AKP’nin ve sermayenin propaganda aygıtı TÜİK işsizlik oranlarını nasıl çarpıtıyor
TÜİK’in resmi yalanları
Resmi işsizlik tanımı sadece “referans dönemi içinde istihdamda olmayıp son dört hafta içinde iş arama kanallarından en azından birini kullanmış ve 2 hafta içinde iş başı yapabilecek durumda olanları” kapsıyor. Bu tanım düpedüz anlamsız değil. İşsizlerin tamamını değil, işsiz kitlesinin emek gücü piyasasında en aktif olan grubunu ifade etmesi açısından, sözünü ettiğimiz resmi işsizlik tanımı anlamlı bir veridir. Ancak bu resmi tanım içinde iş bulmaktan ümidini kesenlerin ya da farklı sebeplerden son dört hafta içinde iş aramamış ama çalışmaya hazır olanların, mevsimlik işçilerin, geçici ve yarı zamanlı işlerde çalışıp aktif olarak iş aramaya devam edenleri kapsamadığını bilmek kaydıyla. Bu anlamda her zaman tüm bu unsurları da kapsayan “geniş tanımlı işsizlik” rakamı işsizler kitlesinin gerçek büyüklüğünü daha doğru şekilde ifade etmektedir.
Ancak salgın dönemiyle birlikte TÜİK’in manşet rakam olarak ilan ettiği “resmi işsizlik” nispi açıklayıcılığını dahi yitirmiş durumda. TÜİK’in salgının ortaya çıkardığı yeni olgu ve eğilimleri hesaba katmayarak Türkiye’de işsizliğin azaldığını iddia etmesi düpedüz iktidarın siyasi amaçlarına hizmet eden bir çarpıtma olarak karşımıza çıkıyor. Her şeyden önce salgından önce var olmayan “zorunlu ücretsiz izin” uygulamasının hesaba katılmaması bu çarpıtmanın odağında yer alıyor. İŞKUR’un işsizlik sigortası bülteninde son açıklanan rakamlara göre Nisan-Haziran döneminde 1 milyon 705 bin kişi ücretsiz izine çıkartılmış. Bu insanlar TÜİK rakamlarında yoktur. Daha doğrusu istihdam içinde gösterilmiştir. Halbuki zorunlu ücretsiz izin, işten çıkartmanın salgın dönemindeki özgün biçimidir. İşçiler bu süreçte ücret yerine bir tür işsizlik ödeneği olarak ve işsizlik sigortası fonundan ödenmek üzere günlük 39 lira 24 kuruş “nakdi ücret desteği” almaktadır. Aslında bu ücret desteği işçiye değil patronadır. Ücretsiz izin bir nevi kıdem ve ihbar almadan işten çıkartılmadır. Tekrar işe başlama ümidi olmayan ve başka bir işe başlamak isteyen işçi, bunun için kıdem ve ihbar tazminatını yakmak zorunda kalmaktadır.
Kısa çalışma ödeneği de salgınla birlikte geniş bir şekilde uygulanmaya başladı. Salgının ekonomik etkisini en çok göstermeye başladığı Nisan ayında kısa çalışma ödeneği kapsamındaki işçi sayısı 3 milyon 243 bine ulaştı. Kısa çalışma ödeneği alan işçiler halen istihdam içindedir. Ancak kısa çalışma ödeneğinin yaygın kullanımı var olan işini korumanın zorlaşması ve yeni iş bulma ümidinin kaybolması anlamında çalışan ve işsiz işçiler üzerindeki baskıyı arttırmıştır.
