“100 yıllık hayaller” ve gerçekler
AKP iktidara geldikten sonra, 2003 yılında, önüne “2023 yılı Vizyonu” adı altında bir dizi hedef koymuştu. Bu hedefler arasında, sanayi üretiminde ve enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, ihracatta yüksek teknolojili ürünlerin payının artırılması, dünya ekonomisinden daha fazla pay almak, işsizlik oranının düşürülmesi, yoksulluk sınırı altındaki nüfusun azaltılması, yerli üretimin artırılması başta geliyordu. Ancak bu hedeflerin hemen hiçbiri gerçekleşmedi. Ulaştırma Bakanı Karaismailoğlu da “artık bundan sonra 2071 hedeflerimize odaklandık” (24.04.2022) diyerek bu gerçeği başka bir şekilde ifade etmiş oldu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılına girerken ve muhtemelen seçimlerin yaklaşmasının da etkisi altında Erdoğan ve AKP hükümeti bu sefer önlerine “Türkiye Yüzyılı” adını verdikleri bir “vizyon” koymuş durumda. Bu vizyonun bir parçası da Erdoğan’ın yıllardır bir “babayiğit” bulmaya çalıştığı, başlarda Türkiye burjuvazisinin önde gelen temsilcilerinin pek hayırhah bakmadıkları (Mustafa Koç’un 2011 yılında yaptığı “yerli oto intihar olur” açıklamasını hatırlayalım) “yerli ve milli” otomobil üretme sevdası idi. TOGG adı verilen o otomobilin üretim tesisinin açılışı geçen günlerde yapıldı. Söz konusu otomobil üretiminin ne ölçüde yerli ve milli olduğunu değerlendiren bir yazı elinizdeki gazetenin bu sayısında yer alıyor. Biz ise okuyucularımızın dikkatini farklı bir noktaya çekmek istiyoruz. Kanımızca “Türkiye Yüzyılı” vizyonu sadece Erdoğan ve yakın çevresine mal edilemez. İçinde TÜSİAD, MÜSİAD ve TOBB gibi büyük burjuvazinin çeşitli kesimlerinin yer aldığı bu “ortak girişim”in, devlet desteğiyle, dünya pazarından daha fazla pay kapmayı, “Avrupa’nın Çin’i olma”yı hedefleyen, bu doğrultuda ülkeyi ucuz emek cenneti haline getiren Türkiye büyük burjuvazisinin “atılım” özlemlerini de yansıttığı kanaatindeyiz. Nitekim açılışta bunlardan biri, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, “Türkiye'nin 100 yıllık hayalinin kendilerine nasip olduğunu” ve “Türkiye'nin kritik teknolojileri ithal eden değil, ihraç eden bir ülke haline geleceğini” belirtip, sözlerine şöyle devam etmiş: “Kararlarımızı alırken Paris'ten, Detroit'ten, Torino'dan izin almıyoruz. Kararlarımızı biz buradan, yani Gemlik'ten alıyoruz. Ezberleri bozmak kolay değil ama Türk girişimcileri olarak bizler ezber bozmak için buradayız ve ezberleri bozuyoruz ve bozmaya devam edeceğiz. İşte bu yüzden Türkiye'nin Otomobili, sadece yerli ve milli otomobil yapmak değildir. TOGG bir otomobilden daha fazlasıdır, TOGG bir meydan okumadır.”
Hisarcıklıoğlu herhalde bu ifadesiyle, bir gerçekten ziyade, Türk burjuvazisinin bitmek tükenmek bilmeyen “atılım”özlemlerini yansıtıyor olsa gerek. Zira olgular tam tersini konuşuyor: AKP 2003’ten beri iktidarda, o zaman ekonominin ithalata bağımlılığı yüzde 60-70 arasındaydı; aradan 20 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ aynı düzeyde! Ülkenin dış borç yükünü ifade eden toplam brüt dış borç stokunun milli gelir içindeki payı 2002 yılında yüzde 55,4 iken, 2021’de yüzde 56,8 olmuş. O kadar övgüler düzülen ihracat rekorlarına karşılık ithalat her yıl daha fazla arttığı için bu yıl sonunda dış ticaret açığının 100 milyar doları geçeceği öngörülüyor. Orta-yüksek teknolojili ürünlerin toplam ihracat içindeki payı son 30 senedir yüzde 3-4 düzeyini geçebilmiş değil. Ve nihayet 2002’de Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki payı yüzde 0,6 iken, 2013 yılında bir ara yüzde 1,2’ye yükselmesine rağmen 2022’de bu pay yüzde 0,8’e gerilemiş durumda. Türkiye’nin kapitalist temellerdeki gelişme biçiminin emekçiler açısından doğurduğu vahim sonuçları, onlara hiçbir fayda sağlamadığına bu gazetede ve köşe yazılarımızda sıklıkla yer verildiği için değinmiyoruz bile.
Oysa aynı Hisarcıklığoğlu, yıllar evvel, 2009 yılında küresel kriz karşısında Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu darboğazı özetleyen ve bizce de mevcut durumu ortaya koymak bakımından hâlâ geçerli olan şu fıkrayı anlatmaktan imtina etmiyordu: “Ferrari 200 km hızla giderken, Murat 124 arızalı yol kenarında duruyor. Ferrari yardım için yanaşıyor. Murat'ın sahibi “bende halat var, sen beni yavaş yavaş çek; yoksa araba dağılır” diyor. Ferrari'nin sahibi de “ben hız yaparsam sen de selektör yap” karşılığını veriyor. Yola çıktıktan sonra Ferrari arkasından gelen Porsche ile yarışmaya başlıyor. Bunun üzerine Murat'ın sahibi arka arkaya selektör yapıyor. Durumu gören polis memuru da telsizinden anons yapıyor; “Ferrari ile Porsche yarışıyor, Murat 124 de onları sollamaya çalışıyor.”
Bundan 60 yıl önce Devrim arabası kısa ömürlü olmuştu; TOGG adlı “ortak girişim” ürünü arabanın ömrünün ne olacağını ise zaman gösterecek. Ama asıl bu ülkenin emekçi halkı, emperyalist sermayenin taktığı “halat”ı kopardığında, doğrudan kendisi devrim arabasının “direksiyon”una geçtiğinde, işte o zaman kimin “ezberleri bozduğu” görülecek.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2022 tarihli 158. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın.