapitalizm büyük bir kriz içinde… İlk büyük sarsıntı 2008-2009’da olmuştu. Ancak kapitalizmin depremi tektonik depremlere benzemeyecek, 2008-2009’un artçısı muhtemelen daha zayıf değil çok daha kuvvetli vuracak. Mahfi Eğilmez bir akademisyen ve yazar olarak bu durumu teslim ediyor. Ancak kapitalist sistemin mutlak savunucuları olan devlet görevlileri, patronlar ve burjuva siyasetçileri, onun yaptığı gibi durumu sadece yorumlamakla yetinmeyecektir. Bu krizin faturasını emekçilerin sırtına yıkmak için ellerinden geleni esirgemeyeceklerdir. Bunların içinde kemer sıkma politikaları, işsizlik ve kazanılmış haklara saldırı da var, kapitalizm büyük halk hareketleriyle sarsılmaya başladığında kan dökmek de var.

Türkiye ekonomisinin yakaladığı yüksek büyüme kimseyi yanıltmamalı. Küresel sistemin kopmaz bir parçası olan Türkiye’nin, bu krizden kaçma olasılığı yok. Tersine,  sadece ilk yedi ayda 50 milyar dolara ulaşan cari açığı ile birlikte Türkiye, keskin viraja girerken gaza basan bir arabaya benziyor. Dolayısıyla Türkiye’nin patron sınıfı ve onun temsilcileri, yaklaşan fırtınaya hazırlık yapmaya başladı. Bu hazırlıklar ayağını yorganına göre uzatmak türünden masum şeyler değil. İçeride kıdem tazminatı hakkı başta olmak üzere işçilerin kazanılmış haklarını gasp etme, eğitim ve sağlık alanlarında özelleştirmeyi hızlandırma, dışarıda ise Ortadoğu’da açgözlü ve saldırgan bir politikayla krize hazırlanıyorlar. Başarırlarsa işsiz kalan da, aç kalan da, savaşta ölen de biz olacağız!

Dolayısıyla işçiler ve emekçiler yaklaşan krizle mutlaka ilgilenmeli ve gerekli hazırlıkları yapmalıdır. Yoksa kriz bizlerle mutlaka en kötü şekilde ilgilenecektir. Krize hazırlık yapmanın öyle kendi evinde depreme hazırlık yapmak gibi yatağın yanına gerekli malzemelerin bulunduğu bir çanta koymak, ev eşyalarını duvara sabitlemek gibi bireysel olmayacağını, olamayacağını belirtmeliyiz. İşçinin, emekçinin krize karşı bireysel olarak yapacağı hiçbir şey hem de hiçbir şey yoktur.

Krizde ilk saldırılacak olan kazanılmış haklarımıza, işten çıkartmalara karşı kendimizin iş arkadaşımızın çalışma hakkına ancak ve ancak örgütlü olarak sahip çıkabiliriz. Eğer sendikalıysak sendikamızı harekete geçirmek için baskı yapmak mecburiyetindeyiz. Eğer sendikalı değilsek işyerinde dayanışmayı güçlendirmek için toplantılar yapmak için önayak olmalı, en azından daha duyarlı olan işçilerin acil durumda ne yapılacağı ile ilgili bir fikir birliğine gitmesini sağlamalıyız.

Karşı taraf krizin ne boyutta olduğunun farkında; biz de farkında olmalıyız. Patronların korkuları bizim umudumuzdur. Onlar sadece kârlarının düşmesinden, ihracatın düşmesinden endişelenmiyor. Küçük bir azınlık olarak elde ettikleri tüm zenginliğin kaynağı olan sömürü düzeninin işçi ve emekçi kitleler tarafından sorgulanmasından endişe ediyorlar. Devrimden korkuyorlar.

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ekim 2011 tarihli 24. sayısında yayınlanmıştır.