Ücretsiz izin ve kısa çalışma kapsamında emek gücü talebinde 5 milyon kişiyi kapsayan bu negatif şok tüm işgücü üzerinde bir çarpan etkisi yaratmıştır. Mart ve Nisan ayları arasında yaklaşık 750 bin kişi farklı sebeplerle işgücü dışına çıkmıştır. Üstelik aynı zaman zarfında emeklilik, eğitimde olma ve ev kadını olma dolayısıyla iş gücü dışında sayılanların sayısında da azalma vardır. Yani iş gücüne dahil olmayan nüfustaki artışın tamamını salgın sürecinin ve bu süreçte sermayenin işsiz bırakma saldırısının bir neticesi olarak görmek mümkündür. Gel gelelim bir aylık zaman zarfında iş gücü dışına çıkan bu 750 bin kişi (toplam işgücünün yüzde 2’si), işsizlik olgusunun en vahim göstergelerinden biri olarak karşımızda dururken bu toplam TÜİK’in resmi işsizlik hesaplarında adeta buharlaştırılmaktadır. Bu TÜİK’in hem iktidar hem de sermaye lehine bir bilinçli çarpıtmasıdır.
Gerçek işsizlik ne kadar?
Salgın dönemindeki en büyük etki iş bulma ümidinin kaybolmasıdır. Ekonomik gidişatın genel vahameti dolayısıyla iş bulma ümidini yitirenlerin sayısı artmıştır. Bu rakama sadece Nisan ayında 135 bin kişi eklenmiş ve iş bulmaktan ümidini kesenlerin sayısı 1 milyon 310 bine ulaşmıştır. Bu kesim hiçbir geliri ya da meşguliyeti olmadığı halde iş aramaktan vazgeçmiş olanlardır. Ev kadını, aileden vb. belirli bir gelire sahip, öğrenci ya da emekli olmakla birlikte çalışmaya hazır olup iş aramayanlar da bu rakama dahil değildir. Bu kesimin iş aramıyor olması çalışmak istemedikleri anlamına gelmemektedir. Tam tersine çalışmak isteyen ve çalışmaya hazır bir toplamdan bahsediyoruz. Ancak iş aramanın kendisinin de bir zahmet olduğu bunun sadece zaman ve enerji tüketmediği reddedilmenin manevi yükünü de kapsadığını unutmamalıyız.
Örneğin iş bulmaktan ümidini kesmiş 1 milyon 310 bin kişi iş aramamakta ama uygun bir iş teklifi olsa iki hafta içinde iş başı yapmaya hazır olduğunu söylemektedir. “Diğer iş aramayanlar” kategorisi içinde yer alan bir ev kadını ise ev işlerini bırakıp iş aramamaktadır ama örneğin ev işlerinde harcadığı emeği özellikle de çocuk bakımını karşılayacak getiride bir iş söz konusu olsa iki hafta içinde iş başı yapabilecektir. Mevsimlik çalışan, emekli olan, öğrencilik yapan ve bu kategori içinde yer alanların durumu da aynıdır. Yani her iş arayan çalışmaya hazırdır ama her çalışmak isteyenin, çalışmaya ihtiyacı olanın ve çalışmaya hazır olanın aktif olarak iş arıyor olmasını bekleyemeyiz. İşte çalışmaya hazır olup farklı sebeplerle aktif olarak iş aramayan bu büyük işsiz kitlesinin sayısı sadece bir ayda 600 bin kişi artarak Nisan itibariyle 3 milyon 150 bin kişiye ulaşmıştır. Bu kesimlerin işsizler kitlesi içinde sayılmaması sadece emek gücü piyasasının en dinamik kesimindeki gelişmeleri ölçmek açısından anlamlı olabilir. Ülkedeki işsizlik olgusunu bir bütün olarak değerlendirmek gerektiğinde bu kesimleri hesaba katmamak gerçekliği görmemek ya da çarpıtmak anlamına gelir. Ev kadını, öğrenci, emekli olup ya da mevsimlik bir işte çalışıp ayrı bir işte çalışmak istemediğini ve/veya iş başı yapmaya hazır olmadığını belirtenler TÜİK istatistiklerinde ayrıca yer almaktadır. Bu kapsam içindeki mevsimlik işçiler ise geniş tanımlı işsizlik içinde sayılmaktadır.
