AKP’nin Yeni “Eğitim Sistemi”
Lakin, bu yapılırken başka ve aslında çok daha önemli bir nokta gözlerden kaçırılıyor. Şöyle ki; bilindiği gibi 1980’lerden sonra devlet sosyal işlevlerinden adım adım uzaklaştırıldı. Şimdi sıra eğitime geldi. Yani, eğitim de tamamen piyasalaştırılmaya çalışılıyor. Örneğin 4+4+4 modeli, eğitimi tamamen piyasanın güdümüne sokmaya çalışmak anlamına gelir ki, bu durumda zaten var olan eşitsizlik daha da artacak demektir. Yani bu yeni model, sermayenin de talepleri arasında olduğu gibi, piyasanın ihtiyaçlarına göre insan gücü yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Zira olan şey şudur: 5 yaş gibi oldukça erken bir dönemde okula başlatılan çocuklar, 9. sınıfa geldiklerinde (ki 13, bilemediniz 14 yaşına gelmiş olacaklar) nasıl bir mesleği seçeceklerine ilişkin bir tercihte bulunmaya zorlanmaktadır. Burada, öğrencinin yapabileceği üç tane tercih bulunuyor. Ya genel eğitimi, ya meslek lisesini ya da imam-hatip lisesini seçmek zorundalar. Bu tercihin ailelerin ekonomik durumuna göre olacağı çok açık. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da özellikle emekçi ve yoksul ailelerin çocuklarının tercihi, mecburen ya meslek liseleri ya da imam-hatip liseleri olacaktır. Çünkü genel lise eğitimi akademik bir eğitimi hedefler ve dolayısıyla daha uzun ve zor bir dönemi kapsar. Aynı zamanda bu yasayla meslek liselerinin yaygın eğitimin bir parçası olması hedeflenmiştir ve böylece meslek lisesinin 9. sınıfına gelmiş öğrenciler, fabrikalarda ve işyerlerinde “eğitilecek”, doğrusu, çocuk işçi olacaklardır. Böylece sermayeye ucuz işgücü yetiştirilmesinin yolu da açılmış oluyor. Tabi ki, mesele sadece bununla da sınırlı değil. Yapılmak istenen şeylerden birisi de, kamunun mesleki eğitimden çekilip tamamen özel sektöre devredilmesi ve meslek okullarının Organize Sanayi Bölgeleri gibi yoğun iş alanlarında açılabilmesidir. Böylece eğitim “sektörü” de bütünüyle sermayenin değerlenme alanlarından birisi olacaktır.
Bunu anlamak için çok zeki olmaya gerek yoktur. Başbakanın dershaneler hakkında söyledikleri tam da bu noktaya işaret etmektedir. Ne demişti başbakan dershaneler hakkında? Hatırlayalım: “Ey dershaneciler, eğer bu ülkede eğitime, öğretime hizmet verecekseniz gelin okul açın, okullar kurun. Biz de sizden hizmet alımı yapalım, sizin sınıflarınızı öğrencilerle biz dolduralım. Bedeli neyse bunun bedelini biz verelim. Sizi açıkta bırakacak değiliz. Biz yatırımdan kurtulmuş oluruz, siz de hizmetinize aynen devam edersiniz”. Basitçe başbakan, dershaneleri kaldırarak okulların önemini artırmaya çalışmıyor, dershaneleri özel okula çevirmeye uğraşıyor. Bununla da yetinmiyor, öğrencini biz göndereceğiz, hatta parasını da biz karşılayacağız diyor. Çok açık, bu politika kamu kaynaklarını özel şirketlere/okullara peşkeş çekmekten başka bir şey değildir. Diğer taraftan devlet, kendi okullarına para göndermezken, çoğu okul çalıştıracağı emekçiler için parayı öğrenci velilerinden, yani emekçi halktan toplarken, hatta birçok okul kırılan camını bile yaptıramazken, özel okullara öğrenci göndererek üstüne de parasını nereden ve nasıl karşılayacaktır? Elbette, yine emekçilerden, çalışanlardan.
Anlaşılacağı gibi aslında ortada bir “eğitim” yok, üstelik herhangi bir “sistem” de yok. Bütün hedef, eğitimin piyasalaştırılması, özelleştirilmesi ve sermayeye ucuz işgücü yaratılmasından başka bir şey değil.
Dolayısıyla belki de eğitimin dinselleşmesinden daha önemli olan nokta budur. Bu durumda, sadece eğitim sendikalarının değil bütün işçi sendikalarının ve emek örgütlerinin bu tür bir eğitim politikasına karşı çıkması gerekir. Bu yapılmayıp AKP’nin bu politikasını uygulamasına izin verilirse bundan en başta ve en fazla emekçi çocuklarının etkileneceğini söylemek hiç de kehanet değildir, tersine, apaçıktır.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ekim 2012 tarihli 36. sayısında yayınlanmıştır.