Aktif olarak iş arayan ancak mesleğine ve beklentilerine uygun bir iş bulamayıp geçici olarak yarı zamanlı işlere girenler (zamana bağlı eksik istihdam) de TÜİK’in resmi işsizlik hesabında yoktur. Oysa bu kesim Marx’ın tam da yedek sanayi ordusunun mutlak bir parçası olarak gördüğü “yarı-işsizler”dir. Salgın dönemi ile birlikte tam zamanlı işi hem çalışma saatleri hem de ücret olarak yarı zamanlıya düşürülen çok önemli bir kesim de vardır. Bu kesim yarı yarıya işten çıkartılmıştır. Bu işçiler normal zamanda kabul etmeyecekleri yarı zamanlı/esnek çalışma dayatmasına tümden işsiz kalma ve tekrar iş bulamama korkusuyla boyun eğmektedir. Geniş tanımlı işsizlik kapsamında yer alan zamana bağlı eksik istihdam rakamlarında da salgınla birlikte bir sıçrama görmekteyiz. TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre 2019 yılında ortalama 360 bin sayısı etrafında gezinen “zamana bağlı eksik istihdam” salgın öncesi ekonomik krizin etkisiyle 2019 Aralık ayında birden 535 bine çıkmış, takip eden aylarda hızla yükselmeye devam ederek 2020 Nisan ayı itibariyle 1 milyon 379 bin kişiye ulaşmıştır. Sadece Mart-Nisan aylarında gözlemlenen 542 bin kişilik artış salgını fırsat olarak gören sermayenin yoğun biçimde esnek çalışma biçimlerini dayatmasından kaynaklanmıştır.
Tüm tabloyu bir bütün olarak değerlendirdiğimizde “resmi işsizlik” rakamındaki azalmanın sadece geniş işsizler kitlesinin bileşimindeki bir değişiklikten ibaret olduğunu, bir iyileşmeyi göstermek şöyle dursun daha geniş bir kitlenin iş aramaktan yıldığına ve çalışmaya değer bir iş bulma umudunu yitirdiğine işaret etmektedir. Bu gerçekliği görmek için resmi işsizlik rakamına, ümitsiz yılmış işsizleri, çalışmaya hazır olup iş aramayanları, mevsimlik işçileri, zamana bağlı eksik istihdamı eklemek suretiyle hesaplanan “geniş tanımlı işsizliğe” bakmak daha doğrudur. Ancak salgın döneminde bunun da yeterli olmadığını görüyoruz. Mutlaka bu dönemin bir olgusu olarak karşımıza çıkan ücretsiz izindekileri de eklemeliyiz. Bunun için, TÜİK’in üzerinde çalıştığımız Nisan ayı istatistikleri Mart-Nisan ve Mayıs aylarını içeren yılın 10. Ve 22. Haftası arasındaki dönemin verilerini kapsadığı için ücretsiz izinlerde de Nisan-Mayıs ayı rakamı olan 1 milyon 358 bin kişiyi[1] esas almak doğru olacaktır.
Bu şekilde yaptığımız hesapta TUİK’in 3 milyon 775’in kişilik resmi işsizlik rakamının karşısında geniş tanımlı 9 milyon 756 bin işsiz sayısına, ücretsiz izindeki 1 milyon 358 bin kişiyi de eklediğimizde 11 milyonluk bir işsizler ordusu görmekteyiz. Bir başka ifadeyle TÜİK’in yüzde 12,8’lik işsizlik oranına karşılık geniş tanımlı yüzde 28,7; ücretsiz izinler dahil yüzde 32’lik bir işsizlik oranı söz konusu.
İşsizlik olgusu Marx’ın yedek sanayi ordusu perspektifiyle ve bir sınıf mücadelesi konusu olarak ele alınmalıdır
Tabii ki bu yaptığımız hesabın da yine resmi verilere dayandığını unutmamalıyız. Marx’ın tanımıyla yedek sanayi (işgücü) ordusunun gerçek büyüklüğünü tam olarak bu verilerle ölçemeyiz. Bu konuda E. Ahmet Tonak’ın Gerçek gazetesi internet sitesinde yayınlanan “İşsizler mi, yedek sanayi (işçi) ordusu mu?” başlıklı yazısı (https://gercekgazetesi.net/ekonomi/issizler-mi-yedek-sanayi-isci-ordusu-mu) bu konuda Marksist yaklaşımı özetliyor ve bu tartışmayı ilerletmek için önemli bir zemin sunuyor. Ev kadınlarının hangi nispette yedek işgücü ordusuna dahil olduğu, zamana bağlı eksik istihdamın yanı sıra resmi istatistiklerde bulunan yetersiz istihdamın Marx’ın dinamik yaklaşımı içinde yedek işgücü ordusuna dahil edilip edilmeyeceği, yine bugün giderek daha fazla emek gücü piyasasına dahil olan, 250 bin nüfuslu hapishanelerde 60 bin rakamına ulaşan mahkûm emeğinin[2] konumu mutlaka tartışmalara dahil edilmeli. Tüm bunlar işsizliğe dair kesin bir rakama ulaşmak için olmaktan çok işsizlik olgusunun bir sınıf mücadelesi alanı olarak değerlendirmenin gereğidir. Sermayenin işsizliği işçi sınıfına karşı bir sınıf mücadelesi aracı olarak kullanmakta olduğunu düşünürsek resmi çekmekten daha önemli olan dinamiği doğru kavramak ve işçi sınıfının mücadelesine ışık tutacak verilere ulaşabilmektir.
Ek- Çuvaldız TÜİK’e iğne DİSK-AR’a: ILO’nun “çalışma saati kaybı” hesabı işsizlik tahmininde kullanılamaz
İşsizlik rakamları üzerine yapılan tartışmalar bağlamında DİSK-AR’ın her ay TÜİK’in açıklamaları karşısında gerçek işsizlik rakamlarına işaret eden raporları ve özellikle salgın döneminde işçi sınıfına ödetilen bedelleri aktaran çalışmalarını da anmalıyız. Gerçekten sermayenin yalanlarına karşı işçi sınıfının gerçeklerini ortaya koymak açısından önemli bir çalışma yürütmekteler. Bununla birlikte DİSK-AR’ın son iki raporunda yer alan, geniş tanımlı işsizliğe haftalık fiili çalışma saatlerindeki değişimin tekabül ettiği tam zamanlı iş kaybını ekleyerek hesapladığı “revize geniş tanımlı işsizlik” yaklaşımına bir parantez açmak gerekiyor.
ILO’nun “eşdeğer tam zamanlı istihdam kaybı” yöntemine referansla yapılan bu hesaplama ciddi bazı hatalar içeriyor. Öncelikle ILO’nun ilgili raporlarında bu yöntemi işsizlik hesaplarında bir alternatif metod olarak önermediğinin altını çizmeliyiz. ILO, emek gücü piyasasına ilişkin genel bir veri olarak, salgın döneminde fiili çalışma sürelerindeki azalmanın ne kadarlık bir tam zamanlı iş kaybına tekabül ettiğini tahmin etmektedir. ILO’nun bakış açısı burada işçi değil iş merkezlidir. Aslında bu yönüyle meseleye işçi açısından değil sermaye açısında başka bir ifadeyle emek talebi açısından bakan bir yaklaşım sunmaktadır. ILO’nun kendi ifadesiyle “diğer verilerin yokluğunda, hem işten çıkartmaları hem de diğer sebepler dolayısıyla çalışma zamanında yaşanan geçici azalmaları birlikte yansıtan çalışma saatlerindeki değişiklikler, emek piyasasındaki vahim gerçekliğin daha iyi bir resmini sunmaktadır.”[3] ILO’nun ifadesi açıktır. Önerdiği yöntem işsizlik olgusundan ziyade emek piyasasının sermaye yanını ifade eden emek talebini de içeren bir bütün resmini sergilemek içindir. Bu bakış açısını işçi sınıfı açısından meseleye yaklaşan bir çalışmaya dahil etmek kendi başına sorunludur.
Daha önemlisi bu şekilde yapılan hesaplamayı DİSK-AR’ın yaptığı gibi geniş tanımlı işsizlik rakamının üzerine eklemek ayrıca hatalıdır. Zira fiili çalışma saatlerindeki azalmanın sebepleri arasında hem işçi sayısındaki azalma, hem esnek çalışma, hem yarı zamanlı çalışma, hem ücretli izinler hem de fabrika ve işyerlerinin aldığı üretim kararları hem de işçilerin iş durdurma eylemleri bir aradadır. Hepsi toplamda çalışma saatlerindeki kaybı ifade eder ama işsizlik bu toplamın sadece bir parçasıdır. Kaldı ki bu rakamı işsiz sayısının üzerine eklediğinizde mükerrer bir hesap yapmış olursunuz. İşten çıkartılan işçiyi işsizlik rakamında, aynı işçinin çalışmadığı 45 saati de çalışma saati kaybı hesabından alıp toplarsanız bu mükerrer işlem olur. Ayrıca fabrika, salgın ya da başka bir sebeple (mesela bayram tatili!) duruş yaptığında bunun işgücü talebi açısından bir anlamı vardır ama işsizlik rakamına etkisi olmayacaktır. Dahası işçilerin salgın sürecinde ücretli izin hakkı elde etmesi ya da sağlık sebebiyle çalışmaktan kaçınma hakkını kullanması da DİSK-AR’ın hesabında sehven işsizlik hanesine yazılıyor. Halbuki DİSK tüm işçiler için ücretli izin ve asli işyerleri haricinde üretimin durdurulmasını savunuyordu. DİSK-AR’ın hesabı bu açıdan sadece matematiksel olarak değil sendikal anlamda da bir tutarsızlık oluşturuyor.
DİSK-AR’ın hesabı hem mükerrer olduğu hem de işsizlik ve çalışma saati kaybını birbiri içine soktuğu için rakam haliyle şişmiş ve sonuçta Türkiye’de yüzde 52’lik bir işsizlik oranına ulaşılmıştır. Bu rakam yanlıştır ve bu hesaplamada ısrar edilirse orta vadede TÜİK’in yaşadığı güven kaybının bir benzeri yaşanabilir ki DİSK-AR kesinlikle böyle bir şeyi hak etmemektedir.
Sonuç olarak ILO’nun iş kaybı ve bunun tam zamanlı istihdam karşılığını hesaplayan yöntemi kendi başına ve emek gücü piyasasının genel durumunu değerlendirmek için kullanılırsa anlamlı olabilir. Ancak DİSK-AR son iki raporunda “Covid 19 nedeniyle revize geniş tanımlı işsizlik ve iş kaybı” gibi bir başlık altında oluşturduğu istatistiği “geniş tanımlı işsizlik” rakamlarının yerine geçirmiş ve ana başlığa bu yanlış hesaplamanın ürünü olan rakamları çıkarmaya başlamıştır. Klasik “geniş tanımlı işsizlik” rakamının salgın dönemindeki durumu tam anlamıyla yansıtmadığını biz de düşünüyoruz; o yüzden de özellikle ücretsiz izinlerin hesaba katılmasını öneriyoruz. Ama tam olmasa da belirli ölçüde gerçekliğe işaret eden bu tanımı fiilen rafa kaldırmak yapılan hesap hatasını daha vahim hale getirir. O yüzden önerimiz işsizlik olgusuna ilişkin salgın döneminde ortaya çıkan ve önümüzdeki yıl boyunca gündemde olacağı belli olan (sermayenin başka esnek çalışma dayatmaları gibi bunu da kalıcı hale getirmek isteyeceği açıktır) ücretsiz izinlerin de eklendiği geniş tanımlı işsizlik rakamlarının kullanılmasıdır.
İşsizlik bir sınıf mücadelesi sorunudur
Tüm bunların ötesinde en önemli konu işsizlik sorununa yönelik sınıfsal bakış açısını kaybetmemek gerektiğidir. İşsizlik kapitalist üretim tarzına kopmaz bir biçimde bağlıdır. İşsizlik emek gücü piyasasında sanki bir doğa olayı gibi yaşanan dalgalanmaların sonucu değildir. Emek gücü piyasasının işleyiş dinamiğinin kendisi sürekli yedek işçi ordusu yaratmakta ve bu yedek ordu üzerinden sermaye emek gücü piyasasının hem arz hem de talep tarafını kontrol edebilmektedir.
Bu alan tam bir sınıf çatışması alanıdır. ILO gibi sınıf mücadelesine değil sınıf işbirliğine (ILO’nun temelini oluşturan sermaye, emek ve devletten oluşan üçlü sosyal diyalog mekanizmasının ne menem bir şey olduğunu tüm işçiler asgari ücret tespit komisyonundan gayet iyi bilmektedir) dayanan yapıların “emek piyasası”nı öne çıkaran yaklaşımı sınıf mücadelesinin üzerini örter. İşsiz kalmanın ekonomik durumun istenmeyen bir sonucu olduğunu, istihdam yaratmanın da “emek piyasası”nı canlandırmakla, üretimi ve kârları arttırmakla mümkün olduğunu vaaz eder. Bu tutum ve yöntem işçi sınıfı tarafından benimsenemez.
Bu noktada DİSK’in tüm işçiler için ücretli izin talep etmesindeki gibi bizim esas derdimiz iş kaybı değil, işçinin sağlığıdır. Ayrıca işçi sınıfı tarihsel olarak çalışma saatlerinin azaltılmasını sadece sömürüye karşı değil aynı zamanda işlerin paylaştırılması ve işsizliğin ortadan kaldırılması için savunmuştur. Bugün de salgın döneminde aslında olması gereken aynı işi, daha az saatlerle dolayısıyla da salgına karşı daha korunaklı biçimde çalışan daha fazla sayıda işçinin yapmasıdır. Salgına karşı tüm toplum olarak bir seferberlik içine girilecekse bunun işsizlik yaratmak bir yana yeni istihdam sağlaması beklenir. Bunun önündeki engel üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan, emek gücünün meta olduğu kapitalist üretim tarzıdır. Özetle sorun emek gücü piyasasının kendisidir. Nihayetinde de işçi sınıfının çözümü emek gücü piyasasının sermaye ile birlikte daha adil ve etkin düzenlenmesi değil emek gücünün bir meta olmaktan çıkartılması ve aynı anlama gelmek üzere herkese aş ve iş sağlamanın tek yolu olarak emek gücü piyasasının lağvedilmesidir.
[1] Bu rakam İŞKUR’un Mayıs ayı İşsizlik Sigortası Bülteni’nden alınmıştır. https://media.iskur.gov.tr/38795/05_mayis-2020-bulten.pdf
[2] Özdeniz Pektaş’ın Devrimci Marksizm dergisinin 21/22 no.lu sayısında yayınlanan “Emeğin Tutsak Hali” başlıklı yazısı bu konuda kapsayıcı bir altyapı sunuyor. Makalenin pdf metnine bu linke tıklayarak ulaşılabilir: http://www.devrimcimarksizm.net/sites/default/files/emegin_tutsak_hali-_mahkum_emegi_ozdeniz_pektas.pdf
[3] ILO (2020), ILO Monitor: Covid-19 and world of work, Second Edition: 7 April 2020 s.1